İster istemez kendi kendime –hayalimde- ona şunu sordum: Peki neden RTE’nin “tıpış-tıpış geleceksiniz” direktifine uygun adım uyarak “Yenikapı’dan Üsküdar’a” açılan kapıdan geçtiniz. CHP içinde mevzilenmiş “Nuh-u nebiden kalma kliklerin ezberleri”nin kılavuzluğunda sağa; yani kaosa sürüklendiniz… Neyse ki İttihatçı- ıslahatçı görenekten ziyade Kuvva-yı Milliyeci geleneğe devrimci iradi bağlılıkları bulunan genç çekirdek kadro duruma el koydu… İmana dayanan inanç, yerini akıldan güç alan bilince bıraktı… Artık geriye dönüş yok…
Açıklaması “Toplum Bilim” olan “sosyoloji”nin temeli XIX. yüzyılın ortalarında Marx (Engels-Labriola; Batılı ideologlar bu ikisini “yok” sayar!) tarafından atılmıştır. Bu devrimci bilim insanlarına Avrupa egemen kültürü tarafından yumuşatma amacı ile Durkheim ve Weber katılarak “Klasik Sosyoloji” kürsüsü disiplini oluşturulmuştur. Tabii, toplumsal sınıfların hesaplaşmaları erken çağlarda İngiltere ve Fransa’da çok kanlı geçmesine karşın kapitalizm kervanına geç ve dolayısıyla emperyalist devlet biçimi olarak ağır sanayinin işçi ve işsizler ordusu olarak güçlü katımıyla Almanya'da sendikalaşma da güçlü bir unsur olmuştu. Böylece Almanya sosyal(ist) demokratların anavatanı haline dönüşmüştü. Burada “bilimsel sosyalizm” Lassalle’nin “devrimci” değil “solcu” ivmesine uygun olarak örgütlenmiştir. Sonuç olarak ideolojik tartışma da bilimsel bilgi (epistemoloji) noktasında düğümlenir.
Ama büyük gerekir eylemcilerin (pratikçi) sonuç olarak aynı noktada buluşmaları rastlantı değildir. Örneğin Marx ve Engels ideolojinin “yanlış bilinç” olduğunu tümevarım olarak kanıtlarlar. Bunun içindir ki “Kadro” dergisinin kepenklerini indirten Gazi Mustafa Kemal de ideolojiyi eleştirirken aynı noktada kesişmiştir. Akıl-Bilim-Bilinç nesnel gerçek kılavuzdur ve sadece pragmatik(faydacı eylem) değil pratik (gerekir eylem) de aşılmak zorundadır. Bu da bilinçli uygulamanın devrimci eylemidir, yani praxis…
Sosyoloji epistemolojik duruşu tarihsel materyalizmin zorunluluğu olarak dayatır. Bu nesnel gerçekliğin adı sınıflar mücadelesidir. Sorunlara cevap ararken bunu ıskalarsanız er geç takılıp kalırsınız. Kapitalist modernitenin dayattığı labirentten nasıl çıkacağımız vereceğimiz doğru cevaplara bağlıdır. Yaşamın fiilen (de facto) kendisi olarak. Ama doğrunun izafi olduğunu da asla unutmadan…