Çatlak kaptan sızıntı başlayınca akıntı miktarı ve debisi düzenli artar. Sızıntı bir taraftan da çatlağı genişlettiğinden akıntının azalması beklenemez. Bu açıdan bakınca, ülkede hergün yeni rezilliklerin ortaya saçılmasındaki hızın artarak devam etmesi daha iyi anlaşılabiliyor. Bizim kapta zaten var olan çatlak iyice genişlediğinden, Sedat Peker ifşa videolarına ara verse de saçıntılar artarak devam ediyor.

Son günlerde kara para aklama üstadı firari Sezgin Baran Korkmaz (SBK) meselesi gündeme ağırlığını koydu. Habertürk TV sunucusu Veyis Ateş’in, SBK’nın yurda dönebilmesini sağlamak için kendisinden 10 milyon Euro istediği iddiaları ortaya döküldü. Bu iddiaları yalanlamak için çıktığı Halk TV’de gazeteci İsmail Saymaz’ın sorularını yanıtlayan Veyis Ateş’in açıklamaları, arzuladığının tam tersi sonuç yarattı. 

Konuşmaları, mimikleri ve sık tekrarladığı çalışılmış cümleleri ile Veyis Ateş, işin göbeğinde aslında kimin olduğu ile ilgili kuşkuları (tersinden) istemeden gidermiş oldu! İç İşleri Bakanı Soylu’nun yönlendirmesi ile bu programa çıkmayı kabul ettiği, öncelikli amacın Soylu’yu temize çekmek olduğu iddiaları arttı. Bu mülakattan bir gün sonra 20 Haziran’da SBK ABD’nin isteği üzerine Avusturya'da Tutuklandı. SBK’nın ABD’ye teslim edilmesi halinde savcılara vereceği olası itirafların ülkemizde birilerinin uykularını şimdiden kaçırmaya başladığı söyleniyor. İkinci bir Reza Zarap vakası yaşanması riskine karşılık olsa gerek, ABD’den sonra Türk makamları da Avusturya’dan SBK’nın iadesini talep etti.

Skandallar Çoğaldıkça Kanıksama Artıyor
Ülkede hergün bir yeni skandal yaşandığından, birkaç gün önce yaşananlar hemen gündemden düşmeye, unutulmaya mahkûm oluyor. Son günlerde medyaya düşen SBK olayı dışında birkaç örnekle hafıza tazeleyecek olursak;

* Ankara Bölge İdare Mahkemesi Başkanı Esat Toklu’nun SBK’ya ait Bodrum’daki süper lüks Paramount Hotel’de kaldığını ve burada Sezgin Baran Korkmaz ile tanıştırıldığını ve bazı şaibeli kararlarda imzası olduğunu öğrendik. 

* Meşhur Paramount Otel'de (Royal Palace) para vermeden konaklayan yargı mensupları, kamu yöneticileri, emniyet müdürleri, yandaş gazeteciler listesi hayli kabarıkmış. Savunma Sanayi Başkanı Prof. Dr. İsmail Demir'in de Temmuz 2020'de işadamı arkadaşı Ali Tunga'nın misafiri olarak ailesiyle birlikte burada konakladığını, bu sırada oteli işleten Cihan Ekşioğlu'nun savunma sanayi işi yapıyor olmasının da tamamen tesadüf olduğunu öğrendik!

* “Drej Ali” diye bilinen yer altı dünyasının ünlü isimlerinden Ali Yasak’ın oğlunun düğününe MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli ve parti yöneticileri ile birlikte İçişleri Bakanı Süleyman Soylu’nun babası Hasan Soylu ve Şanlıurfa İl Jandarma Alay Komutanı Sabri Kirişçi’nin de katıldığını öğrendik. 

* Ticaret Bakanı Ruhsar Pekcan’ın kendi bakanlığına (üstelik fahiş fiyatla) mal sattığını ve bu sebeple koltuğundan olduğunu biliyorduk. Sağlık Bakan Yardımcısı Sabahattin Aydın’ın eşi tarafından kurulan ve Bakanlığın e-nabız işini yapan firmanın, bu yıl da bakanlıktan davet usulü ile yeni ihaleler aldığını öğrendik.

Ülkede iktidar mensupları ve onlardan beslenenlerin içine girdikleri benzer onlarca kirli ilişki ağları en bariz delilleriyle ortaya dökülmeye devam ediyor. Bunlardan belki daha da kötüsü, toplumun çoğunluğu maalesef bu saçılmaların hiçbir sonuç getirmeyeceğini düşünüyor.

Kamu Görevlileri Nasıl Bu Kadar Rahatlar?
Üst üste patlayan her olay ortalama bir demokratik ülkede iktidarı sarsacak skandallar olarak görülürken bizim devlet katında ve yargıda yaprak kımıldamıyor. Devlette, bürokraside, yargıda çok önemli konumlarda olan bu insanların suçla ve suçlularla yaygın şekilde haşır neşir olurlarken nasıl bu kadar korkusuz ve cüretkâr olabildikleri soruları akıllara geliyor elbet. Bu sorunun yanıtı bulunursa, siyasal sistemimizin niteliği çok daha net anlaşılmış olacaktır.

Ortaya dökülen tüm yolsuzluk, hukuksuzluk ve açıktan suç kapsamındaki olayların hepsinin de içinde kamu ve kolluk yöneticilerinin, siyasilerin, yargı mensuplarının ve medya çalışanlarının olmaları nasıl açıklanabilir? 

Şunu biliyoruz ki, her biri önemli pozisyonlardaki bu insanlar bu işlerin içinde olmasalar zaten biz de yolsuzluk ve kokuşmalardan bu denli çok bahsediyor olmayacaktık. Bu denli yoğun kirli ilişki ağlarının ancak uygun bir siyasal sistem zemininde gelişme imkânı bulabileceğini baştan tespit etmek lazımdır. Peki nasıl bir siyasal sistem bu tür girift ilişki ağlarının oluşması için elzemdir, bunu açalım.

Yaşanan Duruma Suç Sosyolojisi Çerçevesinde Bakış
Üniversitelerde “Suç Sosyolojisi” adında bir ders var, Gazetecilik ve Medya lisans eğitimlerinde de veriliyor. Suç örgütleri ve devlet ilişkisini açmaya çalışırken akademik yaklaşımdan yararlanacağım biraz.

Mafyatik yapılar, devletin yerine getirmekle yükümlü olduğu fonksiyonları yerine getiren devlet dışı organize şiddet örgütlenmeleri olarak tarif ediliyor. Mafya devletin güçsüzlüğünden, zayıflaması ya da bozulmasından besleniyor. Demokrasi ve hukukun en iyi işlediği ülkeler dâhil dünyada mafya tarzı suç örgütlerinin ve yer altı ekonomisinin (az ya da çok) olmadığı bir ülke bulunmuyor. Ama asıl riskli olan, suç ekonomisinin örgütlenme tarzıdır. 

Yer altı dünyasının yapılanması dünyada üç farklı şekilde gelişiyor: 

Birinci tür ülkeler: Yer altı dünyasından birileri bürokraside, siyasette, yargıda ve medyadan bazı kişilerle irtibata ve suç ilişkisine girebiliyor. Bu tür ilişkiler çok özenilen Norveç, İsveç, Finlandiya gibi hukuk ve demokrasinin tam oturduğu İskandinav ülkelerinde bile olabiliyor. Ancak münferit kirli ilişkiler ortaya çıktığında bu tür gelişmeler bir “adli vaka” olarak görülüyor ve hukuk derhal gereğini yapıyor.

İkinci tür ülkeler: Bürokrasi, siyaset, yargı, yer altı dünyası ve medya arasındaki ilişki sistematiğe dönüşmüştür. Ancak sayılan tüm bu alanların birbirlerinden hala net olarak ayrı durdukları görülüyordur. Yani bürokrasi, siyaset, yargı, yer altı dünyası ve medya kirlenmişse bile bu kurumlar hala etki alanlarını, sınırlarını ve konumlarını koruyor durumdadır. Bu etki alanlarından birisi diğerinin yerini ve gücünü ele geçirmiş değilse, buna “siyasi yozlaşma ve kirlenme” deniyor. 

Üçüncü tür ülkeler: Burada artık bürokrasi, siyaset, yargı,yer altı dünyası ve medya arasındaki sınırlar tümüyle belirsizleşmiş veya ortadan kalkmıştır.Kimin gazeteci, kimin siyasetçi, kimin yönetici ve bürokrat olduğu net değildir? Kim kime talimat veriyor, siyasetçi mi suç örgütünün lideri yoksa örgüt lideri mi siyaseti yönlendiriyor, belli değildir. Kirlenmeye karşı temiz toplum talebi yargıdan veya medyadan mı geliyor, yoksa suç örgütü lideri mi medyacıların ve siyasetçilerin suçlarını döküp temiz toplum çağrısı yapıyor? Bu ve benzeri soruların net yanıtları yoksa, işler iyice karışmış, giriftleşmişse o ülkedeki siyasal sistem artık “iflas ve çöküş” durumuna gelmiş olarak değerlendiriliyor.

Siyasi Yozlaşma ve Kirlenme Durumunu Çoktan Aştık
Ülkede yaşanan kirli ilişkilerin henüz bu kadar net ortaya saçılmadığı dönemlerde “siyasi yozlaşma ve kirlenme” dönemi yaşadığımızı düşünüyorduk. Oysa durum çok daha ileri seviyelere gelmiş durumdadır. Artık görüyoruz ki; kirli ilişkilerin giriftliği, karmaşıklığı siyasal sistemimizin “iflas ve çöküş” seviyesine geldiğini çok açık ortaya koymaktadır. 

Böylesi giriftleşmiş ilişkiler içinde temiz eller tarzı bir çağrıyı devletin cesur savcıları değil bir suç örgütü lideri başlatmış gibi görünüyor. Bir kısım medya çalışanları doğrudan suç niteliğindeki olayların içinde görülüyor. Bir gazeteci, kara para aklayıcısı firari sanıklarla yargı ve siyaset mensupları arasında milyonluk rüşvetler karşılığı ara buluculuğa soyunuyor.

Bir ülkede sistem;

  • Siyasetçinin mafyalaşıp, mafyanın siyasallaştığı;
  • Mafya liderinin şahsına özel af ile salınıp siyasetin göbeğine oturtulduğu, 
  • Demokratik siyasetin kriminalize edilip, yandaş kriminal suçluların baş tacı edildiği;
  • Gazetecinin mafya, bürokrasi ve yargı ile suç ortaklığının sıradanlaştığı; 
  • Yargının ve kolluğun iktidarın sopası haline geldiği ve sadece muhaliflere gücünün yettiği;
  • Bürokrasinin siyasallaşıp, iktidar partisinin il-ilçe örgütleri haline geldiği; 
  • Kolluğun iktidar destekli suç ekonomisine yol verirken muhaliflerin tepesine balyoz gibi indiği;
  • Kimin gazeteci, kimin mafya, kimin siyasetçi, kimin bürokrat olduğunun belli olmadığı;
  • Kurum ve kuralların bitirildiği, hepsinin sorumluluklarının ve icraatlarının birbirine karıştığı bir duruma gelmişse;

Ülkedeki bu dönem “iflas ve çöküş” dışında nasıl bir tanıma sığdırılabilir ki?