Son günlerde Türkiye’de yeni bir tartışma daha başlatıldı: Selefiler silahlanıyor…

Olay yeni değil ama hükümet sanki yeni bir olguymuş gibi Cübbeli Ahmet üstünden piyasaya sürdü.

Cübbeli Ahmet kim?

Halidi tarikatının bir laf ebesi…

Öbür dünyada yanmayacak kefen satan… Şeyhini, hastaları iyileştiren bir İsa Peygamber gibi pazarlayan… Kendisini masum gösterebilmek için “Peygamberin arkadaşları da zina yaptılar!” diyebilen… Peygamberin sümüğünün kutsal olduğunu iddia ederek kendisini de kutsallaştırmaya çabalayan bir Selefi…

Ama bunlar şimdi Irak ve Suriye’de kelle kesen cihatçı teröristleri kötü, kendilerini iyi gösteren bir kampanya başlattılar. Amaç, Türkiye’yi pençesine alan Selefi tarikatları gizlemektir. Kimdir bunlar?

Her yere dal budak salan Menzilciler… Bu Cübbeli’nin bağlı bulunduğu İsmailağacılar… Bunları yetiştiren İskenderpaşacılarSüleymancılarIşıkçılar vbb... Bu konuyu enine boyuna “TARİKAT KUŞATMASINDAKİ TÜRKİYE/Halidi Cehennemi” adlı kitabımızda açıkladık.

Sadece bunlar da dağil. Bu Halidi zihniyetle kurulmuş Ensar Vakfı, TÜRGEV, TÜGVA, Okçular Vakfı, İlim Yayma Cemiyeti gibi yüzlerce vakıf ve dernek de AKP’yi iktidarda tutacak Selefi din anlayışını sokaklara yaymakla meşguller.

NEDİR SELEFİLİK?
İslam tarihi açısından önemli bir soru da budur: Nedir bu Selefilik?

Selefî sözcüğü, “selef”ten türemiştir. Selef olan demektir. Selef ise önceden yaşamışları veya yaşanmışlıkları anlatır. Bu haliyle selefi, kendisini İslam konusunda en öncekilere bağlayarak doğru yolda olduğunu iddia eden kişidir. Bu çizginin ilk önemli ismi, Bağdat’ta 781-855 yılları arasında yaşayan İmam İbni Hanbel’dir. Sonra Harranlı İbn Teymiyye (1263-1328) Selefiliğin şartlarını ayrıntılı biçime soktu. Daha sonra ise bugünkü Suudi Arabistan’ın resmi mezhebi olan Vehhabiliğin kurucusu Muhammed bin Abdülvehhab (1703-1792) gelir.

Bunlar, kendi dönemlerini beğenmeyip İslam’ı düzeltmek için Sahabeleri ve Hz. Muhammet’i taklit etmek gerektiğini söylerler. Ama sözünü ettikleri sahabeler ve Hz. Muhammet kendi ideolojilerine hizmet edecek şekle sokulmuş yani Selefiliğe göre ayarlanmış öncülerdir.

Halkı bu sahte sahabe ve Peygamber fikrine alıştırmak için eskiden padişah-halife takımının kendi saltanatlarını kutsatmak için uydurttukları hadisleri Selefiler çok kullanırlar. Yüzde 99’u uydurma olan akıl ve bilim dışı sözleri asla doğruluğundan şüphelenmeden kabul ederler ve ona uymayı dinin şartı sayarlar.

Bu sahte hadisler kolayca benimsensin diye, yine eskiden sultancı din adamlarının uydurdukları İslam yorumlarını naklederler. Kendileri fikir üretmeyi küfür sayıp eskinin küflü fikirlerini bugüne aktarmayı (nakil etmeyi) imanın bir parçası olarak görürler.

Bunun için de aklı ikinci plana atarlar. Selefiler kitleleri ipnotize edebilmek aklı kötülemek zorundadırlar. Onlar, “Düşünme, kabul et. Aklını kullanma, iman et yeter!” kuralına göre çalışırlar. Akla ve bilime düşman oldukları için İslam dünyasındaki her yeni fikre ve teknolojik gelişmeye de şiddetle düşmandırlar. Yine, insanları düşünmeye sevk edeceğinden dolayı Müslümanların kıyas yapmasını bile istemezler. Böylece kör inançlara tutsak edilmiş bir toplum yaratırlar.

Bundan sonra da kendileri gibi düşünmeyen Müslümanları kâfir ilan ederler. Onlarla savaşı kâfirlerle savaş gibi kutsarlar; hatta ve hatta Suriye-Irak örneğinde olduğu gibi farklı inançtan Müslümanla savaşı kâfirle savaştan bile önemli sayarlar.

1750’lerden sonra Arabistan’da hortlayan Selefilik (Vehhabilik) Osmanlıları ve Hanifi Müslümanları da kâfir olarak göstermiş ve Osmanlı Devleti’ni bu iddia ile arkadan vurarak zayıflatılıp çökertilmesinde birinci rolü oynamıştır. Ama ne yazık ki tarihçilerimiz bu açı ve yıkıcı gerçeği görmek istemektedirler. Bu konuyu Arapçılık bağlamında ele alan tepki de bu yüzden eksiktir, yanlıştır.

İDLİB GERÇEĞİ
Dönemin Müslümanlığını beğenmeyip en baştakilere (Seleflere) bağlıymış gibi gözüken zihniyet, 658 yılında Hz. Ali’nin karşısına Haricilik biçiminde çıkmıştı. Sonra Vehhabilik olarak devletleşti. Peşinden İhvan-ül Müslimin (Müslüman Kardeşler/İhvancılık) olarak Mısır’da yüz yıl önce yeniden hortladı ve İslam dünyasının her yanına yayıldı.

İhvancılık, Türkiye’de AKP eliyle iktidara taşındı. Peşinden Mısır’da iktidar oldu. Suriye’de İhvancı-Selefi harekete direnen Beşşar Esat rejimini yıkmak için AKP iktidarları Selefilere her türlü desteği verdiler. Üç ay içinde Suriye rejimini devirip Şam’daki Emevi Camii’nde namaz kılma nutukları atıldı. Binlerce Türk genci Selefilere katıldı. Selefiler, Türkiye’de dernekler kurarak örgütlendiler, camilerden gençleri devşirdiler. Onlara her türlü maddi destekler de verildi. MİT Tırları davası da bunun bir yansıması oldu.

Ama Suriye hükümeti Selefileri yendi. Sonuçta hayatta kalan Selefi teröristler İdlib’e doluştular. Esat güçleri bu teröristleri kuşatınca araya Türk askeri gözlem noktaları sokuldu. Buralarda onlarca askerimiz şehit edildi. AKP iktidarı İdlib’deki Selefileri korumak için neredeyse Rusya ile çatışmayı göze aldı. Başta AKP Lideri Erdoğan olmak üzere, siyasal dinciler Selefi teröristleri “masum halk” göstererek korumayı şimdilerde de bütün güçleriyle sürdürüyorlar.

Gerçek çok açık: Başımızdaki bu hükümet, ideolojik akrabası olan Selefileri asla ve asla ortadan kaldırmaz. Sadece kamuoyunun gözünü boyamak veya çok bozulan ekonomik şartları gizlemek için basit polis operasyonları ile aşırı noktalar geçici olarak pasifize edilebilir.

Ne yazık ki Türkiye de öbür Müslüman ülkeler gibi Selefiliğin vahşi saldırısı altındadır. Yöneticiler, onları kullanarak saltanatlarını sürdürmenin derdindedirler. Bu bela iktidar değişikliği olmadan ortadan kaldırılamayacaktır.