1922 – 2007 yılları arasında yaşayan İtalyan asıllı yazar Macciocchi, 1925 yıllarında İtalya’da yapılan seçimlerde faşist Mussolini’nin Ulusal Faşist Partisi, İtalya’da ölülere ve ülkeyi terk eden göçmenlere oy kullandırıp 7,5 milyon oyun 4,5 milyonunu alarak iktidara geldiğini belirtmekte.

Şimdi "bundan bize ne" diyenler de elbette olacak.

Macciocchi’nin anlatımlarından bizi ilgilendiren kısım Benito Mussolini’nin Ulusal Faşist Partisiyle AKP’li Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın partisinin iktidar olduktan sonraki izledikleri yol ve yöntemlerdeki inanılmaz benzerlikler.

12 Eylül 2010’da yapılan anayasa değişikliği referandumunda “Erdoğan’ın ne istediler de vermedik” dediği iktidar ortağı, terör örgütü elebaşı Fethullah Gülen’in “İmkân olsa ölülere bile ‘evet’ oyu verdirilmeli” örneğinde olduğu gibi.

Yine, Mussolini’nin türlü hile ve entrikayla iktidarı ele geçirdikten sonra yaptıklarına kısa bir göz atalım:

Medyada kapatma, partilerde yasaklama, vekillere tutuklama, seçimlerde hile ve çeşitli entrikalarla birlikte halk üzerinde korku imparatorluğu kurma. Kanun hükmündeki kararnamelerle sermaye ve toprak ağalarından alınan vergileri iptal etmek, topraksız köylüleri toprak ağalarına mahkûm etmesi sekiz saatlik iş gününü iptal ederek patronlara çalışma saatini ihtiyaçlarına göre belirleme hakkı tanıması, işçi ücretlerini yüzde 13 düşürmesi ve o düzeyde sabitlenmesiyle birlikte parlamentoyu dikkate almadan faşist yasaları çıkarması…

Faşist iktidarını tam anlamıyla kurmak için göstermelik seçimler yapması ve Kanun Hükmünde Kararnamelerle çıkardığı yeni seçim yasalarıyla zorba iktidarını sürdürmeye devam etmesi gibi…

Tekrar Erdoğan’ın iktidara geldikten sonraki icraatlarından birkaçına bakacak olursak:

*Medyayı kontrolüne alarak akşam ak dediğine, sabah kara diyebilen sözde bir medya oluşturdu.

*Yargıyı ele geçirdikten sonra kanun hükmünde çıkardığı kararnameler ile işçi ve emekçinin kazanımlarını yok saydı.

* Yine çıkardığı kanun hükmünde kararnameler ile işçi, emekçi ve köylüden alınan vergileri sermaye sahiplerine ve yandaşlara peşkeş çekti.

*İşçi ve emekçiyi ağır koşullarda düşük asgari ücretlerle çalışmaya mahkûm etti. Seçilmiş milletvekillerini tutuklattı.

* Seçilmiş Belediye Başkanlarının bir kısmını tutuklattı, bir kısmını ağlata ağlata görevden aldı, Balıkesir Büyükşehir Belediye Başkanı Ahmet Edip Uğur örneğinde olduğu gibi.

* Ülkenin birçok akademisyenini, aydınını ve gazetecisini tutuklattı.

Baskıcı ve zorba iktidarını sürdürebilmek için 16 Nisan 2017’de yapılan anayasa değişikliği referandumunda hile ve entrikalara başvurdu. YSK eliyle mühürsüz oylar geçerli kılındı.

Ve 31 Mart yerel seçimlerinde İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığını kazanan Ekrem İmamoğlu’nun mazbatasını baskı ve tehditleriyle YSK’ya iptal ettirdi.

Yukarıda anlattığım benzerliklere bakıldığında ortaya çıkan, çağdaş demokrasilerin ön koşulu olan laikliğin, Erdoğan tarafından baskı ve zorbalıkla tasfiye edileceği gerçeği…

İşte bu yüzden 23 Haziran’da yapılacak olan İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı seçiminin sıradan bir yerel seçim olmadığı ve bu seçimin aslında çağdaş Türkiye’nin devamını onaylama seçimi olduğu gerçeğini bütün yurttaşlara anlatarak sandığa gitmenin önemini bir kez daha kavrayıp, kavratmamız lazım.