Mizan / Celladına aşık olmak!

​"Kendi aklını bir başkasının kılavuzluğu olmadan kullanma cesaretini göster!" - Immanuel Kant¹

Mantığa inanmayan insanların mantıklı verilerle dahi değiştirilemeyeceğini bildiğimiz, neyin doğru çözüm olduğuna karar vermek için yıllarca kavga ettiğimiz, bazen akılla çoğu kez de acıyla ama her şeyi her daim geç anlayıp öğrendiğimiz topraklarda yaşıyor ve azgelişmişliğin kaderi bu ola! deyip geçiyoruz.

İbn-i Haldun'un² "Coğrafya kaderdir" sözü, bir toplumun coğrafyasına mahkûmiyeti değil, o coğrafyanın sunduğu şartlara karşı bir "vaziyet alış" tespiti: eğer bir toplum, içinde bulunduğu şartları analiz edip akılcı bir yol geliştiremezse, coğrafya onun için kaçınılmaz bir kadere dönüşür ve hapsoldukları o zihniyet çukurunu da "coğrafi bir kader" sanmaya başlarlar ki, asıl mesele tam burada düğümleniyor: İdrak gecikmesi...
Gerçekten,
Kaderi değiştirecek olan; coğrafyanın sınırları değil, o sınırları aşacak olan zamanında gösterilen idrak kabiliyeti değil midir?

​Düşünün ki,
Önünüzde, ölümü yücelten, aklı küçümseyen, lidere tapan, hatasıyla duygusal bağ kuran, başarısızlığını atalarıyla örten, eleştiriyi dine saldırı sayan, “celladına aşık” bir profil var ve bu, “Ortadoğululuk” denilen bir ruh hali ve içine düşmekten de korkmamız gereken bir varoluş çukuru değil midir?Spinoza³, "İnsanlar kölelikleri için sanki kurtuluşlarıymışçasına savaşırlar" derken sanki bu çukurun derinliğini ölçmekte olmalı.

​Bakınız,
İnsanoğlunun psikolojik, sosyolojik, biyolojik ve nörolojik yapısı belli ve özünde mutlu olmak ve mutlu etmek isteyen, mayasında da iyilik olan bir varlık ama bu mayanın üzerinde emperyal tahakküm ve siyasal manipülasyonun getirdiği küfler de var.

Akıl yerine duygu, sistem yerine lider, sorgulama yerine itaat, gelecek yerine geçmiş, başarı yerine avunma ikilemlerinde somutlaşan çürümüşlük, Din'in eleştirel akıldan ve bilimden koparılması ve sürekli üretilen "itaat kültürü" kaderimiz değildir.
Hatta "mutlu etme” içgüdümüz “öteki”ni yok saymaya indirgenmiş ve " Varsa yoksa hep ben!..." dediğimiz hallerde “Ortadoğululuk” göstergesidir.
O maya ekşimiş ise ve bir zehirlenme varsa panzehiri de olmalı diyerek;

Her biri ayrı ayrı, bir toplumun olmazsa olmazları dediğimiz;
-Din,
-Vatan sevgisi,
-Bayrak,
-İstiklal Marşı,
-Milli Ordu,
-Kurucu ve kurtarıcı irade,
-Hurafelerden arınmış bilimsel çağdaş eğitim, -Laiklik ilkesi,
-Cumhuriyet,
-Demokrasi,
-Hukukun üstünlüğü,
-İnsan hakları ve
-Adalet gibi "Ortadoğulu” zihniyetin reddettiği ya da içini boşalttığı veya korktuğu kurumsal, modern ve insanî değerler, bir toplumu kabileler yığını olmaktan çıkarıp, ortak akıl ve ortak geleceği inşa edebilen bir medeniyete dönüştüren çimento adeta birer ilaç gibidir.

​Ama,
Ortadoğululuk öyle bir zihniyettir ki;

*Lidere tapar sistemi küçümser.
Cumhuriyet ve Demokrasi ilkeleri ise bir kişinin kutsanmasını değil, kurumların, yasaların ve hesap verilebilirliğin üstünlüğünü şart koşar. Karizmanın değil, sistemin sürdürülebilirliğine inanmaktır.
Aristoteles’⁴in "Hukukun üstünlüğü, herhangi bir bireyin üstünlüğünden evladır" sözü, binlerce yıllık bir devlet aklının da özetidir.

​*Dini bir kalkan, bir aidiyet sopası ve eleştirilmez bir kaleye dönüştürür.
Laiklik dini vicdanlara hapsetmez, siyasetin kirli çıkarlarından ve gündelik çatışmalardan da korur.
Kamusal alanı, tüm inançlar ve inançsızlar için akıl, hukuk ve ortak uzlaşı zeminine çeker ki, dinin araçsallaşmasının da en kesin engelidir.
Bu noktada Atatürk’ün uyarısı adeta bir pusuladır: "Bizim dinimiz, hiçbir vakit kadınlarla erkeklerin birbirlerinden ayrılmalarını, birbirlerine düşman olmalarını emretmemiştir."

​*Hurafeye, dogmaya ve ezbere teslim olur. Hurafelerden arınmış bilimsel ve çağdaş eğitim; zihni özgürleştirmenin, "idrak gecikmesini" tedavi etmenin tek yoludur.Eleştirel düşünen, sorgulayan, sebep-sonuç ilişkisi kuran bireyler yetiştirmenin temeli, dinamosu bilimdir.

​*Hakkı değil, gücü yüceltir.
Hukukun üstünlüğü ve adalet; güçlünün değil haklının yanında duran bir mekanizmadır. Zira Cicero’⁵nun dediği gibi: "Adalet olmayan bir yerde devletten söz edilemez." Bu sadece mahkemelerde değil, toplumsal hayatın her hücresinde hissedilmelidir, zira insanın en temel güvenlik ve eşitlik ihtiyacının garantisidir.

​*Soyut duyguları yüceltip somut hakları görmezden gelirler.
İnsan hakları ve demokrasi; bireyi, sadece bir cemaatin veya milletin parçası olarak değil, doğuştan gelen dokunulmaz hakları olan bir değer olarak kabul etmektir ve duygunun sömürüleceği yerde, hukukla korunan bir alan açar.

​*Aidiyeti dar kalıplara yani mezhep, etnisite gibi sıkıştırırlar.
Vatan sevgisi, bayrak ve İstiklal Marşı vb bizi bölen değil; ortak bir kader, mücadele tarihi ve gelecek tasavvuru etrafında birleştiren kapsayıcı simgelerdir. Ve de emperyalizme karşı duruşun ve milli iradenin de somut ifadeleridir.

​*Geçmişe takılıp kalıp bugünü inşa edemezler. Oysa "Kurucu ve Kurtarıcı İrade"; bize en zayıf anımızda "yok"tan var olmayı, "imkansız"ı başarmayı, eyleme geçmeyi, aklı rehber edinmeyi ve bağımsız duruşu öğretmiştir.

Neticeten,
Her biri diğerini tamamlayan, besleyen ve koruyan bir sistemin organik parçalarıdır.
Soralım;
Laiklik olmadan bilimsel eğitim gelişebilir mi?
Hukukun üstünlüğü olmadan demokrasi işler mi? Milli irade korunmadan bağımsızlık sürdürülebilir mi?
Eğer biri eksik veya zayıf düşmüşse zaman içinde "Ortadoğululaşma" tuzağına da düşülür.

"Tarihe bakınız,
En uzun dinler: Hinduizm 4000 yıl, Yahudilik 3000 yıl, Budizm ve Taoizm 2500 yıl, Hristiyanlık 2000 yıl ve Müslümanlık 1400 yıl...

Hiç bir din, var oldukları sürece demokratik ilkelere dost olmamış, olamamıştır. Zira hem şeri, hem de demokratik yaptırımlar bir arada yürümez sadece çıkar noktalarında geçici bir uzlaşma sağladıkları için Demokrasi, hiç bir din ile bağdaşmaz.

Dolayısıyla ateşi saklasanız dumanı saklayamazsınız. Sebebi, yaşadığı coğrafyalarda halkı Din ile aldatıp saltanatlarını sürdüren siyasetçilerdir.

Mark Twain⁶, çok haklıymış:
“Siyasetçiler ve bebek bezleri sık sık değiştirilmelidir, aynı nedenlerle”

​Unutmayın,
Bu topraklarda imkansızı başaran bir irade, maya ile çimentoyu yani Milli Mücadele ruhuyla Cumhuriyet devrimlerini birleştirerek “Ortadoğululuk” kaderini sildi attı.

Artık geçmişle övünmeyi değil onun cesaretini ve vizyonunu bugüne taşıma görev ve sorumluluğu bizde... Görev, o tarihsel mirası akıl, bilim, adalet ve dayanışmayla geleceğe taşımaktır. Zira, kaderimiz “Ortadoğululuk” değil "Çağdaşlık" seviyesidir...

Bir toplumda;
​Özgürlüğün, adaletin, insan haklarının hatta vicdanın gömüldüğünü; insanlardaki düş kırıklığını, çaresizliğini ve umutsuzluğunu kısaca tüm insani değerlerinin de çürütülduğünü düşünün.
Ve,
Bir tarafta dinci politikacıların, tarikat ve cemaatlerin toplumu dinle aldatıyor olması, diğer tarafta ise "Cumhuriyet tehlikede” diyen insanların sesi ve çığlığını da duyun.
Soralım;
Yaşanan toplumsal bunalımı aşmak görev ve sorumluluğumuz yok mu?

İnsanları kaderleri karşılaştırsa da karakterleri yakınlaştırır ve onları asıl bir arada tutan ise kararlarıdır ki, aklını kullan, güçlü ol ve sıkı çalış; sen büyüdükçe korkuların, sen yürüdükçe o aşılmaz sanılan duvarlar küçülecektir.

Tercihin,
Ya çukurdaki halinle yüzleşmek ya da avunmak olacaktır.

İster, “idrak gecikmesi”ni kader bellemiş, celladına aşık ve geçmişiyle övünen ama bugününe razı bir “Ortadoğulu” olarak o çukurda kal...
İstersen, mayandaki o saf “mutlu etme” iyiliğine dön ve bizi bir arada tutan sağlam çimentoyla buluşturmak için bir tuğla koy...
​Mesela,
Gündelik hayatına sorgulayan, hak talep eden, liyakati savunan, komşusuna saygı duyan biri olmakla başlayabilirsin...
Yeter ki,
"Her şeyin seninle başlayacağını ve biteceğini" bil ve her daim "biat eden değil düşünen, susan değil konuşan, korkan değil sorumluluk alan insan ol!


Biliyorsunuz,
Geçtiğimiz günlerde, TDK tarafından açıklanan ve 2025 yılının kelimesi seçilen 'Dijital Vicdan' kavramının aksine, vicdanın; teknik bir terim ya da güncellenebilir bir yazılım değil de insanın mayasındaki o devredilemez, organik ve en kadim cevher olduğuna inanarak; algoritmaların soğukluğundan uzak, kodlarla sınırlanmamış, sahici ve 'dijital' olmayan vicdanlarda çiçekler açacak yeni bir yılın size, sevdiklerinize ve tüm insanlığa huzur, adalet ve aklın aydınlığını getirmesini temenni ediyorum.

Son sözümüz:
Yüreğinizdeki o 'saf iyilik' mayası hiç eksilmesin.
Vicdan, insanın biyolojik ve ruhsal varlığının bir parçasıdır ve bir düğmeyle açılıp kapanamaz.
Dijitalleşen dünyaya inat vicdanını savun. Zira, Anaksimenes'in⁷ dediği gibi, “Vicdan, içimizdeki Tanrı’nın sesi", aklın ve kalbin emrinde olan bir pusuladır.
Sapere Aude!⁸: Bilmeye cesaret et, bilge ol ve aklını kullan!

Not: Katkıları nedeniyle Mümin Sekman, Ahmet Zorlu, İsmet Orhan, Kenan Özek ve Öner Yağcı'ya teşekkürler.

Dipnotlar;
¹​Immanuel Kant (1724-1804):
Alman idealizminin öncüsü. "Aydınlanma" kavramını, insanın kendi suçuyla düşmüş olduğu bir "ergin olmama" durumundan kurtulması olarak tanımlamıştır. Eleştirel düşünceyi ve bireyin ahlaki otonomisini her şeyin merkezine koymuştur. "Sapere Aude!" Kant, bu eski Roma deyişini alıp Aydınlanma'nın parolası haline getirmiştir. Tarihte bu söz Kant ile özdeşleşmiştir.
² İbn-i Haldun (1332-1406):
Modern sosyolojinin, tarih felsefesinin ve iktisadın öncüsü kabul edilen Tunuslu düşünür ve devlet adamı. En ünlü eseri Mukaddime'de toplumların yükseliş ve çöküş yasalarını incelemiş; coğrafyanın, iklimin ve toplumsal dayanışmanın (Asabiyet) devletlerin kaderi üzerindeki etkisini bilimsel bir temele oturtmuştur. "Coğrafya kaderdir" anlayışının ilham kaynağıdır
³ Baruch Spinoza (1632-1677):
Hollandalı filozof. Modern düşüncenin en önemli rasyonalistlerinden biridir. İnsan özgürlüğü, etik ve dinin toplum üzerindeki etkileri üzerine kafa yormuştur. "İnsanların köleliklerini kurtuluş sanarak savaşması" üzerine yaptığı tespit, siyaset felsefesinin en sarsıcı cümlelerinden biridir.
⁴ ​Aristoteles (M.Ö. 384-322):
Antik Yunan felsefesinin kurucu isimlerinden. Mantık, bilim, siyaset ve etik alanında Batı düşünce sisteminin temelini atmıştır. Hukukun üstünlüğü ve yasaların bir kişiden daha üstün olduğu fikrini sistematik hale getiren ilk düşünürlerdendir.
⁵ ​Cicero (M.Ö. 106-43):
Romalı devlet adamı, hatip ve filozof. Hukukun evrenselliği, adalet ve cumhuriyet değerlerinin savunucusudur. Adaletin devletin temeli olduğu yönündeki fikirleri, modern hukuk sistemlerinin ilham kaynağı olmuştur.
⁶ Mark Twain (1835-1910): Gerçek adı Samuel Langhorne Clemens olan Amerikalı mizahçı, roman yazarı ve sosyal eleştirmen. Toplumsal adaletsizliklere, siyasi yozlaşmaya ve dinsel dogmalara karşı geliştirdiği keskin hiciv diliyle tanınır. İnsan doğasının zayıflıklarını ve iktidar hırsını alaycı bir üslupla eleştiren "modern Amerikan edebiyatının babası" kabul edilir.
⁷ Anaksimenes (M.Ö. 585-525):
Miletoslu doğa filozofu. Evrenin ana maddesinin "hava" olduğunu savunmuş; ruh ve canlılık kavramlarını bu elementle ilişkilendirmiştir. Ahlakı insanın iç dünyasına dayandıran "Vicdan, içimizdeki Tanrı’nın sesidir" sözüyle, vicdanın dışsal değil, öze ait bir rehber olduğunu vurgulamıştır.
⁸ Sapere Aude!:
Aslen Latin şair Horatius’un (M.Ö. 1. yüzyıl) bir mektubunda geçen; Latince sapere (bilmek/bilge olmak) ve aude (cesaret et) kelimelerinden oluşan bu ifade, "Bilmeye cesaret et!" anlamına gelir. Immanuel Kant, bu sözü Aydınlanma’nın parolası haline getirerek ona; "Kendi aklını bir başkasının kılavuzluğu olmadan kullanma cesaretini göster!" şeklinde evrensel bir anlam yüklemiştir.

{ "vars": { "account": "G-9KFVFXJPJ" }, "triggers": { "trackPageview": { "on": "visible", "request": "pageview" } } }