Osmanlı Devleti’nin, İngiltere, Fransa ve Piyemont devletlerinin büyük katkısıyla Rusya’yı mağlup ettiği Kırım Savaşı’nın hemen ardından ilan edilen bu ferman, tarihçiliğimizin yorumunda mutabık kaldığı ender konulardan biridir. #tarihten Özgür Türesay'a göre Babıali’de devlet erkânı, şeyhülislâm, patrikler, hahambaşı ve gayrimüslim cemaat ileri gelenleri önünde okunarak ilan edildiği günden beri anlatılan hep aynıdır: Batılı devletlerin baskısıyla çıkarılan bu ferman, gayrimüslimlere ayrıcalıklar tanımaktadır. Bu yorumun ilk kısmı doğrudur. Osmanlı tebaası olan gayrimüslimleri Müslümanlarla eşit haklara kavuşturacak bir hukuki düzenleme yapılması isteği, Kırım Savaşı’nın ardından 30 Mart 1856’da imzalanacak olan Paris Barış Antlaşması’nın hazırlıkları sırasında İngiliz ve Fransız diplomatları tarafından dile getirilmişti. Yorumun ikinci kısmının kilit kavramı 'ayrıcalık' ya da o dönemin diliyle söylersek 'imtiyaz'dır. Peki Müslümanların kendileri gibi Osmanlı tebaası olan gayrimüslimlere tanınmasına karşı çıktıkları bu 'ayrıcalıklar' nelerdir?
Ferman, dinî işlerinde gayrimüslim cemaatlerin zaten sahip oldukları özerkliği koruyor, ancak cemaat yönetimini ruhban sınıfının tekelinden çıkarıp yeni kurulacak cemaat meclislerine laik unsurların da girmesini öngören düzenlemeler yapılacağını ilan ediyordu. Bunun yanında vergi, yargılama, eğitim, devlet memurluğu ve siyasî temsil alanında Osmanlı gayrimüslimlerinin artık Müslümanlarla eşit olacağını söylüyordu. Örnek vermek gerekirse, artık İslâm dininden çıkan bir kişiye idam cezası verilmeyecekti. Kimse bir gayrimüslimi Müslüman olmaya zorlayamayacaktı. Sadece gayrimüslimlerin yaşadıkları yerlerde dinî âyinler görünür, duyulur bir şekilde yapılabilecekti; örneğin kiliselerde çan çalınabilecekti. Gayrimüslimler ibadet yerlerini, okullarını, hastanelerini, mezarlıklarını tamir edebilme hakkına sahip olacaklardı. Devlet memurluğuna dinlerini değiştirmeden girebileceklerdi. Daha önce bu, gayrimüslimler arasında sadece Rumlara tanınan bir haktı. Tüm gayrimüslimler askerî ve idari kadroları yetiştiren devlet okullarına kabul edileceklerdi. Müslümanlar ne kadar vergi veriyorlarsa artık onlar da o kadar vergi vereceklerdi. Mahkemelerde de tanıklıkları Müslümanlarınkiyle eşit biçimde kabul edilecekti. 'Gâvur' gibi gayrimüslimleri aşağılayan ifadeler resmî yazışmalardan çıkarılacaktı. 1856’dan önce Tereke defterlerinde gayrimüslimler için sadece 'hâlik' (helâk olan), yani gebermenin kibarcası kullanılırken, Islahat Fermanı’ndan sonra 'fevt' (ölmüş) denmeye başlanmış, 'vefat' terimi ise yine sadece Müslümanlara ayrılmıştır.
1856’da ilan edilen haklar aslında gayri müslimlere ayrıcalık tanımıyor, aksine mezhep ayrımı gözetmeyen eşit vatandaşlık getiriyordu. Müslümanların gayrimüslimlere verilmiş 'ayrıcalık' olarak gördükleri ve şiddetle karşı çıktıkları şey kağıt üzerinde eşitlik ihtimalinden başka bir şey değildir. 1908 sonrasında bu ihtimalin gerçekleşmesi yönünde büyük adımlar atıldıysa da, Balkan Savaşları’yla bu ivme tamamen kesilmişti.