“Dava” sloganıyla siyaset arenasına giren “ampul” amblemli siyasi parti; Türkiye nüfusunun demografisini “dava” doğrultusunda değiştirmeyi amaç edinmiş gibi. ABD’nin BOP Eş-Başkanı görevlisi olarak, Arap Baharı’nda diz çöktürülemeyen Suriye’yi hal etmek üzere harekete geçti. O nedenle “kardeş Esad” aniden “düşman Esed” ilan edildi.

Esad iktidarının devrilmesi ve İhvan’ı Müslim’i iktidara taşımak için ABD’nin stratejisini, müslim görünümlü bir iktidar olarak uygulamaya girişti. Suriye iktidarının muhaliflerini (Nusra-İhvan), “eğit-donat” yöntemiyle organize ederek Suriye yönetimine saldırttı. Böylece Suriye’nin iç barışı bozuldu.

Kendi ülkesinde otorite sağlamaya çalışan suriye yönetimi, faşist ve zalim olarak ilan edildi.

ÖSO olarak silahlanan Suriye yıkıcı grupları, maaşlı hale getirildi. Bu nedenle bu kimselerin aile efradının “muhacir-göçmen” olarak Türkiye’ye akmaları sağlandı. Bunlara, Türk vatandaşlarının sahip olmadığı imtiyazlar-haklar verildi.

BOP’u gerçekleştirmek amaçlı ABD ve Türkiye’ye karşın, “sıcak denizlere ulaşma” amacındaki Rusya da Suriye meşru hükümetini destekledi. Böylece filler tepişmesi, çimenlerin ezilmesi başladı. Bu yüzden, organize şekilde gelmiş Suriyelileri, yeni mülteciler takip etti. Günümüzde toplam sayının 5.5-6 milyon olarak hesaplanıyor.

Türkiye’nin siyasi yönetimi, “ensar-muhacir” algısı yaratarak kamuoyunu uyuttu. Kendi yurdunu savunamayan veya bölmeye çalışan kaçkınlar için Türkiye, “ekmek elden su gölden” yaşanılan bir yer olarak görülmeye başlandı. Çekinerek geldikleri yerde, tanınan imtiyazlardan güç alarak, “burası sizlerin değil, bizimdir; siz yokken biz vardık” demeye başladılar.

Türk gençleri, Suriye bataklığında şehit olmaya gönderilirken, kendi yurdunu savunmaktan kaçan Suriye gençleri, Türkiye’nin sağladığı olanaklarla hovarda evlat gibi yaşamaya başladılar.

Canı istediği zaman memleketine ziyarete giden Suriyeliler, serbestçe dönüp geliyorlar. Birçok il ve ilçemizde yerleşik nüfustan fazlalaştılar. Misafir-mülteci olarak geldikleri Türkiye’de, daimi kalma imtiyazını da edinir oldular.

Sözde savaştan kaçmak için gelmişlerdi. Ama hiç birinin buradaki bedava yaşamı bırakıp gitmek gibi bir niyeti olmadığı ve olmayacağı ortaya çıktı.

Türk hükümeti, burada olan doğumlarla nüfusu 6.000.000’u aşan Suriyelilerin vatandaşlığa geçmeleri, kalıcı olmaları için özendirmelerde bulunuyor. Nitekim 1.250.000.000 liralık konut alan veya yatırım yapan yabancının yurttaşlığa kabul edilmesi koşulu; bu Suriyeliler için 250.000 liraya düşürüldü. Hükümet, 250.000 Suriyeliye vatandaşlık verildiğini, 1.000.000 kişiye daha vermeyi düşündüğünü açıkladı. Bu da hükümetin gerçekte mazluma sahip çıkmak değil, oy hesabı yaptığını ortaya koyuyor!

Suriyelilerin getirdiği yük, misafirliği aşıp “dağdaki geldi bağdakini kovdu” denebilecek boyuta ulaştı. Şımarıklıklar, aşırılıklar nedeni oluyor. Yarattıkları güvenlik sorunu nedenleriyle Türk halkının sabrı taşırdıkları gözüküyor: Ankara’da bir Türk gencinin öldürülmesi ve birinin yaralanması, önceki zamanlarda radikal dincilerin iki ayrı Türk gencinin kafalarını kesmeleri vb olaylar; göçmen gerekçeli misafirlik sınırlarının aşıldığını gösteriyor.

Türk halkı haklı olarak, “misafirlik bir gün, iki gün olur: oysa misafir evi elimizden alıyor” anlayışına evrildi.

Hükümetin BOP’tan sonra ABD’nin Afganistan projesini üstlenmesi ve bu nedenle milyonu bulan Afganlı gencin Türkiye’ye sorunsuz gelmesi; halkta yeni bir ürküntü ve panik yarattı.

Mutfak ve pazarlardaki yangınlar, ormanlara sirayet etmesiyle gönüller kararırken; işsizlik ve geçim darlığı ile yıkılan umutlara bir de sel felaketi eklendi. Yönetim orman yangınlarını söndürmek için dört milyon dolar bulup yangın söndürme uçaklarını aktifleştiremedi. İki yılı aşan pandemi sürecinde halka yardım edecek kaynak bulamadı. Ama Somali’ye 30 milyon dolar hibe ettiğini açıkladı. Bu da sabır taşını bile çatlattı!

Orman yangınlarında geleneğin aksine TSK olanaklarını kullanmaktan kaçınılması, her zihinde çeşitli sorulara ve moral bozukluklarına neden oluyor.

Hükümet edenler, sorumluluğu üstünden atıyor; bütün bu olanlara sebep olarak muhalefeti suçlu gösterme cingözlüğü yapıyor. Bu nedenle vicdanları kanatıyor!

CİNGÖZLÜK TAAMUDİ BİR HESAP GEREĞİ Mİ?

Görülen o ki; son 20 yıllık yönetim sürecinde Türkiye; sosyal, ekonomik ve dış politika açısında dar boğaza sokuldu. Fakat hala iktidarda kalmak hesabı yapılmaktadır. Bu nedenle “her yol mubah” görülüyor; “iktidar bir yana ülke bir yana” anlayışıyla hareket ediliyor.

Aslında Kuvayı Milliye Harekâtını boğamayacağını gördükten sonra Damat Ferit yerine Ali Rıza Paşa’yı sadrazamlığa atayan Sultan Vahdettin kadar bile aklı selim davranılmıyor. Çünkü Harbiye nazırlığına Cemal (Mersinli)Paşa’nın, Bahriye Nazırlığına Salih Paşa’nın, Genelkurmay Başkanlığına Cevat (Çobanlı) Paşa’nın, Harbiye Nazırlığı müsteşarlığına İsmet Bey’in getirilmesini kabul etmiş. Ali Rıza Paşa hükümetinin Mustafa Kemal Paşa’nın “askeri rütbe ve nişanlarını iadeyle “iade-i itibar” kararını onaylamış[1]. “Bir müddetten beri halk arasında artmakta olan ayrılık ve şüphelerin giderilmesiyle halk arasında uzlaşma ve birliğin sağlanması” gereğini itiraf etmiş. Abdülkerim Paşa gibi bir aklıselim kişinin telkinlerine uymuştur.

Yeni Osmanlıcı hükümetimiz ise; o Osmanlının son günlerini anımsatan “saray yaşamı” ile itibar sağlamaya çalışıyor. Her türlü eleştiri ve öneriyi elinin tersiyle itiyor; suçluyor. Liyakatsiz ve çok maaşlı kadrolarla halkımızın maddi-manevi olarak yaşadığı bunalım ve acılara aldırış etmiyor. Partisini hükümette tutmanın hesaplarını yapıyor!

Çünkü iktidardan uzaklaşmaktan korkuyor.

Cumhuriyet’in tüm kazanımlarını “beton” beşlisine yedirmiştir. Demokratik ilke ve gelenekleri yok etmiştir. Sınırları ateş çemberine ve kevgire döndürmüştür. Adaleti yok etmiştir. Büyük Meclisi işlevsiz hale getirmiştir. İnsani ilkeleri aşacak şekilde memleketi sığınmacı yurdu haline getirmiştir. Yoksulluk-yolsuzluk-yokluk (satın alma gücü olmadığından) arttırmıştır. Doğmamış çocukları bile döviz bazında 25-30 yıllık borç altına sokmuştur. Özellikle gençlerin umutlarını tüketmiştir.

Böylesi bir siyasal vebalin farkındadır.

“Din, iman, ümmet” edebiyatı ve “cehape zihniyeti” ajitasyonu ile halkı kandırmaya çalışıyor!

Yazık ki sabır taşı da, ampul de çatlamış bulunuyor!

O nedenle umudu, 6-7 milyonu bulan göçmene-mülteciye bağlamıştır.

Toplumsal barışı bozan ayırımcılık ve laiklik düşmanı tarikat, cemaat, ÖSO (SDG), el-Nusra, Taliban, el-Kaide ve hatta IŞİD gibi ortaçağ anlayışlı örgütlerle muhabbeti koyulaştırıyor. Dahası; Bayden hatırına Amerikan işbirlikçisi Afganlılara sınırı açarken, Taliban’a da “bizim dini anlayışımıza aykırı değil” mesajı yollanıyor.

Bütün bunlar, “dava” gereği yapılıyor. Zira ekonomik ve güvenlik zafiyeti, kaos yaratır. Halkın acz ve umutsuzluk içine düştüğü kaotik koşullarda rejimin kökten değiştirilmesi kolaylaşır!

Nitekim Merkez Bankası rezervlerini nereye gittiği belli değildir. Bunun gibi, 15 Temmuz “hain darbesi” ve neden “Allah’ın lütfu” olduğu da belli değildir. “Kumpaslar” ile iğdiş edilen TSK’nın parçalatılarak sınır ötelerine savrulması ile yitik silahlar da hala belirsizliğini koruyor.

Akıllara acaba “dava” milisi mi hazırlatılıyor sorusu takılıyor. SADAD ile “hırkalı amiral” bu yüzden mi müsamaha görüyor?

Görüldüğü kadarıyla dava, şimdilik S. Peker’in açıklamalarıyla bir “çökme” işidir!

Besili “beşli beton” müteahhitler ile “yandaş” basın; kamu olanaklarıyla kurulup büyütülen vakıflar ve Osmanlı hanedanı türü bir hanedan oluşturuluyor. Şimdilik “Kavakçı Aile” hanedanı oluyor. Yoksa Amerika’da öğrenciyken doktora başvurusunda bulunan Ravza Kavakçı, İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nde hemen işe alınır mı? Bir hafta sonra üniversiteye her türlü öğrenim, yurt, sigorta, uçak bileti gibi ücretlerin ödeneceği taahhüt edilir mi? El harçlığı verilir mi? Her ay hesabına 2000 dolar gönderilir mi? Toplam 155.000 dolar ile 59.000 tl ödenme yapılır mı?

Kavakçı Ailesinin Merve’si, Büyükelçi yapıldı. Gülhan’ı, Cumhurbaşkanı danışmanı yapıldı. Ravza Kan’ı milletvekili yapıldı. Eşi Osman Kan, Türkiye Hudut ve Sahiller Sağlık Genel Müdürü yapıldı. Diğer kız kardeş elif, Emine Erdoğan’ın () moda tasarımcısı yapıldı.

İBB’nin aynı KİPTAŞ’ı, yandaş “Atmaca Gayrimenkul” adlı şirkete nakit akışı sağladı. Zira, KİPT, 2015 yılında Başakşehir’de bir arsaya talip olur. Hemen ardından Atamaca Gayrimenkul Şirketi arsayı 49.556.000 liraya satın alır. 4 gün sonra da KİPTAŞ’a 130.500.000 liraya satar. Böylece AKP’li belediye, özel bir şirkete 81.000 000 liralık kar sağlamış olur. Bu keyfiyetin sorgulanması, hesap verirliği olmuyor!

Yaklaşık 20 yıldır Türkiye’yi yöneten AKP, 25 yıl yönettiği İstanbul, Ankara gibi büyükşehir belediyelerinde yaptıklarıyla nasıl cingözlük veya dava hesabı yaptığını gösteriyor:

ABD, 20 yıl önce demokrasi götürmek ve halkın yaşam seviyesini yükseltmek gerekçesiyle Afganistan’ı işgal etmişti. Sözde 11 Eylül 2001’de İkiz Kueleleri vuran terör gurupları (El Kaide ve Taliban) belasından Afganistan’ı kurtaracaktı. Bunun için 23’ü NATO üyesi olan 49 ülkenin askeri ve idari personeliyle NATO komutasında 130 bin kişilik bir kuvvet oluşturdu. Adı, İSAF’dır (uluslararası Güvenlik ve Destek Gücü). Kendisi de 90 bin kişiyle katılmıştı. Ne var ki şimdi pılını pırtısını toplamış, arkasına bakmadan 60 bin kişilik Talin ordusuna terk ediyor. Kendisiyle işbirliği yapmış Afganlıların korunması ve kurtarılmasını da, “Kabil Havaalanı koruma” örtüsüyle Türk fedailiğine bırakıyor.

Türkiye’yi yönetenler ise, ABD’nin itibarını yüceltmek için Suriye’de yaptığını yineliyor! ABD Başkanına verilen taahhüt gereği; sınırlar sonuna kadar Afganlı ne olduğu belirsiz gençlere açmıştır!


[1] “Mondros, Sevr ve Kuva-yı Milliye” s. 225, Taha akyol