Yaşanan Elazığ-Malatya deprem acısı, devlet adamlığı ve liyakatın önemini bir daha ortaya koydu.

Başta AKUT olmak üzere bütün kurum ve kişiler enkaz altından can kurtarmaya kilitlenmişken, bakanlar ile vali bölgede parti propağandası anlamlı boy gösterdi.

Yaşanan dramı yansıtmak amacıyla bölgede bulunan medya kameralarını üzerlerine odakladılar. Saatlerce ekranlarda kaldılar.

O süre boyunca sadece “cumhurbaşkanı talimatı ile bölgeye geldik, yerinde izliyor, gerekenleri yapıyoruz” dediler! Demek ki Cumhurbaşkanı talimatı olmasa, bölgeye gitmek, önlem almaya çalışmak gereğini duymayacaklardı.

Vali de, açık kalan mikrofondan yayılan inciyi fırlattı: “İyi algı yaratıldı” dedi. Yani, “koyun can derdindeyken kasap yağ derdinde” olduğu ortaya çıktı!

Bir yardım kurumu olan Kızılay yönetimine parlamentar maaşla yerleştirilmiş Başkan ile yardımcıları; deprem vergisi ve yardım severlerin bağışlarıyla oluşan birikimi har vurup harman savurduğu; Kızılay birikimlerinin siyasi iktidarca amaç dışı kullanılmasına sessiz kalındığı, esefle anlaşılmış oldu.

Deprem konusunda yetkin olan bilim adamları, ısrarla devlet büyüklerinin bölgeye giderek dikkatleri ve güvenlik önlemlerini üzerlerine toplamalarının zararlı olacağını vurguladılar. Önemseyen olmadı.

Ardından partili Cumhurbaşkanı koruma ordusuyla bölgeye gitti. Enkaz altından canlı çıkarmak için sürdürülen çalışmaların her saniyesi önemlidir. Ama –iddiaya göre- bir depremzedenin çıkarılması Cumhurbaşkanı gelinceye kadar bekletilmiş.

Zaten devlet adamlarını koruma ordusu ve koruma telsizleri ile çalışma alanında yoğunluk ve hareketliliğe neden olunmuş; enkaz altından gelen seslerin duyulması zaafa uğramıştır.

En acı zamanda bile parti çıkarını, propağandasını ve algı yaratmayı amaçlayan söylem ve davranışlar; devlet adamlığı ve liyakat kavramlarının tarih hafızasından anlamayı gerektirdi.

Bilindiği gibi 16. yüzyıl, Osmanlı devletinin yükselmesi süreci için “altın yüzyıl” denir. Bunun liyakat sahibi devlet adamları sayesinde gerçekleştiği ifade edilmiştir. Kanuni Sultan Süleyman sadrazamı Sokullu Mehmet Paşa’nın altın yüzyıldaki “altın sadrazam” olarak; liyakat ve devlet adamı olgusunu gösteren örnek kabul edilir.

Kanuni, II. Selim ve III. Murat’a sadrazamlık yapan Sokullu; liyakatsız ve çapsız saray adamlarının kıskançlık nedeniyle düzenlenen bir suikaste kurban edilmiştir. Başta Ahmet Şemsi Paşa olmak üzere Lala Mustafa Paşa, Kara Üveyis Paşa, Şeyh Süca, Kethüda Canfeda Hatun ve Sadettin Efendi birlikteliğiyle bir saray kumpası kurulmuş. Dilenci kılıklı biri, Ahmet Şemsi paşanın verdiği hançer ile günümüz Sultanahmet Camii yerindeki konağında namaz kılmakta olan asırlık çınar Sokullu Mehmet Paşa’yı şehit etmiştir.

Şeyhülislam, “şehit” saymak istememiştir!

Sokullu’yu 384. ölüm yılında bir makaleyle anan Elif Naci, “rüşvet yemediği ve geniş yetkilere sahip olduğu ve saray adamları tarafından kıskanıldığı için” şehit edildiğini belirtti.

Tarihçi Hammer de, “Sokullu yaşasaydı, imparatorluğun duraklaması daha gecikirdi” saptamasında bulunmuştur.

Liyakat ve devlet adamlığı kavramı bu şekilde tanımlandığına göre; deprem acısının sıcaklığında gösterilen tavır ve söylemleri için ne demek gerekir?