20 Mart 2020

Aralık 2019 yılında Çin'in Wuhan kentinde ortaya çıkan çağımızın vebası corona virüs tüm dünyayı kasıp kavururken ülkelerin ekonomileri de altüst olmaya devam ediyor. Birçok ülkenin ekonomi kurmayları, ülkelerinin ekonomilerini düzeltmek için çeşitli önlemler alırken AKP’li Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan da 18 Mart’ta Çankaya Köşkü'nde yaptığı toplantıda “Küresel, siyasi ve sosyal düzende köklü değişikliklerin yaşanmasının muhtemel” olduğunu söyleyip “Bundan sonra da hiçbir şeyin eskisi gibi gitmeyeceği”ni vurgularken bir dizi ekonomik önlem paketini de beraberinde açıklamıştı.

Erdoğan’ın bu açıklamaları her zaman olduğu gibi sadece küçük bir azınlığı mutlu etti. Emekçinin ve küçük esnafın derdine derman olmayan bu önlemler yüzünden halk, kendi başının çaresine bakmanın yollarını aramaya koyuldu. Bir taraftan evine kapanıp mecbur olmadıkça dışarı çıkmayan yurttaşımız kendince virüsün pençesine düşmemek için uğraşırken bir yandan da ekonomik dar boğazın getirdiği sıkıntılarla yüzleşiyor.

Bugün ben olayın başka bir yönüne odaklanmak istiyorum. Dünyayı ve ülkemizi saran bu salgın hastalığın halkımız üzerinde sosyal ve kültürel olarak ne gibi etkilerinin olduğunu araştırarak yazmak fikri de buradan çıktı. İşte bu yüzden geçtiğimiz günlerde başladığım röportajlar dizisine bugün de devam etmek istedim.

Gün itibariyle Sağlık Bakanı Koca’nın halkı bilgilendirme amaçlı yaptığı açıklamada, son 24 saatte yapılan bin 981 testten 168’inin pozitif çıktığı da belirtiyordu. Koca’nın bu açıklamasına göre mevcut yüz 91 olan hasta sayısı 359’a yükselti. Ülke genelinde de hayatını kaybedenlerin sayısı 4’e ulaştı.

Sağlık Bakanı Fahrettin Koca’nın bu açıklamalarının ardından İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu da virüsten korunma amaçlı çeşitli önlemler alarak toplu taşıma araçlarında kısıtlamalara gidileceğini duyurdu.

Virüsün daha geniş kitlelere yayılmasını engellemek amacıyla gerek Sağlık Bakanlığı, gerek İçişleri Bakanlığı ve yerel yöneticiler çeşitli tedbirler alıyor. Bunlar aslında yerinde olmasına rağmen maalesef geç kalınmış önlemler. Bu tedbirlerin yanı sıra küçük esnafı koruyucu bazı önlemlerin de geç kalınmadan alınması sosyal açıdan da önemlidir, diye düşünüyorum.

Bugünkü röportajımı mahallenin sevilen berberlerinden biri olan Sadettin ve kardeşi Hasan’la yapmayı planladım. Hem fırsattan istifade belki bir de saç sakal tıraşı olurum diye düşündüm.

Haber merkezinden çıkarak Çeliktepe otobüs durağına doğru yürüdüm. Köşedeki Simit Kafe’nin önünden sağa dönerek Adıyamanlıların fırınının önünden geçip Berber Sadettin’in dükkânına geldim. Saat 10.20’yi gösteriyordu. İçerideki koltukların üçü de boştu. Hâlbuki daha önceleri tıraş olmaya geldiğimde hem koltuklar dolu olurdu hem de sırada birkaç kişi bulunurdu.

Sadettin yaklaşık 30 yıl önce Samsun’dan çıkarak İstanbul’un Kağıthane ilçesine gelmiş, Çeliktepe Mahallesi'nde berber çırağı olarak mesleğe ilk adımı atmış. Ardından kalfalılık falan derken mesleği öğrenmiş, küçük kardeşi Hasan’ı da memleketten getirerek birlikte çalışmaya başlamışlar. Berber dükkânından içeriye girdiğimde her zamanki gibi ilk lafları “Abi hoş geldin, çay içer misin?” oldu. Ardından hemen sordum, “Ne o, bugün kimse yok galiba!” Saadettin “Yok be abi! Bir haftadır mahvolduk. Ben 20 yıldır burada berberlik yapıyorum böyle bir şey görmedim. Corona virüs yüzünden kimseler gelmiyor. İnsanlar bir yerde de haklılar. Hasta olmaktan korkuyorlar. Baksana ortalıkta kimseler yok. Hem her gün hasta sayısı da katlanarak artıyor. Dünyadaki ölümler de keza aynı şekilde katlanarak artıyor. Olağanüstü hâl ilan etseler de biz de dükkânı kapatıp memlekete gitsek. Vallahi bütün hazırlıkları yaptık hemen Samsun’a gideceğiz.” dedi.

Hasan “Tıraş olacak mısın abi?” diye sordu. “Evet” dedim.

Sonra Sadettin sakal tıraşı yapmak için sakallarımı köpürterek fırçalamaya başladı. Bu arada Hasan “Keşke hiç İstanbul’a gelmeseydim. Keşke köyde kalsaydım!” diye Söylendi. Ben de Hasan’a, “Neden İstanbul’a geldin? Köyünde iş yok muydu?” diye sordum. Hasan “Abi ben İstanbul’a geleli tam 25 yıl oldu. O zamanlar abim Sadettin berber kalfası olmuştu, bende onun yanına çırak olarak başlamıştım. Sonra abim usta oldu, ben de kalfa… İşte o gün bugündür, abi kardeş burada çalışıyoruz. O zamanlar köyde tekel vardı, kapandı; tarım ve hayvancılık da bitmişti. Köyde yapacağım bir iş yoktu. Ben de o bahaneyle kalkıp İstanbul’a geldim.” dedi.

Hasan’a, “Erdoğan birkaç gün önce Ekonomik Önlemler Paketi açıkladı, bu paketten siz yararlanamıyor musunuz?” diye sordum.

Hasan, “Bu paketin esnafa işçiye bir faydası yok ki abi, bu paket sadece zenginlerin işine yaradı.” dedi. Ardından da “Keşke Cumhurbaşkanımız biz küçük esnafları ve işçileri de düşünseydi. Şimdi birçok işveren işçisini çıkarıyor, bu insanlar nerede çalışacak? İşsiz güçsüz ne yapacaklar şimdi? Böyle giderse zengin fakir savaşı çıkar abi. Devlet bu işsiz insanlara bir ödenek verecek mi? Hem küçük esnafın kirası, elektriği, vergisi, sigortası…” diye anlatmaya devam etti.

Sonra Hasan’a tekrar sordum, “Bu corona virüsü sizin işi ne kadar etkiledi?"

Hasan, “Abi bizim işte yüzde 80 kayıp var. Diğer esnaf arkadaşlar da aynı durumda.” diye yanıtladı sorumu.

Neden dükkânını kapatmadıklarını sorduğumda ise Sadettin, “Abi aslında bizim meslek şuan virüs taşıma konusunda en hassas meslekler arasında. Düşünsene, ben ya da başka bir meslektaşımın virüs taşıdığını! Allah korusun günde kaç kişiye virüs bulaştırır? İşte bu yüzden bir an önce berberleri geçici bir süre kapatmaları lazım.” diye uyarı içeren bir cevap verdi.

Daha sonra Hasan, “Abi keşke devlet büyüklerimiz bize de yardım etseydi de biz de kapatsaydık.” dedi. Ben de, “Hasan dükkânı kapatmanızda yasal bir engel mi var?” diye sordum. “Hasan, Abi nasıl kapatalım ki? Eelektrik, kira, vergi, sigorta, Bağkur vs. nasıl ödeyeceğiz?” dedi.

Hasan’a tekrar sordum: “Peki Hasan, diyelim ki memleketine gittin... Devlet sana imkân verse köyünde kalır mısın?” Hasan, “Kalmaz olur muyum abi, tabii ki kalırım, kim kalmaz ki?” diye cevaplamasının ardından da “Büyük şehirlerde bizim gibi köyüne dönerek tarım ve hayvancılık yapmak isteyen binlerce insan vardır. Devlet onlara yardım etse herkes köyüne döner. Millet köyüne dönünce de köylerde tarım, hayvancılık üretimi yeniden başlar. İşte o zaman ülkemizde dış devletlerden saman, tahıl, hayvan ve et ithal etmek zorunda kalmaz.” diye devletten beklentilerini bir biri ardına sıraladı.

Hasan daha sonra, “Abi bir de şöyle bir durum var.” dedi. Sözlerini tarttığı belliydi. “Bir bakıyorsun AVM’ler açık, camiler kapalı. Çay ocakları açık, kıraathaneler kapalı. Simit kafeler açık, börekçiler kapalı. İşte bunu da anlamış değilim!” Devletin kafasının ne kadar karışık olduğunu ifade ediyordu.

Akşama doğru röportajı yazmaya başladığımda Türkiye’ye 10 gün önce giren corona virüs, vaka bazında açıklandığı ilk günden beri katlanarak artmış; bugünkü vaka sayısı 311’e, toplam enfekte hasta sayısı 670’e ve maalesef ölü sayısı 9’a yükselmişti.