Gerçekten yurtsever olan her yurttaş için, her türlü bölücü ve demokrasi düşmanı olan terörizm ve terör örgütler lanetlidir.

Bu; asla demokratik hak arama ile ilgili istem ve eylemlerle benzer tutulamaz.

Bir devletin barış içinde bütün yurttaşların “tasada ve kıvançta bütün” olması ülküsünün-idealinin gerçekleşmesini sağlayacak olan; demokrasi sandığı sonucu kurulan hükümetlerdir.

Devlet ile Hükümet ayırımı yapmayan, yapamayan her kişi ve kurum iyi niyetli olamaz.

Türkiye; 1984’lerden itibaren bölücü terörizm ile mücadelede büyük efor kaybetti. 2000’lerin sonlarında terörizmi bitirme ve toplumsal barışı sağlamada kabul edilen bir başarı sağlandı.

Hiçbir terörist hareket, belli odaklar tarafından destek görmezse; uzun soluklu bir mücadele sürdüremez. Türkiye’nin enerji kaybına yol açan, toplumsal barışı tehlikeye sokacak “ayrılıkçı terör” de, kesinlikle dış odaklar tarafından desteklendi. Bu destekçilerin başında, ne yazık ki Soğuk Savaş sürecinden beri “müttefik” olan devletler idi.

İki binlerden itibaren de “ayrılıkçı terör” örgütüne “sinsi terör” örgütü eklendi.

“Dost” gözüken, her zaman “düşman” gözükenden çok daha tehlikelidir.

Türkiye’nin “tam bağımsız” politikasından rahatsız olan, bu politikayı gerçekleştiren toplumsal barışı ve Türkiye’nin komşularıyla barışıklığını bozmak isteyen “dış güçler” denen emperyalist devletler, terör örgütlerini “maşa” olarak kullandı.

Türkiye’yi yöneten hükümetlere düşen görev; bu oyunu başarısızlığa uğratmaktır.

Ayrılıkçı Terör örgütünün eylemlerinin sona erdirildiği ve finansal olanaklarının tıkatıldığı bir aşamada; Türk siyasetinin muhterisleri fırsatçılığa başladılar. Ayrılıkçı terör örgütü liderinin yakalanıp “ada”ya konduğu bir süreçte; 2002 Kasım’ında sürpriz şekilde Adalet ve Kalkınma Partisi iktidara geldi,

Bu parti demokratik Avrupa Birliği ile bütünleşmek, “yokluk, yoksulluk ve yasaklar” sona erdirmek; toplumsal barışı sağlamak vaadinde bulunmuştu. Fakat “vesayet” diye ifade ettiği fobiden kurtuldukça; demokrasiyi bir araç olarak nitelemeye; intikam ifade eden bir “dava” gerçekleştirme amacında olduğunu açıklamaya başladı.

“Dava”nın gerçekleşmesi için, şeytanla bile işbirliği yapmak gerektirebilirdi. Tıpkı Sultan II. Abdülhamit’in Meşrutiyet vaat edip tahta çıkması ve ilk fırsatta Anayasa’yı rafa kaldırıp Meclisi kapatması gibi davranılmalıydı. Hamidiye Alayları kurup halkı birbirine vurdurması gibi; “Milliyet” olgusu “ayak altına” alınıp kompartımanlara bölerek “ümmet” var etmenin taşları döşenmeye başlandı.

Tükenmiş durumdaki “ayrılıkçı terör örgütü” ile gizli ilişkiler kuruldu. Aynı nitelikli bir diğer “sinsi” terör örgütüyle işbirliği yapıldı. Türkiye Cumhuriyeti sözcükleri devlet dairelerinin tabelalarından silindi. “Andım” okunması yasaklandı. Atatürk resimleri devlet dairlerinin duvarlarından indirildi. Türk ordusu, “dış güçler” gönüllerine göre kumpaslandı. Ayrılıkçı terör örgütüne askerin operasyon yapması yasaklandı. Bazı kentlerde terör örgütünün siperler oluşturması, mühimmat depolaması karşısında seyirci duruldu.

Bir taraftan Kandil’den gelenler “çadır mahkemeleri” ile karşılanarak şımartılırken, bir taraftan Irak’ın kuzeyinden Suriye’nin kuzeyine Peşmergelerin gösterilerle geçişi sağlandı.

Bu aşamada önemli görülen birçok insan, Abdülhamit’in yaptığı gibi “Nasihat Heyeti” olarak görevlendirildi.

Buna ek olarak; TBMM’de temsil olan bir siyasi partinin milletvekilleri de “ada” ile “Kandil” arasında aracı-elçi olarak görevlendirildi. Devlet güvenlik kuvvetleri koruması ve rehberliğinde ayrılıkçı terör örgütüyle görüşmeye götürülüp getirildi.

Bununla da yetinilmeyip “kırmızı halı” ile Diyarbekir’de karşılanan Barzani ile “megri megri” mitingi yapıldı.

Bütün bular; iktidarı daim kılmak içindi.

Dijital mektupla “nota” veren dönemin Genelkurmay Başkanı ile Dolmabahçe’de “mezara gidecek sırlar” paylaşıldı.

Ardından da aynı Dolmabahçe’de “ada” ile “Kandil” arasında “elçi-kurye” olarak kullanılan milletvekilleri ile hükümet üyeleri görüşme yaparak kamuoyuna “alay-ı vala” ile duyuruldu.

Fakat geçen zaman; hükmet olmak için halkı oyalayan-kandıran senaryoların sonunu getirdi. “Nasihat Heyeti” anlamında kullanılan “Ada-Kandil elçi kuryeleri” günah keçisi ilan edildi. İktidarın düşen oylarını yükseltmek için bir ajitasyon başlatıldı!

Gizli ortak olan “sinsi terör örgütü;” darbe ile “ayrılıkçı terör örgütü” kadar tehlikeli olduğu görüldü. Bir “milat” ilan edilerek yeni sinsi ortaklara yol verildi.

Hükümette kalmak, “dava” gerçekleştirmek,” dindar ve kindar nesil” yetiştirmek için o kadar konsantre olunmuş ki; Ege’nin elden çıkması “sorun” bile görülmedi. Suriye’den Mısır’a, Libya’dan Somali’ye dağıtılan Silahlı Kuvvetler; 2600 yıllık teşkilatlanmasının dışına çıkarılmakla fobilerden kurtulundu.

Hesapsız kitapsız harcamaların, israfa dönüşen ve İngiltere adli güvencesinde döviz garantili yapılan yol, köprü, havaalanı, hastane ve tünel müteahhitleri ile ekonomik krize benzin döküldü. Pandeminin getirdiği yokluk ve yoksunluk da tuz biber ekti. Mutfak ve pazarlardaki yangınlar peş peşe intiharlar getirirken; Suriye ve Irak’tan da şehitler gelmeye devam ediyor!

Böylesi koşullarda bir hükümetin ayakta kalması, işin doğasına aykırıydı.

Bu yüzden ve her şeye rağmen iktidarı bırakmak istemeyen hükümet; şeytanın bile aklına gelmeyecek stratejiler uygulamaya koydu: “Ada” ile “Kandil” arasında elçi-kurye olarak kullanılan milletvekilleri terör örgütü işbirlikçisi; Kuvayı Milliye ruhlu ana muhalefet partisi de bu milletvekilleriyle ilişkili olarak ilan edildi.

Olacak şey değildi.

Ülkenin birlik ve beraberliğe en çok muhtaç olduğu günlerde; partiler arası gerginlikle adeta toplumsal boyutta bir savaş yaratılmak isteniyor!

Bütün partilerin, baroların, derneklerin kongreleri yasaklandığı; kafe ve lokantaların bile kapatıldığı bir ortamda; pandemiye meydan okuyarak AKP kongreleri yapılmaya devam edilerek moral sağlanmaya çalışılıyor.

Kendisinin iktidar olmasını “milli irade” gereği olduğunu söylerken; muhalif partilere verilen oylar “milli irade” sayılmıyor.

Böylece iktidarın tükenmişliğe, denizin bitmiş olmasına rağmen yeniden “atı alıp Üsküdar’ı geçmek” planlanıyor.

Devlet denilen aygıtın direksiyonuna kurulmuş olan siyasi iktidar; devletin aleyhine de olsa her türlü yanlışı mubah görüyor. Ayıplarını örtmek için yapılanları devlete; iyi olanı iktidara mal ederek bir çifte standardı başarıyla uyguluyor.

Yani; Türkiye bir yana, AKP iktidarı bir yana gibi!