Öyle tembel ki işine gelmeye gör... İnsanın karşısına dünyanın en tembel, en vurdumduymaz hayvanı olup çıkıveriyor. İşine geldi mi de dünyanın en tatlı, en anlayışlı arkadaşı... Seni saatlerce dinleyebiliyor. Dinlerken de hiç sözünü kesmiyor, anlattıkların hoşuna gitse de gitmese de seni sabırla bekleyerek dinliyor. İnsanı hiç mi hiç azarlamıyor. Makamı ve statüsü ne olursa olsun!

Bugün sabah yine Çomar’la sitenin bahçesinde karşılaştık. Sırtüstü uzanmış, dünya umurunda değil.

Çomar’ın bu hâli sabah sabah sinirlerimi bozmuştu. Yanına yaklaşarak ayağımla sertçe dürttüm. “Kalk ulan tembel herif!” dedim. Çomar’dan ses seda yok. Güneşe karşı açmış bacaklarını sırtüstü yatmaya devam ediyordu.

“Ya sabır…” diyerek yanından uzaklaşıp bir iki adım attım. Arkamdan havlayarak yattığı yerden kalktı. Kızmıştım bir kere biraz önceki vurdumduymaz hâline, dönüp bakmadan yoluma devam ettim. Arkamdan nereye gidiyorsun dercesine öfkeli öfkeli bir iki daha havladı. Bendeki inat Çomar’da yoktu. Dedim ya! Bu sefer ben inat ettim, dönüp bakmadım bile.

Çomar bizim sitenin doğal bekçilerinden biriydi. Altı kardeşin içerisinde tek kahverengi, aynı zamanda da en tembel ve şımarık olanıydı. Daha dün gibi hatırlıyorum, iki yıl önce anneleri sitenin bahçesindeki güllerin altında onları dünyaya getirmişti. Küçücüklerdi. Anneleri onları göz bebeği gibi koruyordu. Yanlarına kimseyi yaklaştırmıyordu. Aradan iki yıl geçmişti. Çomar ve kardeşleri sitede karın tokluğuna bekçilik yaparlardı. Yabancı biri sitede dolaşmaya görsün, o tembel Çomar herkesten önce yabancının yanına dikilir, kabadayılık ederdi.

Tembel ve şımarık olmasına rağmen çok da duygusal bir köpekti. Aslında Çomar’ın bu duygusallığını biraz da kullanmak istemiştim. İçimden “Nasıl olsa şimdi arkamdan nefes nefese kalarak koşup gelecek.” Ben de zafer kazanmış bir komutan edasıyla güne başlamış olacaktım. İşte biz insanoğlu, bazen çok sevdiklerimiz karşısında bile egolarımızı tatmin etmek için bencilleşiveriyoruz. Galiba bu özellik birçoğumuzun geninde var.

Dedim ya! Biz insanlar, işimize gelmedi mi öyle bencilleşiyoruz ki sabah güneşinin tadını çıkaran Çomar’ı ayağımızla sertçe dürtecek kadar üstelik. Sonra da onun size karşı sevgi dolu zaaflarını kullanarak egomuzda doruk noktasına ulaşıyoruz. Aynı şey kendimize yapılsa ne yaparız diye hiç düşünmüyoruz.

Düşünsenize, bir sabah aynı şekilde kahvenizi içerken bahar güneşinin tadını çıkarıyorsunuz. O çok sevdiğinizi sandığınız Çomar, gelip ikide bir paçanızdan çekerek sizi rahatsız ediyor. Bak işte o zaman Çomar’a neler neler yaparsınız! Önce onun isminin Çomar olduğunu unutup “Hoşt, itoğlu it” dersiniz. Onun bir it olduğunu, hayvan olduğunu yüzüne karşı, burun kıvırarak hatırlattığınız yetmiyormuş gibi bir de elinizde ne varsa üzerine doğru fırlatırsınız. Hadi böyle davranmayız deyin. Diyemezsiniz çünkü genlerimizde var. Bir de kalkar Müslümanlıktan bahsederiz. Sonra da kalkar Allahutaala’nın yarattığını horlarız. Neymiş efendim o hayvan imiş!

Neyse!

İnsanoğlu değil miyiz?

Yoktur birbirimizden farkımız.

Çomar nereden bilecekti ki Aralık ayında Çin'in Wuhan kentinde ortaya çıkan ve 170'in üzerinde ülkeye yayılan corona virüsün bulaştığı kişi sayısının 169 bin olduğunu ve Covid-19 hastalığı yüzünden ölenlerin sayısının 6 bin 400'ü aştığını. Sonra bu virüsün Sağlık Bakanı Fahrettin Koca’nın açıklamasına göre Türkiye’de de ölümlere sebep olduğunu nereden bilebilirdi ki Çomar?

Benimki de iş işte, sabah sabah çatacak kimseyi bulamadım, Çomar’a çattım. Ülkede yaşanan onca saçma sapan gelişmenin ardından Sağlık Bakanlığı ve İçişleri Bakanlığının corona virüs salgınının daha fazla yayılmaması için aldığı önlemler kapsamında, umuma açık istirahat ve eğlence yerleri olarak faaliyet gösteren işyerlerinin geçici bir süre kapanması, ardından bazı siyasi partilerin vurdumduymaz bir şekilde yurttaşların sağlığını hiçe sayması, Diyarbakır örneğinde olduğu gibi törenle toplu üye kaydetmesi… gibi saymakla bitmeyen örnekler.

Bütün bunlar yetmiyormuşçasına bir de Ahmet Mahmut Ünlü’nün -namıdiğer Cübbeli Ahmet sahtekârı- Sağlık Bakanlığının corona virüsten korunmak amacıyla yurttaşlara uyması gereken bilimsel korunma yöntemleri dururken yurttaşlara din simsarlığı yaparak “132 kere bulaşıcı mikroplardan korunma duası okuyun.” diye fetva vermesi.

Bir tarafta Bakanlığın yurttaşlar için alması gereken tedbirleri ardı ardına duyurup uygulaması -ki doğru olan bu- diğer tarafta ne idiği belirsiz, sahtekâr din istismarcılarının ortaya çıkarak inananların kafasını karıştırması… Bu durumlar, hâliyle epey canımı sıkmıştı.

Ben de bu can sıkıntısının verdiği moralsizlikle sokağa çıktığım sıralarda Çomar’ın o rahat ve vurdumduymaz hâlini görünce attı tepemin tası. İşte memlekette gücü yeten yetene, benim gücüm de Çomar’a yetmişti.

Çomar daha sonra koşa koşa yanıma geldi. Sitenin içerisindeki parka doğru birlikte yürüdük. İlk gördüğüm banka oturdum. Çomar karşıma geçerek arka ayaklarının üzerine oturup kafasını sağa sola sallayarak sanki bana biraz önceki hareketimden dolayı gönül koymuş, neden böyle bir şey yaptığımı soruyordu. Utandım.

Çünkü benim Çomar’a biraz önceki davranışım gibi herhangi biri bana aynısını yapsa ne yapardım? Herhalde kıyametleri koparırdım. Çomar ise tam tersini yaparak adeta insanoğluna ders vermek istercesine bana sevecen, samimi davranışlarıyla ders veriyordu. İşte bu yüzden Çomar’a karşı tavrımdan utandım. Sonra Çomar’ın kulaklarından başlayarak ensesine doğru onu okşadım. Çomar bu harekete bayılıyordu. Bu hareketimin ardından Çomar iyice yanıma yaklaşarak şımarıklıklar yapmaya başladı. Çomar işte! Ne yapsa yeridir, dedim. İnanın, Çomar Cübbeli’den de daha birçok böyle aklıevvel insandan da daha akıllı ve zararsız.

Lütfen Çomar ve diğer sokak hayvanlarına iyi davranalım. Onlar ne çıkarları doğrultusunda hareket ederler ne de insanoğlunun inançlarını Cübbeli örneğinde olduğu gibi istismar ederler.