Erdoğan bir ay aradan sonra 26 Ocak Salı günü TBMM’de AKP Genel Başkanı olarak grubuna seslendi ve özetle şunları dedi: "Bunlara göre hâkimler, savcılar, valiler, kaymakamlar, generalinden uzman çavuşuna kadar tüm askerler, diplomatlar, polisler ve öğretmenler başta olmak üzere memurların hepsi militan. İşçiler, esnaf, iş adamlarının hepsi zaten militanın önde gideni. Aslında bunlara göre milletin kendilerine oy veremeyen yüzde 75'in tamamı militan. Bu anlayışa göre CHP'ye oy vermeyen hiç kimse şeref, onur namus sahibi olma hakkına da sahip değildir. Kendilerine hakaret eden bu zata bütün bu hakarete muhatap olanların dava açma zamanı gelmiştir, geçiyor bile. Herkes davasını açmalı."

Son haftada siyasette ‘militan’ polemiği yaşanmıştı ancak muhalefetten kimse, Erdoğan’ın yukarıda alıntıladığım çok geniş kapsamlı itham edici sözlerini söylememişti. Bu polemik nasıl gelişmişti peki? CHP eski milletvekili Berhan Şimşek bir tartışma programında; "Vali militan, kaymakam militan, alınan kararları görüyoruz" demişti. Kılıçdaroğlu da bu açıklamaya sahip çıkmış ve "al sana militan" diyerek örnekler vermişti. Ancak ne iddianın ilk sahibi Berhan Şimşek, ne Kılıçdaroğlu ne de diğer CHP’liler, Erdoğan’ın yukarıda alıntıladığım sözlerinde olduğu gibi iddiayı o kadar genişletmemişlerdi.

Aslında muhalefetin söylemediği sözlerin söylenmiş gibi sunulmasına örnek çok. Yine kısa süre önce Erdoğan bir konuşmasında “Ne diyorlar? ‘İktidara gelirsek AK Parti’yi kapatacağız. AK Parti’yi destekleyen iş adamlarının şirketlerine el koyacağız. Muhalefet etmeyen medya kuruluşlarının kapısına kilit vuracağız. Onlarla çalışan memurları işten atacağız. AK Parti’de görev yapanların mallarına el koyacağız’ diyorlar” demişti. Bilindiği gibi, bu sözler de muhalefet tarafından söylenmemişti.

AKP'NİN KUTLU DAVASININ YILMAZ NEFERLERİ
Muhalefetin bazı kamu görevlilerine yönelttiği “militan” benzetmesine bu kadar kızmaları, belki de sağ siyasal jargonun kelimeye yüklediği hayli olumsuz çağrışımlar sebebiyle olmuştur. “Militan” denilince, elinde silah ile dağa çıkmış veya şehirde siyasi davası için ölümü göze almış illegal örgüt mensupları akıllarına gelmiş olabilir. Oysa TDK Sözlük'e göre "Militan" kelimesi, "bir düşüncenin, bir görüşün başarı kazanması için savaşan, mücadele eden kimse" anlamına geliyormuş.

Militan” yerine “AKP’nin kutlu davasının yılmaz neferleri olarak çalışan atanmışlar var” denilseydi daha az mı kızarlardı acaba sorusu akla gelebilir.

Belki de bu benzetmeleri sadece kendilerinin ve ancak muhalefete yönelik olarak kullanabileceklerini düşünüyorlar. Onlar daha önce muhalifler için neler demişlerdi, hatırlayalım;

* CHP İstanbul İl Başkanı Canan Kaftancıoğlu “Kendisi DHKP-C militanıdır” şeklinde anılmıştı!

* Çok daha önceleri de (2014’de) dönemin Yargıçlar Sendikası Başkanı Ömer Faruk Eminağaoğlu ve bu sendikanın üyeleri için “Bunlar hukukçu falan değil. Bunlar bu işin militanı” denilmişti.

* Ekim 2020’de TTB Başkanı Şebnem Korur Fincancı için de "Terör örgütünden birisini getirip Türk Tabipleri Birliğinin başına koyuyorlar” denilmiş, TTB’nin “ihanet oluşumu” olduğu ve kapatılması gerektiği söylenmişti.

* AKP’li Melih Bulu’nun Boğaziçi Üniversitesine rektör atanmasını, ‘kayyum rektör istemiyoruz’ diye protesto eden öğrenciler için, “onlar öğrenci değil teröristler” denilmişti.

ATANMIŞLARIN SİYASALLAŞMALARI İDDİASI TEMELSİZ Mİ?
Kamu yöneticilerinin git gide daha çok politize olduklarını görmek için özel çabaya pek gerek yok aslında. Uzun zamandır ülkede bir parti devleti gerçeğinin yaşandığı, iktidar partisinin artık bir ‘Devlet Partisi’ olduğu iddiaları tümüyle boş mu?

Kamu yöneticilerin adil ve yansız görev sınırlarının çok ötesindeki uygulamalarından medyaya yansıyan son birkaç örneği anımsayalım.

* Aksaray Valiliği ildeki yatırımları görüşmek üzere yaptığı toplantıya AKP’li İl Başkanını, il Milletvekilini, AKP meclis üyelerini çağırıyor ancak bakanlıkların il Kamu müdürlerini veya diğer siyasi parti temsilcilerini çağırmıyor.

* Mardin Artuklu Üniversitesi'ne Tıp Fakültesi kurulması için yapılan istişare toplantısına Vali ve Rektör dışında AKP İl Başkanı ve AKP'li belediye başkanları katılırken, toplantıya hiçbir akademisyen veya diğer parti temsilcileri davet edilmiyor.

* Adıyaman Valisi başkanlığında düzenlenen 'Covid' zirvesine AKP'li milletvekilleri ve il yöneticileri katılırken diğer partilerden kimse çağırılmıyor.

*Rize Çay Tv'de AKP İl Başkanı konuk iken Rize Valisi programa mesaj atarak, pandemi süreci bittikten sonra il başkanından kendisini hediye olarak umreye götürmesini istiyor.

* AKP Kayseri İl Başkanı yeni atanan bazı ilçe milli eğitim müdürlerini parti binasında ağırladıktan sonra atamaları sosyal medyadan açıklıyor. "AKP il başkanı validen üstün mü?" tartışması üzerine açıklamasında ise özetle; “Vali Cumhurbaşkanımızın Kayseri’deki temsilcisi, biz de genel başkanımızın Kayseri’deki temsilcisiyiz. Elhamdülillah Cumhurbaşkanı ve genel başkanımız aynı kişi olunca ikimiz de temsilciyiz, bizim ellerimiz de armut toplamıyor.” diyor.

* Corona virüsü salgını nedeniyle bu yıl karneler dijital olarak dağıtılırken AKP Tekirdağ İl Başkanı karnelere ve öğrencilerin ev adresi bilgilerine ulaşıyor, kapı kapı gezip karne dağıtıyor. Bu “hizmeti” sosyal medyada paylaşırken video fonuna AKP’nin 31 Mart 2019 seçim şarkısı olan “Biz Bu Vatana Söz Verdik" şarkısını koyuyor.

* 15 Temmuz Milli Bayramında konuşan Yozgat Valisi Erdoğan'ı sürekli “mübarek” diye anıyor, Hz. Muhammed'e benzetiyor. Erdoğan’ın siyasette çektiği sıkıntılara rağmen Cumhurbaşkanlığına kadar yükselişinin hikâyesini, AKP parti mitinginde konuşan siyasetçi gibi uzun uzun anlatıyor.

* İstanbul eski Cumhuriyet Başsavcısı İrfan Fidan’ın Anayasa Mahkemesine atanma usul ve süreci de eleştirildi. Bir dosyayı bile eline almadan hülle taktikleri ile Yargıtay’dan AYM’ye sıçrayışı, yargının siyasallaşması olarak yorumlandı?

SİYASAL POLEMİK ÜRETİM MEKANİZMASI NASIL ÇALIŞIYOR?
Muhalefetin kullandığı terimlerin gerçek içeriğinin ve aslında ne söylediklerinin çok da önemi yok. Asıl önemli olan, iktidarın muhalefeti düşmanlaştırması ve kriminalize etmesi üzerinden yürüttüğü siyasal çabaya bir takım gerekçelerin bulunması ve/veya üretilmesidir.

İktidar siyasetine polemik lazım olunca tutamak ve gerekçe bulmak zor değil. Bu tür gerekçeler, birçok muhalif söylemin gerçek içeriğinden kopartılması suretiyle sürekli ve düzenli şekilde zaten üretiliyor.

Örneğin bu kapsamda üretilen önceki gerekçelerden birisi, Genelkurmay eski Başkanı İlker Başbuğ bazı sözleri olmuştu. Başbuğ bir röportajında “Menderes erken seçim tarihini açıklasaydı 27 Mayıs önlenebilirdi” ve ayrıca “FETÖ’nün siyasi ayağı yok dersek gerçek inkâr olur” demişti. Bu beyanlar üzerinden günlerce ‘muhalefetin darbe çığırtkanlığı’ iddiaları konuşuldu. Erdoğan AKP’li milletvekillerine Başbuğ'a dava açmaları yönünde çağrı yaptı.

Yine bir başka gerekçe, geçtiğimiz haftalarda Fikri Sağlar’ın bir TV programında türbanın siyasallaştırıldığı yönündeki bir beyanı olmuştu. CHP yönetimi bu ifadeleri reddetmesine rağmen yine de CHP’nin din düşmanlığı iddiaları yanı sıra hâkim ve savcılara dava açmaları yönünde çağrılar olmuştu.

TALİ KONULAR NEDEN 'ANA GÜNDEM' OLUVERİYOR
Siyasal tabanın ayrıştırıcı propagandaların etkisi altına kolayca girebildiği birçok kez deneyimlendi. Şehit cenazesindeki Kılıçdaroğlu’na yönelik linç girişimi, düşmanlaştırma siyasetinin nasıl sonuçlar getirebileceğinin çarpıcı örneklerinden biri olmuştu. Kendi halinde görülen vatandaşların birden linççi saldırganlara nasıl dönüştükleri konusunda yakın tarihimizde yeterince örnek bulunmaktadır.

Bu tür olası risklere rağmen neden her tür siyasal eleştiri derhal kriminalize ediliyor, talimatlarla adli süreçler başlatılıyor? Muhalefet temsilcilerinin sıradan sözlerinden neden iktidara darbe hazırlığı iddiaları, komplolar ve akıl almaz suçlar üretiliyor? Muhalefete neden “beşinci kol faaliyetleri” (düşmanla iş birliği) iddialarına varan suçlamalar yöneltiyorlar? Bu siyaset tarzının tercih sebeplerini anlamaya çalışalım.

Günlük siyasal muhalefet çerçevesinde söylenen sözlerin bambaşka ve özel manalar içermediği aslında ortada ve bu gerçeği iktidardakiler de iyi biliyorlar. Buna rağmen ürettikleri abartılı suçlamalara siyasal tabanın bir kısmının pekâlâ inanacağını düşünüyorlar.

İyi bilindiği üzere, ülkede hiçbir alanda işler iyi gitmiyor. AKP içine düştüğü ekonomik, sosyal ve politik açmazlardan olağan demokratik siyasetle bir çıkış yolu göremiyor. Öyle anlaşılıyor ki, ülkenin gerçek sorunlarının konuşulup tartışılmasının önlenilmesi için yapay sorunların ve korkuların yaratılmasına ihtiyaç duyuluyor.

Alttan kayan tabanın dağılmasını önlemek için kutuplaşmanın pekiştirilmesi dışında pek seçenek göremiyorlar.Bunun için muhaliflerin ne kadar kötü, tehlikeli ve düşman oldukları konusunda siyasal tabanı ikna etmeye çabalıyorlar. Bu kapsamda bazen muhalif eleştirilere bambaşka manalar yüklüyorlar. Bazen de muhalefetçe söylenmemiş sözleri “diyorlar ki…” diye başlayan cümlelerle, sanki söylenmiş gibi sunuyorlar. Açılan tazminat ve ceza davaları ile de muhaliflerin siyasal mücadele alanlarını iyice daraltmayı, korkma ve sinmenin daha da yaygınlaşmasını planlıyorlar.

Ülkenin en önemli sorunları olarak CHP, Kılıçdaroğlu ve muhalefet öne konularak yaratılan nefret politikaları ile siyasal tabanlarını sarsıyorlar. Böylece ‘lider’ etrafında tekrar konsolide olma (toparlanma ve kenetlenme) duygusu yaratılmaya çalışılıyor.

Olası sonuçları itibari ile ciddi tehlikeler içeren bu sert ve ayrıştırıcı siyaset tarzının, yeni siyasal denklem arayışları ile birlikte ilk seçimlere kadar kararlılıkla yürütüleceği de anlaşılıyor.