Tabutun arkasından binlerce kişi yürür, mezarlıkta aile bireyleri, yakınları, eş dost, bir de imam kalır. Gündüz nara atanlar bir dahaki cansız bedenin ardından bir ‘şehitler ölmez’e gecesinin programı içinde enerji toplarken, yılan-çıyan-sıçanın taze etine yumulduğu naaş sahipleri ‘aha da öldü’ der.

Anasının içini açsana…

Gündüz vakti 20’lik delikanlıyı toprağa teslim eden ananın yüreğini bi açsana…

Bi sorsana kamerasız, bürokratsız, omzu kalabalıksız evde, kendi aralarında sessiz sedasız nasıl bir iletişim içindeler;

Bi dinlesene…

O çocuğu terlikle kovalayan, kızdırdığında taş atıp başından yaralayan, bir kızın elini tuttuğunda ‘oğlum var’ diye gururlanan kadının frekanslarına bi girsene; bak o zaman kimin öldüğünü görür, öğrenirsin. Ve o sessiz çığlıktaki ağıt var ya;

Gömdüm Oğul Seni Toprağa Gömdüm

Kanlı Gözyaşımla Pınara Döndüm

Tabutun Üstünde Dirildim Öldüm

Seni Vuran Eller Kırılsın Oğul

Dizelerine taş çıkartır…

Hatta, edebiyattan hiç nasibini almamış kadının dizenin son sırasını ‘seni vurduran’a çevirdiğini görür duyarsın…

Çocuklar ölüyor, öldürülüyor…

Şehitlerin ölüp ölmediğini belki giden ya da gidecek olan bilir; orası da kitaba dayandırılan motivasyona bağlı ama, bir gerçek var;

Askerler ölür!

Ömrü savaşlarda, girdiği cephelerde en önde geçen Atatürk’ün ‘Milletin hayatı tehlikeye düşmedikçe savaş bir cinayettir’ sözü kulak arkası edilerek ne uğruna olduğunu bilmediği savaşa sürülen askerler hiç zorunlu bir görev olmasa da ölür, öldürülür…

Bütün canlılar gibi insanlar da ölür, yok olur.

Giden bitmiştir, ‘Kral öldü yaşasın kral’ örneği…

Yani, gidenin yeri boş kalmayacak; ‘şehitler tepesi boş kalmayacak’ der gibi. Para kasası sanki. Çocuklar sıraya diziliyor, ölüme gönderiliyor, yeni analar ağlamaya hazırlanıyor.

Bizde bi laf var:

‘Benim anan ağlayana kadar senin ana ağlasın!’

Var mı o çocukları ölüme hazırlayanlar cephesinde ‘şehit anası’ mertebesine ulaşmak isteyen bi ana!

Neyse, onu bunu bilmem, ama diyeceğim şu:

Şehitleri bilmem, askerler ölür!