Hakan Yurdanur

Hakan Yurdanur yazılarıHer şeyin eskimeden eskitildiği, kullanılmadan yok edildiği, insani değerlerin yerine metalaşmış suni ilişkilerin geçtiği, vahşi doğanın vahşi ekonomiye teslim edildiği bir dönem geldi çattı. Bu sürece kullanmak için üretmek yerine tüketmek için üretmek dönemi diyebiliriz. Kullanım değeri yok edildi, yaşasın değişim değeri diyen kapitalizmin ideologlarının çığlıkları her yeri kaplıyor...

Almak için satma dönemi yerini satmak için almaya bıraktı. Almak yani tüketim sınırlarına dayanınca devreye ideolojik manüpülasyonlar girdi.İnsani ihtiyacın yerini "moda", yaşamak için zorunlu harcamanın yerini "lüks tüketim", pahalı olmayan dayanıklı üretimin yerini "marka" aldı. Kullanım için değil  değişim için üretmenin türevi olan bu kandırma sanatı , günümüz albenisi içinde hayli işlevsel. Diğer yandan oyunun dışında bırakılmışlar var. Bu insanlar dünya nüfusunun çok büyük kısmını oluşturuyor. İnsani ihtiyaçlarını karşılayamamaları modadan, yaşamak için zorunlu harcamalarını dahi yapamayanlar lüks tüketimden, pahalı olmayan dayanıklı mallara sahip olamayanlar markadan anlamaz ilan edildiler. Kullanım değerinin öne çıkmasını önemseyenler, değişim değeri savunucuları tarafından lanetlendi! Yeryüzünün lanetlileri gökyüzüne, eşsiz doğanın sınırlı kaynakları başka gezegenlere havale edildi, yok sayıldı. Şimdi yok sayılanların yok etme zamanı.

Yazının başlığını, insani ihtiyaçlar için yetiştirilip meta haline getirilmemiş elmadan pazarda alınıp satılan metalaşmış elmanın yolculuğuna ithaf etmek için seçtik.

Kapitalist sistemde, meta üretildiği için satılmaz, satılması için üretilir. Elmanın üretilip pazara getirilme nedenide öncelikle insani ihtiyaçları karşılaması değil, satılıp para kazandırmasıdır. Elmaya bu mantık çerçevesinde yaklaşan sistem, yaşayan ne varsa ölü metalara çevirmekte. Toplumsal gereksinimin yerini pazarda kâr elde etmek için satış alınca ; temel insani gereksinimler örgütleneceğine, gereksiz aşırı üretim ve doğanın yok edilmesi sonucu israf örgütlenmekte.

Semt pazarında tezgahta duran elma, satıcının gözünde para (değişim değeri), alıcının gözünde yiyecek ( kullanım değeri ) olarak görünür. Elmayı elma yapan en önemli özellik; yetiştirilmesinden pazarda satışına dek insan emeğinin ürünü olmasıdır. Doğa ile toplum arasında kullanım değeri temelli ilişkiler öne çıkarken , ekonomi ile toplum / doğa arasında değişim değeri temelli ilişkiler öne çıkmakta. Meta- değişim değeri- kapitalizm ilişkisini ve birbirlerini ürettiklerini hatırlatmak gerekli.

Pazarda satılan metalar (elmalar) aynı zamanda toplumsal ilişkilerin, dayatmaların, zorlamaların taşıyıcılarıdır. Bir tarafta elmanın yetiştirilmesi için gerekli alet ve ekipmana sahip olanlar ve elmayı yiyenler; diğer tarafta elmayı yetiştirmek için iş gücünü satmaktan başka çaresi olmayıp elmayı yedirenler. Kapitalizmin bu dayatması, insanın doğayla olan sürdürülebilir ilişkilerini bozmakta yok etmektedir. Bu yok ediş, iç içe geçmiş toplumsal ve ekolojik çöküşleride yaratmakta. Unutmamalıyız ki; insan doğa sayesinde yaşar. Filozofun dediği gibi "insan ne yerse odur, doğa insanın bedenidir".

Elmanın pazarda satılması elmanın doğal değil toplumsal bir özelliğidir. Tek başına kaldığında doğa ile ilişki kuran elma , pazar için üretildiğinde ekonomik ilişkiler kurar. Ekonomik ilişkiler üç yönlü işler. 1- Sermayenin sınırsız büyüme ve kâr elde etme isteği. 2- Toplumun zengin ve bir kısım orta kesiminin aşırı ve gereksiz tüketime yönelmesi. 3- Toplumun çok büyük kısmının ve doğanın tamamının fakirleşmesi, sömürülmesi, yok edilmesi.

Birinci madde ile başlayalım. Sermaye büyümek , daha fazla kâr elde etmek istiyor. Fakat Dünya büyümüyor !  İhtiyaçlar sonsuzdur deniyor, ama doğanın kaynakları sınırlı. Kapitalizm değişim değerinin örgütlenmiş , enternasyonal hali. 8-10 yılda bir alacağımız çamaşır makinesi yerine , yılda 4-5 kez bozulan çamaşır makinesi üretiyor. Sistem para kazanmayı bir numaralı amaç haline getirince, yenilebilir elma para kazandıran elmaya dönüşüyor. Daha çok elma, daha çok para demek. Elmadan paraya giden bu sonsuz çevrim çöküşüde beraberinde sunmakta.

İkinci madde bize; ne kadar çok şeye sahip olursak o kadar mutlu ve diğer insanlardan farklı olacağımız yanılsamasını anlatıyor. Yiyeceğimizden fazla erzak , giyeceğimizden fazla kıyafet, kullanacağımızdan fazla eşya, oturacağımızdan fazla ev alıyoruz. Yaşamak için alış veriş yapmanın yerini, alışveriş yapmak için yaşamak almış durumda. Böyle oluncada insani ilişkiler ve insana dair ne varsa alınıp satılmakta. Ticari mantığı baş tacı edince de; eskiyen çamaşır makinası ile eskiyen arkadaşlık arasında pek fark kalmıyor. Ev ziyaretine gitmekle AVM'ye gitmek arasında düşünsel ayrımlar yapılamıyor. Kapitalizmde insani ilişkilerin garanti belgesi malesef yok!

Ürettiğini satamayan kapitalist, satamadığı ürünlerin yerine daha işlevsizini , sağlıksızını koyar satmayı tekrar dener. Kırmızı elmayı satamazsa zehirli kimyasallarla rengini sarı yapar satmayı dener. Yine satamazsa , genetiği ile oynar başka meyve ile aşılar tekrar pazara sunar. Bu döngü satış tamamlanıncaya kadar devam edecektir. Kullanım değerinin insani , değişim değerinin ticari olduğu böylece tescillenecektir. Bu sistemde ekonominin başa geçmesi ayrışma ve kutuplaşma demektir. Ekonomiyle toplum, toplumla doğa ayrışırken ; buna doğa bilimleri ile sosyal bilimlerin ayrışması eklenir. Böylece insanın eylem ve sonuçlarını görme , yorumlama , analiz etme yeteneğinede el konulmuş olur.

Ne insan nede doğa , doğuştan varoluştan fakir değildir. Sistem tarafından bilinçli olarak fakirleştirilmiştir. Bu anlamıyla da kapitalizm ,bolluktan değil israf ve kıtlıktan beslenir. Doğal içme suyunun bol miktarda olması, kapitaliste para kazandırıp kâr elde ettirmez. O nedenle su kaynakları sınırlı olmalıdır ve hakimide kapitalist sermayedar olmalıdır. Suyun kirlenmesi , insanların içip hasta olması da bir kâr aracıdır. Böylece hastanelere müşteri olarak gidilecek para kazandırılacaktır. Kapitalizm; işçi ve emekçiler üzerinden para kazanmak ,kazanırken zenginleşmek , zenginleşirken sömürmek , sömürürken tüketmek , tüketirkende yok etmek üzerine kurulu bir sistemdir.

Gelelim üçüncü maddeye. Kapitalist sınıf, meta üzerinde kontrol sahibi olmaya başladığı andan itibaren işçi ve emekçi sınıf üzerindede baskı ve kontrolü ele geçirmiştir. Elmanın değişim değerinin olması, sermayedar için kâr ve kontrol demek iken; ezilen ve sömürülenler için gelirin azalması, yoksullaşma, sefalet, sömürü demektir. Gelirin azalması yani paranın azalması sınırlandırmak demektir. Çemberin dışına itilmek demektir. Bu sistemde parası olan çok konuşur. Daha doğrusu herkes parası kadar konuşur , konuşturtulur. Boşuna dememişler "mülkün sözü, sözün mülküdür" diye. Para kimin elinde ise, söz yani egemenlikte onun elindedir.

Bununla birlikte, doğanın ürettiklerininde yok edildiği ekolojik yıkımla karşı karşıyayız. Saldırı ve sürdürülemezlik at başı gitmekte. Büyük insanlığın yok olmadan yaşaması da, yönünü doğaya çevirmesine bağlı. Orman yangınında tehdit gören sadece insan değil. Ormanla birlikte yok olan milyonlarca canlı. Ağaca bakıp ormanı göremeyen zihniyet, yangında yok olan milyonlarca canlıyı da önemsemeyecektir.

Kapitalizm, borçlandırarak borçlanarak ayakta kalmaya çabalayan bir sistem. İnsanlar birbirine, şirketler başka şirketlere, devletler devletlere borçlu. Üstelik insanoğlu toptan doğaya borçlu. Dünyaya gelen her insan borçlu olarak doğuyor. İnsanın insana borcu zamanla ödenir fakat doğaya olan borç nasıl ödenecek? Her yıl dünyaya veda eden canlı türleri nasıl geri getirilecek? Kapitalizm doğaya açılmış savaş demektir.

Bu sistemin içinde kalarak, ne fakirin zenginleştiğini nede zenginin fakirleştiğini görmek mümkün değil. Meta sistemini anlamak ve yorumlamak bu günü anlamaktan geçiyor. Değişim ve dönüşümün sürekli olduğu bir zaman diliminde, ne geçmiş kavramlarla nede zemini olmayan ütopyalarla değil; bugünü kendi gerçekliğimiz ile açıklayabiliriz. Elmanın politik yolcuğu tam da bu gerçek zeminde oluşmakta. Doğada tek başına yetişip, olgunlaşıp, çürüyen elma; çürümüş bir sistem olan kapitalizmden daha değerlidir.