Sonbaharın sabah güneşi ılık ılık camdan içeriye doğru üzerime üzerime geliyordu. Üzerimdeki miskinlik hat safhaya ulaşmış, uzandığım kanepeden hiç mi hiç kalkasım gelmiyordu. Ev hali işte, bir yerde mecburen miskinliğe son verip kalkmak zorunda kalıyorsunuz…

Hani hep şairlerimiz, ozanlarımız derler; sonbahar hazan mevsimi, hüzün mevsimi diye… Öyle ya kısalan günler, sararan yapraklar, yağan yağmurlar ve esen serin rüzgârlar hangimize hüzün vermez ki?

Kimimiz gelip geçen ömrümüze yanarken, kimimiz sevgiliyle geçen güzel yaz günlerinin özlemini hayal edip iç geçirirken. Kimimiz de dünyayı kasıp kavuran salgının pençesine düşen hasta yakınlarımız ya da arkadaşlarımıza iyileşmeleri için iyi temennilerde bulunmaya devam ederiz.

Böyle karmaşık duygular içerisindeyken kendimi birden sokakta buldum.

Düşündüm... Gazeteye mi gitsem diye. Etrafıma bakındım gözümün alabildiği her yer çam ağaçları hariç sararmış yapraklarla dolu. Bir taraftan da sonbaharın ılık güneşi insanı baştan çıkarırcasına hafiften hafiften kendini hissettirmeye başlamıştı.

Sonra içimden boşver Ali, senin yolun Kağıthane sahiline doğru gider dedim. Ardından Cendere sahiline doğru yöneldim. Cendere... Bizans döneminde adı Barbisos olup daha sonra İstanbul’un Fethinin ardından bir rivayete göre buralarda kâğıt değirmenlerinin oluşundan bu bölgenin adının da Kâğıthane olarak kaldığı söylenmekte.

Bulunduğum yerden Cendere sahiline doğru yürürken yol üzerindeki çınar ağaçlarından dökülen sararmış yapraklardan dolayı gazellerle doluydu. Mahallenin kedileri ve köpekleri bu gazeller üzerinde dostça oynaşırken arada bir neyi paylaşamıyorlarsa birbirlerine sertleşiveriyorlardı. Ardından yine dostluk kazanıyor oynaşmaya devam ediyorlardı.

Kedi ve köpeklerin oynaşmalarını seyrederken sahil yoluna kadar gelmiştim. Sahil yolu derken öyle deniz kenarı filan değil. Cendere’nin kenarı. Hoş, derenin etrafında tek yeşil alan bu geldiğim taraf kalmıştı ya. Diğer tarafları gökyüzüne doğru uzayıp giden yüksek yüksek plazalarla çevrelenmeye başlamış. Allah muhafaza, bir şiddetli yağmur sel olsa, dere kaybettiklerini almak istese, öfkeden taşarak aksa... İnsan olacakları düşünmeden edemiyor.

Derenin etrafındaki ardıç ve çam ağaçları bütün görkemleriyle, yaprakları sararak dökülen çınar ağaçlarına karşı meydan okurcasına yemyeşil durmaktaydı.

Ara ara sahil kenarına konan bankları da yaşlı insanlar işgal etmişlerdi. Pek de oturacak yer kalmamıştı. Banklarda oturanların bir kısmı pandemi kurallarına uyarak maskelerini takmış. Kimisi de salgın hastalığa karşı meydan okurcasına ne bir maske takmış ne de başka bir önlem almıştı. Hayat gayet normal seyrindeydi.

İlk gördüğüm bankta oturan 75-80 yaşlarında yaşlı teyze ve amcaya yaklaşarak neden maskelerini takmadıklarını sordum: Yaşlı amcadan aldığım cevap ise hayli düşündürücü ve biraz da üzüntü vericiydi. Aldığım cevap karşısında “işte çaresizlik bu olmalı" diye düşündüm. Yaşlı amca soru üzerine çukurlaşmış ve yıllara meydan okuyan gözlerini üzerime doğru çevirdi. Ardından eliyle “yaklaş” diyerek işaret etti. Bir iki adım daha kendisine yaklaştığımda “bak evlat üç beş gün sonra bizi yine evlere hapsedecekler. Herbirimize vebalıymışız gibi davranarak marketten, bakkaldan, pazar yerlerinden hatta şu gördüğün parklardan bile mahrum edecekler. Sonra işin en acısı nedir bilir misin” dedikten sonra o yaşlı gözler hüzünlenerek buğulanmaya başladı. Usulca elinin tersiyle buğulanan gözlerini silmeye çalıştı. “Evlat” dedi. “Buyur amca” dedim. Birden yüzünü saran tebessümle “benim iki çocuğum var. Dört de torun. İşte onlar uzaktalar. Hem de çok uzaktalar” derken yanındaki yaşlı teyze de onu onaylayarak kafasını yukarı aşağıya eğip kaldırdı. Ben yine duramadım sormaya başladım. Öyle ya bir hayat hikâyesi yakalamıştım. Dedim: “ne kadar uzakta çocukların ve torunların?” Gözlerini benden kaçırırcasına dereye doğru baktı. Biraz düşündü. Ben tekrar “ne kadar uzakta” diye sordum.

Biraz düşündükten sonra az önce gözlerini benden alarak dereye doğru çeviren yaşlı adam, yüzünü tekrar bana doğru çevirerek “sen kimsin? Niye bana sorular soruyorsun” diye soruya soruyla yanıt verdi. Böyle bir yanıt alacağımı hiç aklımdan geçirmemiştim. Biraz şaşırmıştım. Çünkü birkaç dakika önce gayet samimi bir sohbet ilerliyordu. Şaşkınlığımı gizleyerek gazeteci olduğumu söyleyince “öyle mi...” dedikten sonra yine yönünü dereye doğru çevirerek beklemeye başladı. Bu arada yanındaki teyze -eşi olsa gerek- hiç konuşmadan sessizce olup bitenleri izliyordu. Birden yaşlı amcaya dönerek “bey” dedi; “Niye söylemiyorsun?”

Ben bu diyalog karşısında biraz daha meraklanarak amcanın ne anlatacağını beklemeye başladım. Amca bir süre sonra bana dönerek “Evlat biz yıllardır yapayalnız buralarda yaşarız. Çocuklar Yaşar ile Hüseyin. Önce Yaşar gitti. Ardından Hüseyin’i de yanına aldı. Başlarda karı koca sevinmiştik çocuklar yurtdışına gitti, kendilerini kurtardı diye… Ah be evlat onlar kendilerini kurtardı da, ya biz? Her gün şu yürekciğimiz yanıp kavruluyor. İşte ondandır ölmek isteriz. Biraz önce dedin ya neden maske takmıyorsunuz diye işte ondan takmayız. Belki bu illet bize de bulaşır da karıkoca ikimizin de canını alır bu diyardan evlat...”

Ne diyeceğimi şaşırdım. Kısa sürede kendimi toplayıp "olur mu öyle şey amca" diyerek biraz teselli etmeye çalıştım. Sonra oradan ayrıldım ama hep aklım onlarda kaldı…

COVİD-19’A KARŞI TEDBİRLER GEVŞEDİ
Koronavirüs salgını yaz mevsiminde etkisini biraz olsun azaltmış, günlük vaka sayıları çift rakamların altına düşmüş, Covid-19’dan dolayı yaşamını yitirenlerin sayısı da yirmilerin altına inmişti. Dünyada olduğu gibi ülkemizde de Covid-19 virüsüne karşı alınan önlemlerde önemli bir gevşeme ve ihmaller ardı ardına gelmeye başladı. Bu durumda haliyle salgın hastalığın daha geniş kitlelere yayılmasını neden oldu.

Ülkemizde ise Sağlık Bakanlığı'nın açıklamalarına göre, son 24 saatte 55 yurttaşımız hayatını kaybederken 1402 hasta yurttaşımız da iyileşti. 9 Ekim itibariyle ülkede yapılan toplam test sayısı 11 milyon 402 bin 342, buna göre toplam vaka sayısı 332 bin 382, toplam yaşamını yitirenlerin sayısı 8 bin 722, toplamda ağır hasta sayısı ise 1398. İyileşenlerin sayısı ise 291 bin 754 oldu.

Dünya Sağlık Örgütü’nün verilerine göre, dünya genelinde hayatını kaybeden kişi sayısı 1 milyon 72 bin 852, virüs tespit edilen kişi sayısı 37 milyon 121 bin 450. Dünya genelinde hastalığı yenerek iyileşenlerin sayısı ise 27 milyon 903 bin 233.

Salgın hastalıktan dolayı dünya genelinde insanlar sonbaharda ağaçların yaprak döktüğü gibi bir bir yaprak gibi sararak toprağa düşmeye devam ediyor.