Hatırlayalım: Yazar Orhan Pamuk, İsviçre’de yayımlanan Das Magazin isimli dergiye verdiği röportajda, “30 bin Kürt’ü ve 1 milyon Ermeni’yi öldürdük. Türkiye’de hiç kimse bunu dile getirmeye cesaret edemiyor; ben ediyorum!” demiş ve peşinden de kendisine Nobel Edebiyat Ödülü verilmişti.

Şimdi de yeni romancı, eski Türkücü Zülfü Livaneli ortaya çıkıp CHP’ye saldırdı. Rahmetli Bülent Ecevit’i Amerikan projesi yaptı; Deniz Baykal’a da katmerli bir iftira attı. Yetmedi, “Atatürk solcu değildi!” diyerek Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ü değersizleştirmeye kalkıştı.

Önce belirtelim ki bu çok bilmiş yazar; kullandığı bu terimin daha ne anlama geldiğinin farkında değil.

Herkes bilir ki sol (gauche) terimi, Fransız Devrimi ile ortaya çıkmıştır. Fransız Meclisi’nde eski düzeni savunanlar sağ tarafta, devrimciler sol tarafta oturduklarından ilericilere solcu denilmiştir.

Basit biçimde anlatırsak: Solcu; sermaye ve güç sahiplerinin işine yarayan toplumsal basamaklanmayı kaldırmak isteyen ve zenginliğin eşit dağılımını destekleyen kişidir. Emek-sermaye çelişkisinde emekten taraftır. Din, ırk, milliyet, cinsiyet  gibi kavramlar yerine insanı temel alır.

Emperyalist ülkelerdeki solculuk ile emperyalizmin saldırısı altındaki ülkelerdeki solculuk elbette bir değildir ve mücadele alanları farklıdır. Mustafa Kemal’in solculuğu, emperyalizm tarafından yarı sömürge haline getirilmiş bir ülkenin solculuğu olarak şekillenmiş ve sonra içerideki karşı devrimci ve işbirlikçi güçleri hedef almıştır.

Solculuk, sosyal demokrasiden komünizme kadar uzanan geniş bir yelpazeyi kapsayan terimdir. Solculuğu, işçi sınıfı diktatörlüğüne dayanan komünist bir sistem sanırsanız, elbette ki Atatürk solcu değildi. Olamazdı da… Çünkü, Zühtü gibiler bilmese bile bizler iyi biliyoruz ki Osmanlı’nın o son yıllarında; bu topraklarda komünist düzeni kurabilecek bir kapitalist gelişme ve buna bağlı işçi sınıfı yoktu. Öyle bir gerilik vardı ki bırakın makine üretimini; Osmanlı ümmeti, başına taktığı fesi bile imal etmekten acizdi ve büyük ölçüde bu fes Avusturya’dan ithal ediliyordu. Zülfü gibiler önce 1908 Fes Boykotu’nun anlamını kavramalılar… Bu olay, birkaç atölyeyi dikkate almazsak,  fesi bile imal etmekten aciz bir Osmanlı sistemi olduğunun en açık kanıtıdır.


ELDE NE VARDI?
Mustafa Kemal Paşa Osmanlı düzenine başkaldırdığında bu topraklarda teknoloji diye bir şey yoktu. Köylünün kağnısını bile Ermeni ve Rum ustalar yapıyordu. Köylüler ağır vergilerle perişan edilmişlerdi ve bunlar topraklarını bırakıp kaçmaya başlamışlardı. Padişah 2. Abdülhamit köylülere, “Derisi yüzülücek köleler” gözüyle bakıyordu. Zülfü Bey, tamamen gözleme dayalı bu bilgilerin yer aldığı Lui Ramber’e ait “Gizli Notlar” (Tercüman Yayınları) bir göz atsın. Boynundaki cüz torbasıyla Kuran ezberlemeye gittiği anların arka planını daha iyi kavrayacaktır.

Kırsaldaki Türk ya üretecek ve soyulacak ya askere gidip 25 sene askerlik yapacak. (Şair Eşref’i bir de bu gözle okusun bu Zülfüler.) Ticaret tamamen Ermeni, Rum, Yahudi unsurlarda olacak; sermayeyi onlar denetleyecek ve Osmanlı Devleti Galata Bankerleri’nden yalvar yakar borç alarak maaş ödeyecek… Padişah 2. Abdülhamit borç alabilmek için Filistin topraklarının Yahudilere satılmasına bile izin verecek…

İstanbul’dakiler askere gitmeyecek, vergi bile vermeyecek. Ülkeyi soyup soğana çeviren İngiliz-Fransız-Flemenk-Alman tüccarlar, kapitülasyonları kullanarak vergi vermeyecekler…

İşçi sınıfı yok… Köylü perişan… Kırsal alanı kuşatan ağalar ve şeyhler her türlü yeniliğin karşısında… Böyle bir ortamda hangi lider çıkar da komünist (Bolşevik) devrim yapabilir?


DAHA BÜYÜK BİR DEVRİM
“Atatürk solcu değildi!” diyen ağır ağbi Zülfü’ye soralım: Peki Atatürk sağcı mıydı? Cevabını 1921 yılında Hakimiyet-i Milliye Gazetesi’nde kendisi şöyle veriyor: “Sağa mı sola mı nereye gideceğiz? Herhalde sağa değil. Çünkü insanlar fikirleriyle, siyasetleriyle, ilimleriyle sürekli aksi istikameti takip ediyorlar.”

Hiç kuşkusuz ki Mustafa Kemal’in yaptığı devrim Rusya’da V.İ.Lenin’in yaptığından daha büyük ve kapsamlıydı. Komünist devrim işçi sınıfı diktatörlüğüne dayanırken Mustafa Kemal’in devrimi, demokratik ilkelere ve kesin halk egemenliğine dayanıyordu.

Bu halk yüzyıllardır ezilmiş, sömürülmüş ve milli kimliğinden bile habersiz hale düşürülmüş bir halktı. Ama mayasındaki bağımsızlık özelliğiyle sömürgeciliğe karşı mücadele etmeyi elden bırakmıyordu. Mustafa Kemal bunu keşfetmiş bir önderdi. Onun büyüklüğü şuradan geliyordu ki, emperyalizme karşı mücadeleyi devrimci bir iç mücadele ile tamamlamasını bildi. Dışarıda emperyalizmle, içeride feodalizmle savaştı ve başardı.

Neydi ilkeleri?

*Kapitalizmin en son aşaması olan sömürgeci emperyalizme karşıydı. Ölümü göze alarak bu sisteme direnmeye karar vermişti.

*Acımasız kapitalist piyasaya karşıydı. Hele hele bu piyasanın azınlıklar elinde bulunmasını, bu yolla temel öğe Türk toplumunun sömürülmesini istemiyordu.

*Türk milletini insanlıktan çıkartan, onu köleleştiren gericiliğe karşıydı. Dinin, bu milletin başına çuval gibi geçirilip toplumun sömürülmesine son verecekti. Bunun için de bilimi temel alacak; teknolojiyi ve sanayii ülkeye getirecekti.

*Bütün bunları da halka dayanarak yapacaktı. Elinde işçi sınıfı yoktu. Elinde alık-şeyhlik düzenine başkaldıracak örgütlü köylüler yoktu. Sadece kendisine inanan halktan azınlık kitliler ile askerler ve sayıları az olan bürokratlar vardı.

İşte Atatürk o devrimleri bu kıt kaynaklarla becermesini bildi. Bu yüzden de en büyük devrimci diye anılmayı hak etti.


ORTA ÇAĞ KOŞULLARINDA DEVRİM
Zülfü gibiler, devrimi Fransız ihtilalı ve Rus ihtilali olarak gördüklerinden ve bu şablonun dışına çıkanı devrimci ve hatta solcu sayamadıklarından elbette en büyük devrimci  Mustafa Kemal’i solcu saymazlar.

Ama Zülfü beyler, piyasada allame edasıyla fikir yarıştıracaklarsa biraz araştırma yapmalılar. Örneğin, Atatürk devrimlerinin neden dünyanın en büyük demokratik devrimleri olduğunu düşünmeliler?

Çünkü, Atatürk devrimleri İngiliz sanayi devrimi gibi, Fransız ve Rus siyasi devrimleri gibi altyapıları hazır devrimler değillerdi. Bakın o devrimci savaş yıllarında toplumu nasıl anlatıyor: “Biz zavallı bir halkız. Durumumuzu bilelim; kurtulmak, yaşamak için çalışan ve çalışmak zorunda olan bir halkız.”

Mustafa Kemal, işte bu olumsuz şartları sonuna kadar zorlayarak yapılması gerekli devrimleri yaptı. Onun büyüklüğü, Orta Çağ koşulları içindeki yoksul bir ülkede  bu işleri başarmış olabilmesindendir.

O öyle büyük bir devrimciydi ki, en yakınındaki paşalar bile sıra devrimlere gelince ona karşı çıkmışlar ve hatta “Biz padişahın ekmeğini yedik!” diyerek demokratik sistemin kurulmasına karşı çıkmışlardı.

Halk, yönetim deyince padişahlıktan başka bir şey bilmiyordu. Atatürk, işte bu kitle ile devrimlerini yaptı ve bunu da halka kabul ettirdi.

Mustafa Kemal’in insan odaklı bir devrimi temel alması, onun büyüklüğünün bir başka yönüdür. Türk kadını için yaptıkları bunun örneklerinden birisidir. İngiltere’de bile kadınlar seçilme hakkını kullanamazken Türk kadını bu hakka kavuşturulmuştur.

Yine, Türk milletini köleci bir sistem içinde tutmaya yarayan din anlayışına karşı halkı özgürleştirici bir laik düzen kurulmuştur. Avrupa’da bile birçok ülkede bulunmayan bu sistem ile feodal sistem parçalanmış; saltanatçı din anlayışı değiştirilmiştir.

FAŞİZMİN TERSİNE GİDEN DEVRİMCİ
Avrupa’da faşizm yükselirken; etnik topluluklar kıyımlara uğramaya başlarken, Mustafa Kemal tam tersi bir insan politikası başlatmıştır. Zülfü gibi çıktığı yumurtayı beğenmeyenlerin 1923 yılında hazırlanıp 1924’te uygulanmaya başlanan ilk gerçek anayasamızı incelemelerini isterim. Dünya hızla ırkçı faşizme sürüklenirken o anayasa Osmanlı sisteminde insandan sayılmayan ve hatta katledilen öğeleri eşit yurttaş yaptı. Sadece 1924 anayasasının 84’üncü maddesine bakın. Diyor ki: “Türkiye’de din ve ırk farkına bakılmadan vatandaşlık bakımından herkese Türk denir.”

Günümüzün şartlı reflekslileri, bu maddeyi görünce, “Vay herkesi Türk yapıyorlar!” diye karşı çıkacaklar biliyorum. Ama burada kölelerin insan yapılması var. Türk terimi, eşitlenmiş bütün insanları anlatan bir terim… Öncesinde ise din farkı vardı. Müslüman olmayanlar ikinci sınıf insandı. Onlar ata binemezler, sarık saramazlar, Müslümanların bulunduğu yerlerde oturamazlardı. Bu da yetmezdi. Eskiden mezhep farkı vardı. Müslümanların Alevi kolu insandan sayılmaz, hakları çiğnenir; gerekirse katledilirdi. Yine insanlar Türk, Kürt, Rum, Ermeni, Yahudi vb… diye ırklarına göre ayrılırlar; kanun önünde de ona göre muamele görürlerdi.

İşte Atatürk devrimleri ile kimsenin dinine, mezhebine, ırkına bakılmadı. Bu ilke de Avrupa’da faşizm yayılırken benimsendi. En büyük devrim olmasının sebebi de bu zor şartlarda yapılmış olmasıdır.

RESİMLERİNİ İNDİRİN
Dinci Tayyip Erdoğan’dan büyük bir Müslüman demokrat yaratmak peşindeki Amerika ve Avrupa; her zaman Mustafa Kemal’e saldırmıştır. Çünkü, sömürgecileri ilk kez yenen ve mazlum milletlere umut olan ilk lider Atatürk’tür.

Bu yüzden AB raporlarında, Erdoğan’a, “Kemalizmle mücadele et. Atatürk’ün resimlerini devlet dairelerinden indirt!” çağrıları yapılmıştır. Yetiştiği ortam Atatürk düşmanlarıyla dolu olan Erdoğan da bu fırsatı değerlendirmiştir. AKP iktidarının değişmeyen en büyük hedefi Atatürk’le mücadeledir.

Atatürk’e saldırmayı seven Avrupalı parlamenterler, örneğin Andrew Duff ile AKP’liler birbirlerine çok benzer. Zülfü’de en utangaç halini gördüğümüz Atatürk karşıtlığı; emperyalist bir politika olarak bu topraklarda hep yürütülmüştür.

***

Bir büyük kişiye saldırarak ün derlemeye çabalayan tiplere eskiler, “Bevval-i Zemzem” derlerdi. Bevval-i Zemzem yani Zemzem Kuyusu’na işeyen ilk sapık da Emevi Padişahı Muaviye’nin oğlu Yezit idi. Bunun belgesini isteyen var ise Ziya Paşa’ya bir göz atsın…

Yeniyetme Bevval-i Zemzemler gider, büyük devrimci Mustafa Kemal Atatürk hep kalır. Onun devrimleri öyle güçlü ki her yeri kuşatmış olan AKP hegemonyasını bile deviriyor. Aman Zülfüler yıkıntıların altında kalmayın…