Türkiye’nin başlıca sorunları sayılmaya başlandığında liste uzar gider ama çoğunlukla ‘en baş’ seçilemez. Toplumun gözünde bu ‘en baş’ı belirleyen genelde gündemdeki ağırlığıdır. Bir süredir ise başı ‘mülteci sorunu’ diye adlandırılan politik göç programı çekiyor. Özelllikle son 10 yılda, uluslararası savaş çarkının belirlediği politik göç yollarının en büyük kesişim noktası ise Türkiye. 

Emperyalizmin Orta Doğu’daki son büyük aldatmacası olan ‘Arap Baharı’nı hatırlamakta fayda var. Tunus ve Cezayir’de başlayıp sayısız Orta Doğu ülkesinde küçük ve büyük çaplı ve de tamamı hükümet devirme talepli protestolar, iş Suriye’ye gelince bir iç savaş görüntüsü verilmiş bir cihatçı işgale dönüşmüştü. Aslında dönüştürülmüştü…

Bugün Suriye’de yaşanan işgale giden süreçle ilgili eleştirilerimizin net olmasıyla birlikte, cihatçı işgali Suriye devletinin tüm gücüyle direnişine rağmen büyüten; cihatçıları finanse eden emperyalizmdi ve onun bölgesel taşeronlarıydı. Yoksa sonrasında ‘DAEŞ’ gibi garip garip isimler takılarak öcü tarifi yapılan IŞİD çetelerine bir zamanlar ‘öfkeli çocuklar’ dendiğini hatırlamıyor muyuz?

Bu süreçte Türkiye’nin sınırları delik deşik edildi. Arap Baharı’nın Türkiye’ye bakiyesi, güvenliği kaldırılan sınırlar ve politik göç katarları oldu. İlk başta, Ahmet Davutoğlu’nun da kulakları çınlasın, desteklenen cihatçılar yaralandığında tedavi için Türkiye’ye getirildi. Anımsamakta fayda var, o dönem AKP’yle dirsek teması şimdiki gibi bulunmayan MHP bile, Suriye’de yaralanan cihatçıları sınırdan VIP araçlarla alıp ta Bursa ve Bolu’daki kimi hastanelere taşıdı, bunun üzerinden de propaganda yaptı. 

Hatay örneği, daha da çok yurttaşın hafızalarındadır. Hatay’da bellerinde silahla sokaklarda gezen, özellikle de Alevi mahallelerinde tehdit oluşturan cihatçılar kaç kere haberlere konu oldu sayamadık bile. Bu bile yeterince skandaldı, bununla da yetinilmedi…

AKP hükümeti bir politik ihtiyacın ürünü olarak Suriye’den mülteci göçü başlattı. Sınırlar açıldı, doğru dürüst bir kayıt sistemi bile oluşturulmadan milyonlarca insan zaman içinde Türkiye’de yaşar, gezer, çalışır hale getirildi. Bu milyonlar, Avrupa Birliği söz verdiği mali yardımı göndermediğinde defalarca ‘açarız bak kapıları’ şeklinde tehdit olarak kullanıldı. Hatta gün geldi, kapı açma şovları bile yapıldı. Bu taraftan güvenlik güçleri ittirdi, Yunanistan tarafındaki güvenlik güçleri ise saldırdı. Olan her türlü politik amaç için bir güzel kullanılan yüzlerce insana oldu. 

Ve bugün… Mülteci sorunu, bu politik arkaplan değerlendirilmeden “gitsinler - kalsınlar” gibi abuk subuk bir düzlemde tartışılıyor: “Gitsinler çünkü parklarda yatıp, nargile içip geçen kadınlara sarkıyorlar.” Tam da iktidarın konuyu sıkıştırmak istediği düzlem…

Peki AKP konuyu nereden buraya sıkıştırıyor? Çünkü mülteci sorunu AKP’nin gerek dünya siyasetinde bir ‘taraf’ olarak var olmasının bir zemini, hem ucuz işgücü kaynağı, hem de bir ulusal güvenlik sorunu. Mülteciler parkta yatma düzleminde tartışıldığında az önce saydıklarımız değersizleşiyor. Yani Türkiye’de patlayan işsizlik, mültecilerin ucuz işgücü ihtiyacını karşılaması ve Türkiye insanının artık ‘pahalıya geliyor ya’ denilerek tercih edilmemesi, sınırlardan geçen milyonların cihatçı mı, sabıkalı mı olup olmadığının bilinmemesi, bir büyük emperyalist planın sonucunda Türkiye’nin ulusal güvenliğinin açık açık tehdit edilmesi tartışılmasın da varsın parkta pinekleyip nargile içen Suriye, Afgan ve benzeri mülteciler gündem konusu olsun. Nasıl olsa halk bunu da bir noktada kanıksar!

İktidar mülteci sorununa böyle yaklaşıyor, konu böyle kısır noktalara sıkıştırıldıkça da eli rahatlıyor. Ancak üstü örtülmüş güvenlik sorunları, ekonomik bunalım, işsizlik dağı şiştikçe şişiyor. 

Niyet bir genelleme yapmak değil ama bu göç kafileleriyle birlikte gelen ve stajını Suriye iç savaşında ya da Taliban kamplarında yaptığı muhtemel olan cihatçı artıklarının yarın Türkiye’de uygulamaya konulmak istenen bir emperyalist planının parçası olmayacağını garanti edebilen var mı? 

Toplumsal olarak, mülteci sorununun ne kimilerinin çekmeye çalıştığı gibi romantik ne de bunun karşıtı olarak beliren ırkçılık kaynağı bir konu olmadığını biliyoruz. Yayınlarımızda bu nedenle bir yandan çarpıtılmış, tahrik unsuru haline getirilmiş haberlerden kaçınırken, diğer yandan da iktidarın politikasını ve gerçekte olanı gizlemeden, deşifre ederek sorunların üstüne gitmeye devam edeceğiz.