Türkiye’de muhalefet cephesinde fırtınalar eksik olmuyor ama son dönem yaşananlar, klasik iç çekişmelerin çok ötesinde. CHP, 100 yıllık tarihinin belki de en karmaşık dönemlerinden birinden geçiyor. İstanbul İl Kongresi’yle başlayan, kurultayla derinleşen, şimdi ise mahkeme salonlarına taşınan bir krizden bahsediyoruz.
Ve bu kriz sadece bir koltuk kavgası değil; halkın iktidar umudunu taşıyan ana muhalefet partisinin kimlik, yön ve gelecek arayışının sancılı bir dışavurumu. Ne yazık ki bu sancılı süreç, en çok da iktidarın işine yarıyor.
Mahkeme salonlarına uzanan yol
Her şey İstanbul İl Kongresi'nde yaşanan "değişim" mücadelesiyle başladı. Özgür Çelik ve Cemal Canpolat arasında yaşanan yarış, yalnızca iki adayın değil; Kılıçdaroğlu ile İmamoğlu’nun temsil ettiği iki çizginin hesaplaşmasıydı. Delegeler ikiye bölündü, salon gerilimlerle doldu, eski dostlar karşı karşıya geldi.
CHP'nin en kritik ili olan İstanbul'da bile bu denli keskin bir ayrışma yaşanıyorsa, gerisini siz düşünün.
Ardından gelen kurultayda Özgür Özel, uzun yıllar sonra ilk kez bir genel başkanı kurultayda devirdi. Bu tablo, ilk bakışta "değişim" rüzgârı gibi sunuldu. Oysa arka planda büyük bir kırılma vardı. CHP'nin örgüt hafızası, parti geleneği ve kadroları bir gecede tasfiye edildi. Partinin ana damarını temsil eden isimler liste dışı bırakıldı, danışma mekanizmaları devre dışı kaldı. Özgür Özel’in "gençleştirme" ve "halkla bütünleşme" iddiası, içeride ciddi bir temsil sorununu da beraberinde getirdi.
Bugün geldiğimiz noktada, kurultayın iptali istemiyle açılan davada mahkemenin “mutlak butlan” kararı verme ihtimali gündemde. Böyle bir karar, sadece kurultayı değil, Özgür Özel liderliğindeki mevcut yönetimi de yok hükmünde sayar. Yani partinin yasal olarak fiilen başsız kalması söz konusu olabilir.
Bu ihtimalin 30 Haziran’daki duruşmada netlik kazanması bekleniyor.
Fırtına öncesi sessizlik
Kemal Kılıçdaroğlu, kurultaydan sonra adeta gözden kayboldu. Ne medya önünde konuşuyor, ne de açık bir mücadele veriyor. Fakat tabanı hareketli. Kılıçdaroğlu’na yakın isimler örgütlerde yeniden öne çıkmaya başladı. İstanbul’da Canpolat, İzmir’de eski kadrolar, Ankara’da ‘eski tüfekler’ yeniden sahada.
Bu durum, CHP içinde “iki başlılık” algısını güçlendiriyor. Parti, sahada Özgür Özel; tabanda ise hâlâ Kılıçdaroğlu’nun etkisi altında.
İktidar cephede değil, tribünde
Bu kaotik tablo karşısında AKP ne yapıyor? Hiçbir şey. Çünkü bir şey yapmasına gerek yok. Muhalefetin kendi iç krizleri, iktidarın en büyük sigortası olmuş durumda.
Belediyelere yönelik artan yargı baskısı da bu ortamda daha az tepkiyle karşılanıyor. Örneğin Beşiktaş ve Esenyurt belediyelerine dönük operasyonlar, muhalefetin birlik görüntüsü veremediği bir anda geldi. Ve devamı... CHP yönetimi bu saldırılara karşı ortak bir refleks geliştirmekte bile zorlandı.
İstanbul Büyükşehir Belediyesi Başkanı Ekrem İmamoğlu, bir yandan parti içinde etkisini artırmaya çalışırken, diğer yandan belediyesini yargıdan koruma mücadelesi veriyor. Ama bu mücadelede parti kurumsal refleksini gösterecek durumda değil. Çünkü herkes başka bir cephede. Biri koltuğunu koruma derdinde, biri kurultayı geri alma peşinde, biri de 2028 hayalini kuruyor.
Özetle: İktidarın en büyük kozu, muhalefetin dağınıklığı
TÜİK’in makyajlı enflasyon verileri, hayat pahalılığı, genç işsizlik, yargıya güvensizlik, dış politikadaki yalpalamalar, iktidarın oy kaybını tetikliyor. Ancak bu tabloya rağmen halkın muhalefete yönelmemesinin tek bir sebebi var: Güven vermeyen, kendiyle kavgalı bir ana muhalefet.
CHP bu iç hesaplaşma sürecini şeffaf ve ilkeli bir yenilenmeye dönüştüremezse, AKP bir dönem daha iktidarda kalabilir. Hatta sadece kalmakla da kalmaz, “bakın alternatifsiziz” diyerek toplumu yeniden şekillendirme cesareti de bulabilir.
O halde sormak gerekiyor:
CHP, Erdoğan’ı devirmeye mi hazırlanıyor, yoksa birbirini harcamaya mı?
Cevap yakında yargı kararıyla verilecek. Ama asıl kararı yine halk verecek.