Yıl 1996… Akşam Gazetesi’nde köşe yazarıyım. Askerden yeni gelen bir gazeteci arkadaş, dedi ki: “Rıza Bey, kışlada tehlikeli yazarlar listesinde adınızı gördüm, çok şaşırdım. Neden böyle ki?”

Hani şu ünlü 28 Şubat süreci var ya… O süreçte ben bile dönemin paşaları tarafından solcu ve bu yüzden tehlikeli gösteriliyordum.

NATO’ya girdikten sonra Türk ordusunu ele geçiren Amerikancı generaller, ABD’nin komünizmle mücadele programının gönüllü elemanlarıydılar. Bu yüzden solcuları ve hatta CHP gibi sosyal demokrat bir partiyi bile bunlar vatan hainleri olarak gösteriyorlardı. Solcuların içinde yer alan Aleviler en büyük düşmanlarıydı. Sonraki düşman ise Kürtlerdi.

2001 yılında MGK Genel Sekreteri Tuncer Kılınç, Alevi dernek temsilcilerine fırça atıyordu.

Bunlar, tarih bilinci olmayan paşalardı. Cumhuriyet boyunca Alevilerin bu devlete karşı en küçük bir kalkışması olmadığı halde, onlar düşman ilan edilerek Sünni mezhepçilik kışkırtılıyor; gericiliğin fırınına odun atılıyordu.

BOP’ÇULUK TAM DA BUYDU

Türkiye’nin bulunduğu bölgede, ABD’in güttüğü bir süreç başlatılmıştı. Adına Büyük Ortadoğu Projesi (BOP) deniliyordu. Bu plana göre ABD, Türkiye’de kendisine bağlı bir iktidar kurduracak; toplumu da ABD yanlısı olarak yönlendirecekti.

Uzatmayalım: Ilımlı İslamcı iktidar planının deney ülkesi Türkiye idi. “Muaviye’den Erdoğan’a DİN VE SİYASET” kitabımızda ayrıntılarını gösterdik. Buna göre Türkiye’de ılımlı İslamcı bir siyasi lider yetiştirilip iktidara getirilecekti. Bu da Tayyip Erdoğan idi.

Halkın yine bu ideolojiye göre şekillendirilmesi için ılımlı İslamcı bir dinsel lidere ihtiyaç vardı. O da Fethullah Gülen idi.

Buna göre Amerikancı Tayyip Erdoğan ile Amerikancı Fethullah Gülen Türkiye’de ipleri ele alacaktı.

İşte ABD, bu iki ismi ele alarak Türkiye’nin kaderini bunlarla çizmeye başladı.

Bunun için Başbakan koltuğundaki Necmettin Erbakan etkisizleştirilmeli, partisi parçalanarak oradan bir lider çıkartılmalıydı.

Yetmezdi. Onun tabanını toplayacak bir isme gerek vardı. Ama bi isim mazlum ve mağdur gösterilerek halkın sevgisini kazanmalıydı.

O yüzden de Tayyip Erdoğan’a uyduruk bir suçtan 4 aylık hapis cezası verdirdiler ve hapse attırdılar.

O artık bir demokrasi kahramanı gibiydi.

Bu planı işletenler de dönemin paşaları ile MİT yöneticileri idi. Bunlara, polisin içindeki odak da yardım ediyordu. Mehmet Ağar da o ekibin lideri idi.

Yetmiyor, ABD’nin baskısıyla 2001 yılında ekonomik kriz çıkartılarak iktidardaki üç parti (DSP-ANAP-MHP) iyice değersizleştiriliyordu.

Gerici İhvan-ül Müslimin çizgisinden gelen Erdoğan, “Milli Görüş gömleğini çıkardık” diyerek ABD’nin istediği her şeyi yapacağını bütün dünyaya ilan ediyordu.

2002 yılında kasım başında yapılan genel seçimde, ABD’nin desteklediği AKP yüzde 34,5 oyla milletvekillerinin yüzde 66’sını kazanıp ülkemizde ilk İhvancı iktidarı kuruyordu.

Sonrasını biliyorsunuz.

Bugün, 80 yaşına gelmiş emekli paşaları hapse yollayan, o paşaların BOP gereği arka çıktığı Tayyip Erdoğan’ın hayaletidir.

28 ŞUBAT KUMPASTIR

28 Şubat süreci asla darbe değildir. Çünkü ortada silahlı bir kalkışma olmamış, kimsenin burnu kanamamıştır. Rahmetli Erbakan da başbakan olmak için yanıp tutuşan yardımcısı Tansu Çiller’in korkutması sonucunda istifa etmiştir. Sonraki gelişmeler anayasaya uygun durumdadır.

28 Şubat bir darbe değildir ama tam bir kumpastır.

Bu kumpasla Başbakan Erbakan istifa ettirilmiştir. partisi parçalanıp Erdoğan-Gül-Arınç öncülüğünde Amerikancı bir örgütlenme (AKP) yaratılmıştır.

Bu süreçte, aşırılıkla savaş yalanı altında Fethullahçıların önü açılmış, onlar devletin gizli gücü haline getirilip AKP’ye eklenmiştir.

Böylece 2002 yılında Türkiye’de iktidara ılımlı İslamcı gösterilen Erdoğan-Gülen liderliğinde bir örgüt taşınmıştır.

28 Şubat bir darbe ise bu bizim bazı muhaliflerin sandığı gibi laikçi değil karşıdevrimci bir darbedir. Çünkü bu darbe ile Tayyip Erdoğan-Gülen iktidarının yolu açılmıştır.

Şimdi o Erdoğan, güya Erbakan Hoca’nın intikamını alıyormuş görüntüsü ile Saadet Partilileri kandırmak için eski dostlarını hapse attırmıştır. Bu operasyon tam bir seçim yatırımıdır.

20 TEMMUZ DARBESİ NE OLACAK?

28 Şubat sürecinde köşe yazarı olarak gazetecilik yapan bir insan olarak bütün ayrıntıları biliyorum. Süreci çok yakından izledim.

O dönemde yapılanlarla AKP Lideri Erdoğan’ın 20 Temmuz 2016’dan sonra yaptıklarını karşılaştırdığımda şunu rahatlıkla söyleyebilirim: 28 Şubat darbe ise 20 Temmuz çifte kavrulmuş darbedir. Çünkü, Erdoğan, 15 Temmuz kalkışmasını gerekçe göstererek Türkiye’yi tek adam yönetimine sokmuştur. Artık, parlamento sadece göstermeliktir. Yargı, Saray’dan gelen işaretlere göre kararlar vermektedir. Erdoğan’ı denetleyen ve hesap sorabilecek hiçbir demokratik kurum bırakılmamıştır. Ülkenin mali kaynaklara ihaleler üstünden belli kişilere aktarılmakta ama hesap sorulamamaktadır. Ülkemizin temel değerlerine düşman yıkıcı tarikatlarla AKP iktidarı el ele vermiştir. AKP’li belediyeler bunları ihalelerle beslemektedir. Milli Eğitim, Ensar Vakfı gibi tecavüz rezaletlerinin yaşandığı vakıflarla işbirliği yapabilmektedir.

20 Temmuz’un bir postmodern darbe olduğunun en açık kanıtı şudur: Ülkeyi yöneten tek adam, 60 binden fazla yurttaşını mahkemeye vermiş, birçoğunu mahkum ettirmiştir. Türkiye asıl 20 Temmuz darbesini tartışmalıdır. Eğer bugün 28 Şubatçılar müebbet hapis cezasına çarptırıldılarsa 20 Temmuzcular ileride çok daha ağır cezalarla karşı karşıya gelirler.

NOT: 28 Şubat’ın Erdoğan’ı imal eden paşalarını eleştirsem bile, onların azılı katillere verilen müebbet cezaları ile hapse tıkılmasını asla onaylamıyorum. Bu tutum, siyasette artık insafın ve insanlığın zerresinin bile kalmadığını gösteriyor.