Sevgili Soner Yalçın, ”aslında ne oldu” diyor.

Bence olması gerekenler oldu.

Çünkü olanları anlamak için 2010’dan değil, 1999’lardan itibaren bakmak gerekir:

SSCB’nin kendini tasfiye etmesinden sonra dünyada tek süper kalan Amerika; Birinci Dünya Savaşı sonrasında Paris Konferansı ile tam dizayn edemediği Ortadoğu’da yeniden harita çizmek amacıyla BOP’u ortaya sürdü. 200 yıllık ABD, 2500 yıllık İran’a Ortadoğu Noriagası olan Saddam Hüseyin’i saldırtarak gerekli çelişkiyi yarattı. Ardından “özgürlükler getirmek” söylemiyle Irak’ı hedef aldı.

2002’ye kadar koalisyon Başbakanı olan Bülent Ecevit, “bir koyup üç alma” hesabı yapan Turgut Özal’ın aksine, ABD’nin Irak’a girmesine karşı çıktı.

Bu nedenle Amerika; millici Erbakan’ı sırtından bıçaklatarak ve koalisyon ortağı Bahçeli eliyle Ecevit Hükümetini erken seçime zorlayarak, Dilipak’ın söylemiyle “Proje Partisi”ne iktidar yolu açtı.

Ama Amerika da Kasım 2002’de iktidar olan AKP ile 12 Eylül’den itibaren yükselen F. Gülen ve AKP’nin el ele vermesini sağladı.

Soner Yalçın’ın belirtiği 2010 yılına kadar Gülen Cemaatı ile “proje partisi” olan AKP ortaklığı; ortak amaçları doğrultusunda yol aldı. Koalisyon lideri, “eş başkan” olarak BOP’u başarıyla uyguladı. Kurulan kombinezonun asıl hedefi; İran’a diz çöktürmekti. Ancak tarihi geçmişinden güç alan İran’ın direnişi karşısında “yeşil kuşak” mucidi ABD; yeni senaryolar yazmak zorunda kaldı.

Brezilya’nın arabuluculuğundan istifadeyle, siyasal İslamcı ve İhvancı eş başkan, rol almak istedi. İnandırıcı olmak için Davos’ta “one minute” çıkışıyla İslam dünyasında popüler olmaya çalıştı. Sözde İsrail’e fırça çekiyordu, ama B. Yıldırım oğlu ile kendi oğlunun gemiciklerle Kuzey ırak petrolünü İsrail’e taşımayı sürdürdüğü kamuoyunda yer aldı.

Sanki ilk kez yardım yapılıyormuş havası içinde Mavi Marmara adlı gemi ile Gazze’ye yardım götürme adına İsrail ile restleşmek, 9 yurttaşımızın yaşamına mal oldu. İktidar öncesinde Amerika’da kurulan AKP-Yahudi ilişkisi; çıkmaza girdi.

Amerikancı ortak FETÖ, eş başkan davranışlarından rahatsız oldu. Ortaklar birbiri aleyhine nüfuz üstünlüğü sağlama entrikalarına başladı. Birlikte Türk Ordusu ve yurtseverler aleyhine kurdukları “kumpaslar” ile uyguladıkları kurguları,2010’dan itibaren birbirine yöneltmeye başladılar.

Daha 2002’lerde kimin “halife” ve kimin “emir-ül mümin” olacağı bağlamında gerçekleşen “siyasal İslam” koalisyonu; sendelemeye başladı.

Amerika’nın Türkiye’de Humeyni Devrimi türü bir hareket gerçekleştirme olasılığı tehlikeye girdi.

Türkiye-Suriye kardeşliği; İhvan-ı Müslimi’n Suriye Hükümet ortağı yapılmaması nedeniyle, düşmanlığa dönüştü.

Nil’den Fırat’a “vaad edilmiş topraklara” egemen olmak amacındaki 64 yıllık İsrail; fırsatı ganimet bildi. Sovyet rejiminin yıkılmasıyla sosyalizm karşısında “ileri karakol” durumundaki Türkiye; Amerika’nın Ortadoğu’daki üssü konumundaki İsrail karşısında yalnız kaldı.

Şafak Operasyonu ile Kaddafi hal edildi. Ardından Suriye’de iç isyan başlatıldı. Peşinden Sisi darbesiyle Mısır; Doğu Akdeniz enerji İttifakı içine alındı.

Türkiye, 8 Nisan 2010’da USGS-US Geological Survey”in Levant Havza ile ilgili yayınlanan doğalgaz ve petrol rezervi raporunu ıskaladı.

Ege’de belirgin üstünlük sağlayan Yunanistan; İsrail ve Güney Kıbrıs Rum devleti ile Doğu Akdeniz “münhasır ekonomik bölge”sine egemen oldu. Kıbrıs, İsrail, Lübnan ve Suriye arasındaki Akdeniz’in Levant Havzası’nda petrol ve doğalgaz rezverleri ele geçirdi.

Türk Hükümeti ile FETÖ sonrası ortağı MHP; hamasetle iç siyaseti konsolide etmekle yetindiler.

Ege’de demarke durumuna düşen; komşu Suriye ile hasım olan AKP Türkiyesi; Doğu Akdeniz’deki fiili durum karşısında toplumun gazını alan türden araştırmalar başlattı.

Arap Baharı sürecinin başında, “NATO’nun Libya’da ne işi var” diyen Türkiye; Ortadoğu eş başkanlık görevi gereği Kaddafi’yi öğüten değirmene su taşıdı. Ama bunu unutarak Türkiye-Libya arasındaki “münhasır ekonomik sahanlığı” konusunda büyük parçayı Yunana kaptırdıktan sonra Libya’nın küçük parçasından medet umar oldu.

Annan Planı’ndan sonra Şeyh Kıbrısi ve FETÖ eliyle Kıbrıs ve Doğu Akdeniz’de oynanan emperyal oyunlara Rauf Denktaş’ı bile feda eden Türkiye; ”atı alan Üsküdar’ı geçmiş” olduğunun acısını, içte Anayasa Referandumuyla dindirdi.

“Stratejik Amerika” parterine karşı S-400 hamlesi; Amerika’nın F-35 hamlesi ve PYD’yi “kara gücü” ilan etmesiyle suya düştü.

Şimdilik Covid-19 iç siyasette bir örtü oluyor!

Ama virüs krizi sonrasında Suriye Hükümeti ile muhaliflerin Cenevre’de görüşmeye başlayacağını Birleşmiş Milletler Suriye temsilcisi açıklarken; TSK’nın önemli bir amirali gece yarısı operasyonuyla kızağa çekildi.

Ne olacağını, yüreğimiz ağzımızda, bekleyip göreceğiz.

* ** *** ***

BORÇ YİĞİDİN KAMÇISI MIDIR?
Osmanlı Devleti, Viyana Bozgunu sonrasında sürekli gerilmeye başlamıştır. Toprak kayıplarıyla birlikte vergi gelir kayıpları da başladı. Giderek Devlet, ekonomik çıkmaza girdi.

Yükselme devrinden başlayarak bol bol imtiyazlar veren devlet; 1840 yılından itibaren borç almaya başladı.

İlk borçlanma, içte yapıldı: 1840 yılında GALATA Bankerlerinden 15 milyon lira tutarında sterlin alındı. Üretim ve yatırım yerine cari harcamalar karşılandı.

1854 yılında da İngiltere’den 200 bin Sterlin borç alındı.

O zaman dünyadaki geçerli para; İngiliz lirası idi.

İngiltere’den borç alındıktan sonra Kırım Savaşı patladı. Borç para ile herhangi bir üretim yapmak yerine; silahlanmaya harcandı.

Rahmetli Süleyman Demirel’in “yiğidin kamçısıdır” dediği borç; iktidarın israf ve lüksüne harcanınca; yiğidi iflas ettiren enstrüman oldu. Nitekim 1880’lerde kurulan Duyun-u Umumiye idaresi ile borç veren Avrupalı devletler; Osmanlı Devleti’ni fiilen otonom durumuna düşürdüler.

Bu borçlar; Lozan’da kabul ettirilen tediye takvimine göre; küllerinden doğan Türkiye Cumhuriyeti tarafından 1954 yılına kadar taksitlerle ödendi.

NATO’ya girene kadar dış borcu olmayan Türkiye Cumhuriyeti; Osmanlı yönetim anlayışıyla hareket eden öngörüsüz hükümetler tarafından borç batağına sürüklendi. Başbakan Demirel; borçlanmayı yiğitlik olarak ilan etti.

Ve bugün, Türkiye borç almak için 2.8 milyon nüfuslu Katar’ın değersiz Riyali’ne muhtaç duruma düşmüştür.

Cumhuriyet’in ne kadar kazanımı varsa satarak yandaş zengin yaratma uğruna betona gömerek, döviz bazında garantiler vererek, “deve bir pula mı bin pula mı” alınmalı anlayışından uzak olarak yapılan köprü, yol ve şehir hastahaneleri ile 25 yılı aşan sürelerle maliye borç altına sokuldu.

Ne bir istihdam yaratıldı, ne borç ödeyecek bir üretim yapıldı, ne kişi başına düşen gelir arttırıldı. İşsizler ordusu ile fakirliğin büyütülmesinden başka bir ekonomik yarar sağlanmadı.

Bu durumda borç yiğidin kamçısı mı oldu?

Yeni yapılan “swap” ile Katar’dan sağlanacak takas limiti 5 milyardan 15 milyar dğlara çıkarıldı. Böylece dünyanın iki büyük takas gurubu olan Clearstream Banking ve Euroclear Bank ile olan Türk lira cinsi köprü takası (bridge swap) askıya alınarak yiğitlik yapılmış oldu!

Peki, gelişmiş ülkeler ne denli önemsedi!

Peki, teminat olarak ne verildi?

Bilen var mı?

Ölçüsüz oranda bir hediye uçak verme hikmetinin Tank-Palet fabrikası ile Kanal ”İstanbul arazisi olduğu anlaşıldı. Bu swap karşılığı ne olabilir acaba?