Bugün, çok büyük bir roman geleneği olmayan Türkiye’de müthiş bir roman dili yaratan, destansı anlatımı ve insan ruhunun derinliklerine inebilme kabiliyetiyle sadece Türk edebiyatının değil dünya edebiyatının da önde gelen isimlerinden olan Yaşar Kemal'i kaybetmemizin üzerinden tam 7 yıl geçti. 

Asıl adı Kemal Sadık Gökçeli olan Yaşar Kemal, Van Gölü’ne yakın Ernis (bugün Ünseli) köyünden olan ailesinin 1. Dünya Savaşı’ndaki Rus işgali yüzünden yerleştiği Osmaniye’nin Kadirli ilçesine bağlı Hemite köyünde 1926'da doğmuştu. Ortaokulu son sınıf öğrencisiyken terk ettikten sonra ırgat kâtipliği, ırgatbaşılık, öğretmen vekilliği, kütüphane memurluğu, traktör sürücülüğü, çeltik tarlalarında kontrolörlük yapmıştı. Ancak sosyalistliği nereye gitse başına dert olmuş, "her birine bir romanıma çalıştığım kadar çalışırdım" dediği ve onu belki de Türkiye'nin en büyük röportaj yazarları arasına sokan 1951-1963 Cumhuriyet röportajlarını ancak ismini değiştirerek yapabilmişti.

Yaşar Kemal, sesiyle-sözüyle büyüyen dağ gibi varlığıyla bütün hayatı boyunca ne pahasına olursa olsun barıştan, yaşamdan, özgürlük ve adaletten yana olmuştu. Feridun Andaç’la yaptığı bir konuşmada şöyle diyordu: “Sait Faik şöyle bir şey söylemişti: 'Benim hikayelerimi okuyanlar hiç kimse için kötülük düşünmesinler, barışçıl olsunlar, insanları aşağılamasınlar'. Ondan sonra da bu güzel sözleri Aziz Nesin söyledi. Sonra da ben söyledim. Daha doğrusu buna benzer sözleri dilime pelesenk ettim. Benim romanlarımı okuyanlar savaş sözcüğünü ağızlarına alamasınlar, insanları aşağılayamasınlar, sömüremesinler.” (Yaşar Kemal Bir Ömür Edebiyat, Feridun Andaç) Savaşın "insan soyunun en korkunç, en pis, en alçak icadı" olduğunu söyleyen de odur; bu büyülü kelimeyi insanın insanla barışının haricinde doğayla barışmaya da mecbur olduğunu vurgulamak için genişleten de...