Türkiye’de siyasi partiler büyük iddialarla kurulur ama bu heyecan kısa sürede sona erer. Merkez Parti de ikinci kuruluş sürecine giren ve bu heyecanı tekrar ateşleyen partilerden. Lideri Abdurrahim Karslı ile partisini ve Türkiye’ye dair düşüncelerini konuştuk.

Ekonomik kriz derinleştikçe seçimlerin yaklaştığının emareleri görünüyor. Seçim yaklaştıkça da siyasi partiler hareketleniyor. Hareketlenen partilerden biri de Merkez Parti… 2014 yılında büyük iddialarla kurulan Merkez Parti, hedeflediği varlığı henüz gösterebilmiş değil ama iddiasını, ikinci kuruluş sürecini tamamlayarak Türkiye için hedeflerini sürdürmekte kararlı.

Merkez Parti Genel Başkanı Abdurrahim Karslı da Merkez Parti’nin yaşadığı bu süreci ve yeniden yapılanma hamlesini Toplumsal’a değerlendirdi. Prof. Dr. Karslı, AKP için ‘kurdurulmuş bir parti’ yorumunu yaparken “uluslararası güçler dediler ki Türkiye'de artık siyasal İslam yükseliyor, işi siyasal İslamcılarla tutmak lazım” değerlendirmesinde bulundu.

Partisinin ilkelerini açıklayan ve “Bize lazım olan Türkiye'de en önemli şey hürriyettir, hürriyet olmadan ot bile bitmez” diyen Karslı, önümüzdeki sürece dair öngörülerini de Toplumsal okurlarıyla paylaştı.

Ali Avcu Abdurrahim Karslı

Ali Avcu: Merkez Partisi ilk kurulduğunda kamuoyunda iktidara alternatif olarak görülmüştü. Heyecanla karşılanmıştı. Büyük bir sinerji vardı. Hatta arkasında Abdullah Gül'ün, Cemil Çiçek'in, Bülent Arınç’ın olduğu söylentileri de vardı. Sonra parti bir anda tabeladan öteye gidemedi. Kısaca söylemek gerekirse dağ fare doğurdu. Bu durumu nasıl açıklayabiliriz?

Abdurrahim Karslı: 07 Temmuz 2014'de kurduk biz Merkez Parti’yi. Dediğiniz gibi ilk alternatif bir parti olarak… Çok ciddi bir rağbet gördü. Çünkü 07 Temmuz 14'de kurduk sonra 2015 seçimlerine katıldı. 78 ilde seçimlere katıldı. Aşağı yukarı 70'ten fazla ilde de teşkilatlanmıştı. Kısa süre içinde rağbet görüp ciddi bir teşkilatlanma olmuştu. Ama sonra maalesef 2015'in Eylül’ünde ben hastalandım. Türkiye'de partileri biliyorsunuz. Türkiye'de partiler kitle partileri değildir. Lider odaklı partilerdir. Dolayısıyla önde yürüyen durunca otomatikman duruyor. 2015'in Eylül ayında hastalandım. Aralık ayında 2015'in karaciğer nakli ameliyatı oldum. Aşağı yukarı 5-6 ay yoğun bakımda uzun süreç geçti. Uzun süre hastanede kaldım. 2-3 yıl da tedavisi devam etti.  Dolayısıyla 3 yıl bir partinin durması demek her şeyin yerle yeksan olması demektir. Sonra ben düzeldikten sonra baktım hiçbir teşkilat kalmamış. İstanbul teşkilatında bile bana en yakın olan yerde malzemeleri götürüp bir depoya koymuşlar kapatmış gitmişler. Düşündüm acaba yeniden başlamak gerekir mi gerekmez mi, kaldırabilir miyim diye. Sıhhatim kaldırabilir mi, yeniden arkadaşları toparlayabilir miyiz diye uzun süre düşündüm. İhtiyaç var mı diye. Sonra baktım ki Türkiye'de siyasi zemin benim partiyi kurduğum zamandan daha kötü bir hale gelmiş, yani ihtiyaç eskiden daha çok şiddetlenmiş. Daha fazla var. Dolayısıyla vicdanım bırakmaya razı olmadı. Yeniden başladık 2019'un başlarında. Sıfırdan çalışmaya başlamak demek partiyi yeni kurmak demek gibi bir şey. Tabii o ara İyi Parti kurulmuş, başka partiler kurulmuş. Teşkilatlarımız dağılmış, herkes bir yerlere gitmiş. 50-55 ilde yeniden teşkilat kurduk. 15-20 yerde kongrelerimizi yaptık. İl ve ilçe kongrelerimizi yaptık.

> Şu anda seçimlere katılabilecek durum var mı?

Şu anda seçimlere katılmak için çalışıyoruz. Kongrelerimizi tamamlamamız gerekiyor. 41 ilde kongrelerimizi tamamladık, seçimlere katılmak istiyoruz. Şu anda geldiğimiz nokta bu. Yani Merkez Parti için benim hastalığım ciddi bir şanssızlık dönemi oldu. İkincisi Merkez Parti hiçbir partinin devamı değil. Hiçbir fikrin devamı değil. Türkiye'de de şimdiye kadar yerleşik siyasetin yaptığı gibi bir siyaset yapmıyor. Çünkü Türkiye'de şimdiye kadar siyaset ya etnik temeller üzerine yapılmış ya din inanç istismarcılığı üzerine yapılmış ya tarihe mâl olmuş şahsiyetler üzerinden yapılmış. Atatürkçülük gibi cumhuriyetçilik gibi… Biz dedik ki biz ne etnik temel üzerinden ne din istismarcılığı üzerinden ne inanç istismarcılığı üzerinden ne de tarihi mâl olmuş şahsiyetler üzerinden siyaset yapmayacağız. Hiçbir fikrin devamı değiliz. Biz bir kitle partisiyiz, bir fikir partisiyiz. Belli esasları olan, 'önce insan' diyen, insanı önceleyen, insana kıymet veren, sonra bir araya gelen insanları adeta bir aile oluşturuyor gibi… Biz bir aileyiz diye, Merkez Partisi ailesiyiz diye, bir aile oluşturuyor gibi siyaseti yapacağız dedik. Böyle bir fikir ve kitle partisi olacağız diye eskiden kaynaklanan her şeyi reddederek başladık. Dolayısıyla her şeyi reddederek başladığımız bir işte sıfırdan başladığımız bir işte taban oluşturmak zor. Çünkü bir ideolojik temelli bir şey yapsanız ideolojinizin bir temeli vardır. Bir kitleniz vardır. Etnik temelli bir şey yapsanız bir kitleniz vardır. Ondan sonra bir ideoloji partisi olmayınca hazır bir kitleniz de yok. Dolayısıyla sıfırdan başlayan bir mücadele. Sıfırdan başlayan bir mücadelede Türkiye'de bir şeyi yeniden anlatmak için insanlara değişik bir fikri anlatmak kolay olmuyor. Bir tek şahıs başlamışsınız. Önce insan diyorsunuz. Bize lazım olan hürriyet, adalet, müsavat ve kanun önünde eşitliktir diyorsunuz. Bize lazım olan kuvvetler ayrılığıdır diyorsunuz. Bize lazım olan Türkiye'de en önemli şey hürriyettir, hürriyetin olmadığı yerde hiçbir şey olmaz, ot bile bitmez diyorsunuz. Ailede de önemli olan hürriyet, şirkette de önemli olan hürriyet, işte de önemli olan hürriyet, devlette de önemli olan hürriyet diye başlamışsınız. Bir yeni bir fikir hareketi tabiri caizse bir düşünce hareketi başlatmışsınız. Düşünceye taraftar bulmak kolay bir iş değil. Yani Türkiye'de fikri partiler kolay kolay büyümezler. Düşünceye dayalı partiler kolay kolay büyümezler. Bir ideolojisi bir geçmişi bir tabanı olmayan partiler kolay kolay yürümezler. Şimdi bakın, Türkiye'deki mevcut partilere bakın. Cumhuriyet Halk Partisi devletin kurduğu bir parti, devlet ile birlikte var olmuş bir parti. 90-100 yıllık bir geçmişi var. MHP'ye ve AKP'ye baktığınız zaman aslında mezhepsel tabanın üzerine kurulmuş partilerdir, yeni bir parti gibi gözükse de…

ali avcu abdurrahim karslı

> Ama AKP kuruluş çalışmalarının içerisinde benim bildiğim kadarıyla siz de vardınız sanırım.

Şöyle aynı çevrelerde büyüdüğümüz için, mütedeyyin çevrelerde büyüdüğümüz için, o zaman sen de  partinin içinde ol diye teklifler yapıldı. İçinde bulun, kurucusu ol, şöyle yap böyle yap ama ben hiçbir zaman gidip AKP'de görev almadım. Ne kurucu olarak ne fiil olarak görev almadım. AKP'de bir gün bile siyaset yapmadım. Çünkü AKP'nin bir proje partisi bir proje hareketi olduğunu düşünüyordum. Ve bu memlekete faydalı olacağını düşünmüyordum.

> Proje derken orayı biraz açabilir miyiz?

Yani AKP, bir kısım insanların bir araya gelerek hadi bir parti kuralım sebebi de şu ihtiyaç var, hedefi de bu olsun diye ihtiyaca binaen kurdukları bir parti değil. AKP kurdurulmuş bir parti.

> Kimler tarafından?

Kendileri de açıkladılar. Ben de açıkladım. Özellikle uluslararası güçler tarafından Türkiye'de yükselen siyasi İslam’ı bir noktaya taşımak için kurulmuş bir parti. Yani Türkiye'de iş tutan insanlar, özellikle uluslararası güçler 1990'lardan sonra şunu yazmaya çizmeye başladılar çok açık bunu makale haline kitap haline getirdiler. Dediler ki Türkiye'de artık Siyasal İslam yükseliyor. İşi siyasal İslamcılarla tutmak lazım. Yani CHP'yle ve askeriyeyle bundan sonra Türkiye'de ihtilallerle işi sonuca götürmeye çalışmak mümkün değil. Dolayısıyla CHP ve askeriyeden ümit kesildiği için Siyasal İslam’ı yükseltmek lazım diye bir program içine girdiler. Ve Türkiye'de gelip Siyasal İslam’ın önde gelenleriyle görüştüler. Sizi iktidara taşıyalım. Biz sizin iktidarınız için önünüzdeki engelleri kaldıralım. Finans desteği sağlayalım. Her türlü ihtiyacı olan şeyleri karşılayalım.

> Ama o dönemde Erbakan vardı...

Erbakan kabul etmedi o teklifi. Yani İsrail'in önündeki engelleri kaldırmak, Büyük Ortadoğu Projesi’ni gerçekleştirmek, İslam'ı yeniden yorumlamak şeklindeki tarzındaki tekliflere Erbakan sıcak bakmadı. Erbakan sıcak bakmayınca Tayyip Erdoğan ve arkadaşları o teklifi kabul ettiler. Abdullah Gül, Tayyip Erdoğan işte o zaman AKP'nin kurucuları o teklifi kabul ettiler. Büyük Ortadoğu Projesi’nin eş başkanı oldular, biliyorsunuz. Diyarbakır Ortadoğu'nun yıldızı olacaktı. Türkiye gelişecekti.

> Burada bir parantez açalım. Geçtiğimiz günlerde Kemal Kılıçdaroğlu da Avrupa'nın yolu Diyarbakır'dan geçer tarzında bir açıklama yaptı. Kemal Bey'de mi dış dinamiklere mesaj veriyor?

Benim bir kanaatim var. Bunu ister kabul edin ister kabul etmeyin. Türkiye'de iktidar ve muhalefet aynı yerden dizayn edilir siyasette. Aynı kuvvetler etkilidir. Yani Tayyip Bey’i kim organize ediyorsa Kemal Bey’i de belli ölçülerde organize eden, dizayn eden aynı kuvvetlerdir.
Dolayısıyla kaynağı aynıdır. Türkiye'deki siyaset kendi başına hareket etmez. Dış dinamiklerin etkisi vardır. Türkiye'deki siyaseti kendi başına bırakmazlar. Devamlı etkilerler. Bu etkiden kimse uzak değildir. Siyasetin içinde olup da siyaseten etkili olan kimse bundan uzak değildir. Bir şekilde etkilenir. Dolayısıyla Kılıçdaroğlu da zaman zaman aynı havayı çalar. Bir başkası da aynı şeyleri söyler. Ve birbirlerine yardımcı olurlar. İktidarın kim olması gerektiğini muhalefet de bilir kabul eder ve seçimlerde aldığı pozisyonla ona yardımcı olur. Mesela diyelim 2023'te kimin iktidara devam edeceği Türkiye'de bellidir, önceden hazırlanır. Dolayısıyla kimin iktidara devam edeceği noktasında muhalefet de ona yardımcı olur. Gösterdiği adayla, göstereceği adayla, kazanması gerektiği noktasında adeta bir muhalefet mücadelesi vardır diye görürsünüz siz ama aslında gösterilen adaylar yapılan işlemler iktidar olması gereken şahsın rahat iktidar olması için dizayn edilmiş bir şeydir.

> Peki 2023'ün iktidarı kimdir sizce?

Şu anda kestiremiyorum. İktidar uluslararası güçlerin istediklerini harfiyen yapıyor.

> Peki o fotoğrafa şu an mevcut olanlardan kim uygun?

Tayyip Bey çok uygun. 2023'te de devamını isteyebilirler. Çünkü söylediklerini tabiri caizse hiç ikiletmeden yerine getiriyor. Yani Amerika, İngiltere ne dese uluslararası güçler ne dese onu harfiyen yerine getiriyor. Bazen kavga ediyor. Dolayısıyla, yani mesela üç tane hedefi vardı Büyük Ortadoğu Projesi’nin. Birisi İsrail'in önündeki engelleri kaldırmak, güvenliğini artırmak. İsrail'in güvenliğinin önünde hiçbir engel kalmadı. Hizbullah yok edildi. Suriye Lübnan yok edildi. İsrail'in önündeki ciddi engellerdi. İran tehdidi yok edildi. Dolayısıyla İsrail'in önündeki bütün engeller kaldırıldı. Büyük Ortadoğu'da devletlerin, sınırlarının aynı kalması şeklinde olsa bile parçalanması yönünde bir hedef vardı. O da parçalandı. Irak bir kaça ayrıldı. Suriye bir kaça ayrıldı. Lübnan bir kaça ayrıldı. Kudüs'ü başkent ilan ettiler. Dolayısıyla Büyük Ortadoğu Projesi’ndeki sınırlarının değişmesi, insanların birbiriyle çatışması yönündeki hedef de gerçekleştirildi. Bir hedef daha vardı. İslam'ın yeniden yorumlanması. İnsanların İslam'dan ürkmesi. Şu anda dindar insanların çocukları bile İslam'ı terk eder duruma geldiler. Diyorlar ki İslam buysa biz bu işte yokuz. Dindar anne babanın çocukları, hatta çocuğu dindar olsun diye imam hatibe gönderiyorlar ama ateist oluyor, deist oluyor, dini terk ediyor.

> Zaten son yapılan anketlerde gençler arasında her üç kişiden biri dinden uzaklaşmış.

Her üçünden bir tanesi dinden uzaklaşmış gençlerin üçte ikisi de yurtdışında hayatını tanzim etmek istiyor. Türkiye'den kaçmak meylinde. Türkiye'de hayatını kurmak isteyen insanlar yok. Dolayısıyla Büyük Ortadoğu Projesi’yle hedeflenen her şeyi AKP, Büyük Ortadoğu Projesi sahiplerine temin etti. Hediye etti. Onun için bir dönem daha böyle gitmesini isteyebilirler. Türkiye'ye dış politika açısından, ekonomik açıdan, hukuki açıdan ciddi manada diz çöktürdüler. Şu anda Türkiye'de ciddi sıkıntılar var. Yani diz boyu sıkıntılar. Düşünün sırf FETÖ meselesinden dolayı Türkiye'de 1 milyon 977 bin kişiye işlem uygulanmış. Savcılık soruşturma yapmış sırf FETÖ’den dolayı. Bunun yanına bir de PKK'sını koyarsan Türkiye adeta terör üreten bir ülke haline geldi. Türkiye'de olan terörist kadar bütün dünyada ki teröristleri toplasan o kadar terörist yok. Böyle bir hale geldi.

> Tekrar başa dönersek Erbakan'ın AKP için Siyonist bir partidir söylemi o zaman Erbakan'ı burada doğruluyor. 

Kesinlikle. Hatta şunu söylüyordu Erbakan, diyordu ki; Tayyip Erdoğan, sizi farkında olmadan Siyonizm’e asker eder. Farkında bile olmazsınız. Buna hizmet ettirir, farkında olmazsınız. Bunu yaptırdı. Hakikaten Erbakan'ın dedikleri harfiyen çıktı. Ben o zaman dinleyince tabi Tayyip Erdoğan onunla beraber yetişmiş olan bir insan. Bir insan kendi yetiştirdiği bir insana bu kadar zulmeder mi, u kadar tenkit eder mi, diye hayret ediyordum. Ama maalesef zaman onu doğruladı. Haklı çıkardı. Dediği noktaya geldik.

> O zaman şunu diye bilir miyiz? Dış dinamikler, Ortadoğu’daki işini henüz daha tamamlayamadı. Erdoğan’a bir dönem daha ihtiyaçları var. Kılıçdaroğlu’na her istediklerini yaptıramayacaklarını görüyorlar.

Kılıçdaroğlu’na her istediğini yaptıramazlar, yani hazır tezgah bu. Niye bozsunlar? Hazır tezgah yürüyor. Hazır tezgah yürüdüğü için bununla birlikte götürürler. Tayyip Erdoğan da çok istiyor zaten. Tayyip Erdoğan, sadece o da değil şimdi başladığı noktadan başka bir noktada. Yani çok koz verdi kendi eliyle onların eline. Mal varlığından dolayı yaptığı işlerden dolayı, usulsüzlüklerden dolayı, hukuksuzluklardan dolayı, tabiri caizse her şeyiyle bağlı. Her şeyiyle bağladıkları bir insanı her dediklerini yaptırdıkları bir insanı niye bıraksınlar? Ama tabii, şu da var. Türkiye’de iç dinamikler dönemlik. Eğer iç dinamikler, benim söylediğimi zorlarsa; yani Türkiye’de halktan gelen bir tepki olursa; çünkü halk şu noktaya gidiyor yavaş  yavaş, özellikle bu 6 partinin bir araya gelmesi, sanki muhalefetin bir noktada odaklanması gibi şu noktaya gelebilir: 2023’e kadar halk Tayyip Erdoğan’dan kurtulalım da ne olursa olsun noktasına gelebilir insanlar.

> Bu da tehlikeli bir anlayış mesela… Tayyip Erdoğan’ın… Başka Tayyipler koyabilir mesela Ahmet Mehmet Ayşe Fatma gibi başka birileriyle aynı yöntemle bu sisteme devam edebilirler.

İşte o noktaya gelirse eğer o zaman Tayyip Erdoğan tarzında ikinci bir Tayyip Erdoğan bulmaları gerekir. Batı’nın böyle bir zorluğu olabilir. Çünkü Batı kendi oyununu oynarken iç dinamiklere göre oyununu dizayn eder. Onun için iç dinamiklerin ne hal alacağı da önemli. Sanki muhalefet şu an gittikçe, özellikle bu enflasyon fatura fiyatlarının arttırılması insanların ekonomideki dar boğazdaki sıkıntılar o noktaya götürüyor gibi. Özellikle bu son faturalar, elektrik, doğalgaz faturaları falan, bundan kurtulalım da ne olursa olsun gibi bir noktaya gidebilir. Çünkü artık AKP’liler de reis bu hayat devam etmiyor deme noktasına geldi. Daha da ekonomik sıkıntılarla bu hayat kötüleşir. İyice o noktaya gelebilir. Çünkü ben Türkiye’de bundan sonra iyiye gitmeyeceğini noter taahhüdüyle taahhüt edebilirim. Çünkü Türkiye 300 yıllık arayışının tersine bir yola girdi. Türkiye Sened-i İttifak’tan beri, Gülhane Hattı Hümayunu’ndan beri, Birinci Meşrutiyet’ten beri, İkinci Meşrutiyet’ten beri bir hürriyet arayışı içindeydi. Bu hürriyetin usulü de şuydu: Padişah’ın yanına nasıl bir şey bulabiliriz? Padişahın yanına bir şeyhülislam olsun, bir sadrazam olsun, bir Meclis-i Ayan olsun, bir Meclis-i Mebusan olsun, bu dediğini kafasına göre yapmasın. Bir istişare meclisi olsun. Bir müşavere meclisi olsun. Bir ortak fikir olsun, milletin lehine olsun. 300 yıldır Türkiye’nin hürriyet arayışı bu şekildeydi. Yani tek adamdan kurtarmak, memleketi, padişahın iradesinden kurtarmak, bir heyete teslim etmek şeklinde bir arayış vardı 300 yıldır. Biz son başkanlık sistemiyle bu 300 yıllık hürriyet yürüyüşümüzü bıraktık. Her şeyi noktaladık. Bir adama teslim ettik. Al sen idare et… Hani verin bu kardeşinize diye elini göğsüne vurarak bizden istedi ya...

>Partili cumhurbaşkanlığı sistemi aslında hizmet edebilmesi için tek adama verilen bir yetkiydi.

Biz 300 yıllık arayışımızı sildik. Bir tek adama memleketi teslim ettik. Şimdi bir tek adamla hürriyetin olmadığı bir yerde ne evi idare edebilirsiniz ne şirketi ne devleti idare edebilirsiniz. Dolayısıyla dikkat edin bu bir tek adam başladıktan sonra her şey kötüye gidiyor.Ama her şey. Daha da kötüye gidecek. Bir kişinin iradesiyle bu memleket idare edilemez.Tayyip Erdoğan’ın bir isteği vardı. Ben bu memleketi şirket gibi idare etmek istiyorum diye. Bu istediğini elde etti. Millet bu istediğini ona maalesef teslim etti. Şaşırdım ben.

>Şu andaki ekonomik krizler birçok toplu istifalara sebep olacak gibi gözüküyor.

Onun için diyorum ki AKP içinde de feryatlar başlayabilir. AKP’liler de feryat edebilir. Son anketlere göre özellikle İstanbul’da oy oranı gittikçe düşüyor. İstanbul’da belediye seçimlerinde aldıkları oy oranının da altına düşmüşler. Dolayısıyla bu düşüş gittikçe devam edecek. Kaybedecekler. İç dinamikler de zorlayınca bu defa Tayyip Erdoğan’ın yerine ikinci bir Tayyip Erdoğan’ı Batılı sistemler arayabilirler. Çünkü bu tek adam sistemi devam ettiği müddetçe kimi getirirseniz getirin sonuç değişmez.

> 2023’te parlamenter sisteme geri dönüş yapmak için muhalefet partileri bir araya geldi. Şu anki mevcut sistem dış dinamiklerin çok daha işine geldiği için parlamenter sisteme dönüşü engellemeye çalışacaklar diyebilir miyiz?

Parlamenter sistemde bir meclis var. Parlamenter sistemde bağımsız bir yargı var. Parlamenter sistemde bir ayrı yürüyen bir yürütme var. Bu üçünü koordine ediyordu. Fren sistemi var. Denge denetim sistemi var.

> O zaman muhalefetin iktidara gelmesini hiçbir şekilde istemeyecekler.

Tabii, Türkiye’deki mevcut sistemin devamını isterler dış dinamikler. Tek adamı ikna ettikleri zaman her şeyi yapabiliyorlar. Öbür türlü denge denetleme sisteminde birden çok noktayı ikna etmek mecburiyetindeler. Ama şu sistem işlerine geliyor. Çünkü Ortadoğu’daki en otokratik sistemden daha otokratik sistem var şu an Türkiye’de. Krallıklardan daha beter bir krallık var, ne derse onu yapıyor. Çünkü düşünün ki Varlık Fonu’nun başına Tayyip Erdoğan kendi kendini atıyor. Atayan Tayyip Erdoğan, Cumhurbaşkanı Erdoğan, atanan Erdoğan…

Garip bir şey. Banka müdürünü atayan o, TÜİK’in başındakini atayan o, Merkez Bankası’nın başındakini atayan o, bakanı atayan o, genel müdürü atayan o, Türkiye’deki her şeyi atayan o, HSYK’yı belirleyen o, her şeyi belirleyen o, dolayısıyla Türkiye’de her şey bir adamın iki dudağı arasında.

> Peki Merkez Partisi’ne muhalefet tarafından bir davet geldi mi?
Şimdi Merkez Partisi olarak muhalefet tarafından hepsiyle görüşüyoruz. Birbirimize fikirlerimizi söylüyoruz. Ama şimdiye kadar siz de bulunun bu masada oturun gibi bir teklif gelmedi. Belki bunun sebebi bizim henüz seçime girme hakkımızı elde etmememiz olabilir. Ama şöyle bir şey var muhalefette. Türkiye’de kim varsa muhalefette bir araya gelmeli. Bu doğru bir düşünce yani, 6 parti değil. Kaç tane parti varsa seçime girme hakkı olan orada olmalı. STK’lar orada olmalı, barolar olmalı… Etkili olan herkes orada olmalı tarzında bir tavırları var. Doğru olan da bu. Dolayısıyla şimdiye kadar sizde buyurun bu masada oturun denilmedi ama.

> Peki bundan dolayı bir kırgınlığınız var mı?

Yok hayır. Ben diyorum zaten muhalefette herkes evvela bu mevcut sistemden kurtulmak için ittifak etmeli. Yani Türkiye’nin şu anda ihtiyacı olan siyaset değil. Türkiye’nin şu anda ihtiyacı olan bu tek adam rejimi olan beladan Türkiye nasıl kurtarılır olmalı. Türkiye’nin ihtiyacı nasıl siyaset yaparız, nasıl iktidara geliriz, nasıl bir parti olarak büyürüz, bu olmamalı bence. Şu anda Türkiye’de aklıselim düşünen her insanın derdi bu mevcut sistemden nasıl kurtuluruz? Hürriyeti yeniden nasıl temin ederiz, adaleti nasıl temin ederiz? Müzakere zeminini nasıl açarız? Kanun önünde eşitliği nasıl temin ederiz? Bunlar olmalı Türkiye’de herkesin hedefi. Hedefi bunlar olan insanlar da zaten bir yerde buluşurlar. Muhalefette ittifak ederler. Evvela tek adam rejiminden Türkiye’yi kurtarmak… Diyorum ya 300 yıllık tarihi sildik, tersten başlattık. Bir adama yetki verdik. Şimdi herkes bu sıkıntıyı görmeye başladı.

Tek adam anlayışı dış politikada önce tecrübeli Elçileri itibarsızlaştırma politikası güttü. Ardından liyakatsiz kişileri birçoğu partili olan Elçiler atadı. Egemen Bağış örneğinde olduğu gibi. Bu durum da Türkiye’nin dış politikasında ağır tahrifatlar yaşanmasına neden olmakta diyebilir miyiz?

Türkiye’nin problem yaşamadığı nokta yok. Dış politikayı berbat etti. Dış politikayı batırdı dış politika yok artık. Yerle yeksan… Ekonomi hakikaten uçurumdan aşağı gider gibi bir durum var. Ben işlemlerin içindeyim. Tacirim. Ticari işletmelerin durumunu biliyorum. Sadece siyasetçi değilim ben, icra iflas işlemleri yapıyorum. Dosyaların sayısını ve durumunu biliyorum. Türkiye’ de 30 milyondan fazla icra dosyası var. Böyle zulüm olur mu? İcra dosyaları artık icra dairelerinde raflara değil yerlere sığmıyor. Koridorlara koyuyorlar. Özel depolar tutuyorlar. Özel icra sayısını söylüyorum size. En büyük şirketler batıyor, tutup iflas talep ediyorlar. Bunların davalarını sıkıntılarını ben çözüyorum

> Peki önümüzdeki süreç daha da kötüye gidecek. Sosyal patlamalara dönüşebilir mi hocam?

Tabii ki dönüşebilir. AKP’nin Türkiye’de ki hedefi bu durumu daha da kötüleştirmek. İyiye götürmek değil.

> Durumun kötüleşmesinden ne kazanacaklar, yani ne çıkarları olabilir? Onları zora sokmaz mı?

Sokmaz, çünkü AKP sistemin düşmanıdır. Sistemi istemez. Cumhuriyetin düşmanıdır. AKP Türkiye’ye darülharp der. Yani harp halinin devam ettiği bir harp. Türkiye’de kurulmuş müessis bir sistem yoktur AKP’nin kafasına göre. Harp halindedir Türkiye hâlâ.

> Zaten zaman zaman yolsuzluklar vs. bunlar suçüstü yapıldığında biz harp halindeyiz diyorlar. Meşru görüyorlar.

Tabii ki Türkiye’nin sistemi yıkılmalı. Cumhuriyet yıkılmalı, AKP’nin kafasındaki odur.

> O backgroundu halâ oluşturamadılar. Kuvvetler ayrılığını vs.

Kuvvetler ayrılığı değil onların kafasındaki şey. Türkiye’de yani kendi kafalarına göre siyasi İslam düşüncesine göre yeni bir siyasi rejim, yeni bir düşünce, yani AKP mevcut sistemi kuvvetler ayrılığını ve cumhuriyeti istemez öyle derler. Öyle görünürler. Cumhuriyetin taraftarı gibi görünürler ama aslında öyle değildirler. Türkiye’de bir hilafet sistemini isterler. Arzu ettikleri odur. Afganistan tarzında bir yönetim isterler.

> Biz zaten aynı şeyleri düşünüyoruz diye açıklamışlardı.

Tabii ki. Hilafete dayalı bir sistem, bir İslam emirliği, TC’nin isminin dahi olmadığı, cumhuriyet isminin bile geçmediği, Türk isminin geçmediği bir sistem isterler. Dolayısıyla mevcut sistemin yıkılmasından rahatsız olmazlar, memnun olurlar. Hatta 2023’ü bu sebepten yeni bir başlangıç diye görürler. Zaten kendi aralarında da insanlara şunu söylüyorlar. ‘Biraz daha dişinizi sıkın, biraz daha gayret edin. Ayasofya da açıldı. Hilafetin ilan edilmesi…’ diye. Az kaldı diyorlar. İnsanları öyle inandırıyorlar.

> Bu çoklu baro sistemi hukukçu olduğunuz için merak ettim, sizce gerekli miydi? Böyle bir şeye ihtiyaç var mıydı?

Hayır. Gerekli değildi.

> Bunun altında ne yatıyor? Bu bir nevi terör örgütü FETÖ’nün projelerinden biriydi geçmişte. Bunu hayata geçirdiler.

AKP’nin Türkiye’de bir hedefi vardır. AKP ve AKP gibi düşünenlerin. Zaten ruh ikiziydi FETÖ ile AKP.
Siz bakmayın aralarında bir ayrılık oldu ama fikri manada aralarında bir ayrılık yoktur. Bir menfaat çatışması oldu, yani kim var kim olmalı? Aralarında başka sebeplerden dolayı ortaya çıkan şeyler su yüzüne öyle çıktı.

> Aslında iki gerici yapılanmanın güç kavgası diyebiliriz

Güç kavgası. Dolayısıyla her biri şunu arzu ederler. Sadece Türkiye’de iktidar olmayı istemezler. Kurum ve kuruluşlar da bizden olsun. STK’lar bize hizmet etsin. Yani devleti ele geçirmek istediler. Hükümeti ele geçirmek onlar için yeterli değil. Devleti ele geçirmek için STK’ları ele geçirmek için de planlar bulmaları lazım. Şimdi barolar tek baro olunca Barolar Birliği’ne hükmedemiyorlar. Niye? Sayıca düşünenler çoğunlukta. Sosyal demokrat yapıya ait olanlar çoğunlukta. Hürriyetçi düşünenler çoğunlukta. Dolayısıyla seçimle o yapıyı elde edemiyorlar. Başka türlü sonuca nasıl gidebiliriz? Baroyu bölmekle acaba barolar birliği başkanlığını alabilir miyiz diye bir hesapları vardı. Olmadı o tutmadı. Ama bakın bir hesapları tuttu. Barolar Birliği’nin gösterdiği aday HSK’ya gösterdiği aday kendi yapılarından bir aday olarak ortaya çıktı. Çorum’dan daha önceden AKP’den aday olan birisini Barolar Birliği’nden aday gibi gösterdiler. Orada iki grup birbirine girince aradan o sıyrıldı bu defa. Dolayısıyla AKP’nin bir hedefi vardır. Türkiye’deki diğer AKP gibi düşünen yapıların da bir hedefi vardır: Kurumları bütünüyle elde etmek. Sadece idaresine hâkim olmak yetmez. Yani hükümet bir araçtaki şoför gibidir. O direksiyonu kullanan şoför…

> Direksiyonu kim kullanırsa araç oraya gider.

Bunlar aracın sahibi olmak istiyorlar. Araç bizim olsun istiyorlar. Sisteme sahip olmak istiyorlar.

>Partili başkanlık sistemine, yani mevcut olan sisteme geçişin altyapısı hain 15 Temmuz kalkışmasıyla döşendi diyebilir miyiz? Kısaca 15 Temmuz darbe girişimi olmasaydı bugünkü partili cumhurbaşkanlığı sistemini yaşamıyor olabilir miydik?

Şu kesin 28 Şubat olmasaydı AKP olmazdı. 15 Temmuz olmasa başkanlık sistemi olmazdı. Bu çok önemli, bakın söylüyorum.28 Şubat olmasaydı AKP olmazdı. 15 Temmuz olmasa başkanlık sistemi olmazdı.

>O zaman dış dinamiklerinin planları 5 yıllık 10 yıllık planları hiç aksamadan işliyor.

Bakın şimdi Devlet Bahçeli, Tayyip Erdoğan’a en çok söven bir adamdı. En çok hakaret eden bir adamdı.15 Temmuz’dan sonra hemen dedi ki getir istediğini yapalım. Madem sen Türkiye’ye uymuyorsun, anayasaya uymuyorsun, anayasayı sana uyduralım dedi. Bu benim dediğim bir şeyi daha doğruluyor. Muhalefetle iktidar aynı yerden yönlendiriliyor. Başka türlü Devlet Bahçeli’nin Tayyip Erdoğan’a iktiba etmesi, AKP ile birlikte çalışması mümkün değildi. Çünkü o kadar hakaret etti ki… Hatta hakaretlerini toplamışlar. Geçen baktım, Ankara’da gördüm, bir kitap şekline getirmişler. MHP onu bir kitap olarak bastırmış. Söyledikleri kitap şeklinde hakaretleri… Namussuz dedi, şerefsiz dedi, haysiyetsiz dedi.

> Soylu da çok şeyler söyledi.

Çok şeyler söyledi. Sonradan bir araya geldiler. Ona hizmet eder oldu. Tabii, Soylu da öyle. Numan Kurtuluş yine öyle onun için… Türkiye’de acayiptir. Muhalefetle iktidar aynı yerden etkilenir. Aynı kuruluşlardan aynı tesirlerden.

> Yani patron tek kişi diyoruz, ama…

Rolleri ayrı ayrıdır. Onun için Merkez Parti’nin birden bire bir noktaya gelmesi de zor. Çünkü denilmesi gerekiyor ki bu da uyuyor aşağı yukarı bunu da aranıza alın. Bu da sizin gibi bu da söz dinler diye.

> Peki Merkez Parti nerede duracak? Önümüzdeki seçim sürecine girdik sayılır. Ya da ne planlıyor ne düşünüyor?

Türkiye’nin ihtiyacını yine söylüyorum hürriyet, adalet, bir istişare zemini, meşveret ve kanun önünde herkesin eşit olduğu bir hukuki yapı. Eğer bunda ittifak ediyorsa kim varsa onunla beraber ittifak edebiliriz. Ama bunda ittifak edemiyorsak hiçbir yerde olmayız, bekleriz.

> Eklemek istediğiniz bir şey var mı?

Türkiye’nin bu yapıyı değiştirmesi lazım. Bu iktidar ve muhalefet yapısını birlikte değiştirmesi lazım. Yani ideolojik temellere göre, etnik temellere göre, din istismarına göre, tarihe mâl olmuş şahsiyetlerin istismarlarına göre siyaset yapan partilerden Türkiye’nin kaçması lazım. Şu  anda meclise baksanız 4 tane parti var. Biri Atatürkçülerin partisi, biri Kürtlerin partisi, biri Türklerin partisi, biri de Siyasal İslamcıların Partisi. Böyle bir yapı olmaması lazım. Siyasetin bunların üzerine bina edilmemesi lazım. Siyaset ne için yapılır? İş için yapılır, aş için yapılır, hürriyet için yapılır, ekonomi için yapılır. Milletin ihtiyaçlarını karşılamak için yapılır. Milleti idare etmek için yapılır. Siyaset bunun için yapılır. Vakti gelince de kenara çekilinir. Türkiye’de böyle bir siyaset olması lazım. Bakın gelişmiş demokrasilere bakın. Başbakan ismini kimse bilmez. İsviçre’de şurada burada. Gelir vazifesini yapar. Vaktini tamamlar gider. Merkel geldi işte kaç yıl çalıştı ne dedi? Ben şerefimle geldim şerefimle gidiyorum. Ve bıraktı gitti. Şimdi onun yerine de başka biri devam ediyor. Hiç de aratmadı. Hiç de kavga dövüş olmadı. Türkiye’de böyle bir siyasi yapı olması lazım. Bu yapıyı bulmadıkça her zaman daha kötü bir noktaya gideriz.

> Teşekkür ederim.


* Gazete Toplumsal'ın 21 Şubat'ta yayınlanan 24. sayısında yer almıştır.