Sarıyer Söz Gazetesi, Sarıyer’de 17 yılı aşkın süredir aralıksız yayın yapan ve bölgenin medya hafızasında önemli bir yer edinen Sarıyer Posta gazetesinin imtiyaz sahibi Levent Pehlivanoğlu'na mikrofon uzattı. Yerel basının yaşadığı zorluklar, gazetecilikte tarafsızlık ilkesi, dijitalleşmenin etkisi ve Sarıyer'de medyanın geleceği üzerine kapsamlı değerlendirmelerde bulunan Pehlivanoğlu, aynı zamanda genç gazetecilere yönelik önemli tavsiyelerde bulundu.
İşte Levent Pehlivanoğlu İle Gerçekleştirilen Röportajın Tamamı:
Soru: Öncelikle sizden gazeteciliğe başlama hikayenizi anlatmanızı isteyeceğim. Burada Sarıyer Posta’yı nasıl kurduğunuzdan da bahsedebilir misiniz?
Evet, ilk önce teşekkür ederiz röportaj için. Şimdi Sarıyer’de 2001 yılında, dönemin Belediye Başkanı Serhat Özsoy döneminde, Basın ve Halkla İlişkiler bölümünde bu mesleğe başladım ve o dönemde yerel seçim hazırlığı da vardı. O zamanlar, diyelim, Aydın Ünsal Sarıyer Gazetesi’ni kurmuştu. Biz de onun yanında genel koordinatör olarak işe başlamıştık. Dolayısıyla ondan sonra çeşitli deneyimlerim oldu. Sarıyer Gazetesi, Sarıyer Haber gibi çeşitli deneyimlerden sonra, 2007 yılında eşimin, dostumun, yakın çevremin baskısıyla, “Ya Levent, Sarıyerli sensin, herkes seni tanıyor, neden kendin gelip kurmuyorsun?” diye bir gazlamayla gazeteyi kurdum. 2007 yılının Aralık ayında ofis tutuldu. 2008 yılının Ocak ayının beşinde de gazete kuruldu. O gündür bugündür, pandemi dahil gazete aralıksız çıkıyor.
Soru: Peki, yerel basından biri olarak, sizce yerel basın ve ulusal basını kıyasladığımızda avantajlar ve dezavantajlar nelerdir?
Yerel gazeteler, artık aslında ulusal gazetenin bir yerde fahri muhabirleri gibi oluyor. Çok fazla takip ediliyor. Çok fazla gündemi, yerel basından öğrenen ulusal basın var. Dolayısıyla yerel gazeteler, özellikle son 10 yıldır bir çığır açtı. Bir devrim atlattı neredeyse ve dolayısıyla artık yerel-ulusal diye bir ayrım kalmadı. Sadece biz yerelin haberlerini daha çok yapıyoruz. Asıl sistem, işleyiş aynı.
'SARIYER POSTA, BASILI GAZETESİ İLE 17 YILI DEVİRMİŞ BİR GAZETE'
Soru: Şimdi burada Sarıyer’e baktığımızda birçok yerel basın organı bulunuyor. Peki, sizce Sarıyer’deki yerel basın organları - biliyorsunuz ki basın dördüncü kuvvettir - hem kamuoyuna hem de gerektiğinde yerel yöneticileri denetleme işlevini yeterince yerine getirebiliyor mu?
Sarıyer’deki yerel basın, İstanbul’daki birçok ilçeye göre biraz önde. Niçin önde? Deneyimli gazetecileri var bünyesinde ve dijital gazeteleri oldukça güçlü. Eskiden Sarıyer’de Google’a yazdığınız zaman bir iki tane siyasetçi fotoğrafı çıkardı. Şimdi Google’a Sarıyer’i yazdığınız zaman bizler çıkıyoruz. Yani bayağı bir öndeyiz. Özellikle dijital altyapısıyla güçlü yerel gazeteler çıkar, ona göre teknik olarak da yeteri kadar bir maddiyat harcanıyor. Gündemi ve teknolojiyi takip ederek bununla orantılı olmak zorundasınız. Sarıyer Posta’yı çok kısa anlatmam gerekirse Sarıyer Posta bir gazete. Dijital gazetesiyle, sosyal medyasıyla, basılı gazetesiyle 17 yılını devirmiş bir gazete. Sorunuza dönecek olursak şöyle diyebilirim: Ulusal gazete ile yerel gazeteler arasındaki fark, yine az önce de belirttiğim gibi, yerelde daha çok haberlerimiz çıkıyor. Ulusal gazetede daha çok çıkan haberler; dramatize haberler, kaza haberleri ve insanlığa dokunan duygusal haberler diyelim. Ama bunun dışında Sarıyer’de herhangi bir akışı, herhangi bir gündemi yayınlamıyorlar. İşte biz, ulusal basının yayınlamadığını yayınlıyoruz. Sarıyer’de spor kulüpleri, dernekler, yerel yönetim, dört koldan böyle... Hani yerel gazetelerle ulusal arasındaki fark bu ya. Ulusal daha çok ajitasyonla gidiyor, dramatizeyle gidiyor. Biz hepsini yayınlıyoruz. Farkımız bu.
'SEKTÖRDEKİ ŞARTLAR YEREL GAZATELERİN BELİNİ BÜKÜYOR'
Soru: Ayrıca bir de tabii ki harcama bütçesi oluyor ya da bir gelir kaynağı. Yerel basında sizin, mesela Sarıyer Posta’dan örnek verelim, nasıl bir gelir kaynağınız bulunuyor?
Şimdi aslında bu soru kanayan yaramız. Şöyle diyeyim; özellikle basın yayın 212 sigortasından tutun da, basın yayındaki Basın İlan Kurumu'nun tutumuna kadar olan şartlar yerel gazetenin belini büküyor. Özellikle şunu söyleyeyim: Sarıyer Posta olarak biz hiçbir zaman Basın İlanı’na tabi olmayı düşünmedik. Hep kendi yağımızla kavrulduk ve İstanbul’da en çok reklam alan sayılı gazetelerden biriyim. Onun altını çizmek isterim. Benim reklam kaygım yok, benim ekonomik kaygım yok ama bu demek değil ki zorlanmıyoruz. Şöyle; yerel gazete olarak matbaa giderleri, personel giderleri, ofis giderleri vesaire ciddi bir yük. Ama bu yerel gazete için de en önemli olmazsa olmaz network yani sahada aktif misin, sahada var mısın, insanın iyi günde kötü günde yanında mısın? Ve sorularınıza vardır; siyasi de bir denge. O yüzden bu dengeyi sağlarken de şunu gözetiyoruz. Tarafın, kişinin gazetesi olmadan, siyasi bir yönü olmadan veya siyasi arka bahçe olmadan yapabiliyorsanız 17 yılları yaşarsınız. Daha nice 17 yılları görürsünüz.
'LEVENT PEHLİCANOĞLU OLARAK BİZİM HİÇBİR ZAMAN TARAFIMIZ OLMADI'
Soru: Tam da siyasetten konu açılmışken benim de zaten öyle bir sorum bulunuyordu. Şimdi gazetecilik ile siyaset arasında çok ince bir çizgi var. Haberi tarafsız olarak vermek durumundayız. Baktığımızda bazı yayın organlarında bu tarafsızlık ilkesi, siyasetten ötürü, hani bazen ihlal edilebiliyor. Peki, siz bu hususta nasıl bir denge kurulması gerektiğini düşünüyorsunuz?
Şimdi yerel gazetecilik, ulusal gazeteciliğe göre bu anlamda çok daha zor. Asıl sorun, bir önceki soruda şunu şuradan girmek istiyorum: Şu anki ulusal medyada dünyaya, ülkeye yön verenler maalesef ikiye bölündü, hatta üçe bölündü diyebiliriz. Sağ görüş, sol görüş, ortadan da gidip suya sabuna dokunmayan bir yayın metodu... Artık izleyici, toplum neyin ne olduğunu çok iyi biliyor. Hangi kanalın kendine hitap ettiğini, hangi kanalın hitap etmediğini çok iyi biliyor. O yüzden her evde hangi televizyon açılıyor, hangi televizyon açılmıyor belli.
Bizde şöyle... Kendi adıma söyleyecek olursam; Ben 4 tane yerel seçim atlattım, 4 tane yerel seçimi yaşamış bir gazeteciyim. Hep “mavi boncuk dağıtan”, “siyasileri öne çıkart” diyen, “bizi ön gündeme taşı” diyen siyasetçilerin gazına bugüne kadar gelmedik. Yani biz yerel seçimlerde bütün siyasi partileri bir araya toplayan İstanbul'da, belki de Türkiye’deki tek gazeteyiz. Hani AK Parti de, CHP’li, MHP’li, X partiler de hepsi gazetede kendilerini anlattılar, hem reklamlarını verdiler. Bunun tek bir cevabı var: Tarafsızlık. Yani bizde şu yoktur - kendi adıma konuşuyorum, Sarıyer Posta olarak anlatıyorum - şundan aldın, şuna çak; bundan aldın, bunu vur; bundan aldın, şunu sev... Böyle bir şey yok. Biz dengeyi sağlayarak sevildik.
Yani Levent Pehlivanoğlu olarak bizim bir tarafımız hiçbir zaman olmadı. Ben bazen kendime soruyorum, bazen elemanlar soruyor: “Ya Levent Bey, biz burada çalışıyoruz ama biz nereye yakınız?” “Niye sordun?” diyorum. Soruyu ben anlayamıyorum bile. O zaman doğru yoldayız diyorum kendi kendime. Vallahi ben de bilmiyorum nereye yakınız diyorum. O yüzden de dengeyi sağlıyoruz.
Yani yerel gazetecilik ile ulusal gazeteler arasındaki fark şu olmalı: Biz bütün gün Sarıyer sokaklarında, Sarıyer’in insanlarıyla haşır neşir olduğumuz için çizgimizi, güvenilirliğimizi koruyabildiğimiz için zaten varız ve devam ediyoruz. Yani çok zor bir iş yapıyoruz. Yani ben X bir ulusal gazetenin muhabiri olsam, haber yazarsın geçersin. Kim kime dum duma olur. Bizde öyle değil. Bizim yayın yaptığımız yer belli, oturduğumuz semt belli, insanlarla kimlerle görüştüğümüz, kimlerle oturup sohbet ettiğimiz de belli. O yüzden ince bir çizgi var burada. O ince çizgiyi ihlal etmeden yayın hayatımı sürdürdüm. Ama çok zor, yani her geçen gün zorlaşıyor.
'GAZETECİLİK MESLEĞİ HER GÜN "MERDİVEN ALTI" DİYE TABİR ETTİĞİMİZ SÜRECE KAYIYOR'
Soru: Yıllardır gazetecilik mesleğinin içinde yer alan biri olarak, siz medyadaki şu anki tutumu nasıl değerlendiriyorsunuz? Yani geçmişe kıyasla sizce daha mı taraflı, daha mı tarafsız? Mesela siz ilk başladığınızda Sarıyer Posta’yı çıkartmaya nasıldı? Durumu şu an nasıl? Bir kıyaslama yapabilir misiniz?
Özellikle bu mazi üzerine söyleyeceğim. Şimdi toplum gazetecileri sosyal medyacı gibi görmeye başladı. Bu, bizim mesleğimizi baltalayan, mesleğimize saygısızlık olarak nitelendirdiğim bir durum. Biz sosyal medyacı değiliz, biz gazeteciyiz. Hatta ve hatta ileri giden bazı haddini aşanlar, “Kaç takipçin var sosyal medyada?” diye soruyor. Yani şu sosyal medya hesaplarından bahsediyorum. Ben hep diyorum ki, biz sosyal medyacı değiliz, biz gazeteciyiz.
Sosyal medyada paylaştığın haberin Google indeksi yok ama bizim yaptığımız haberin Google'da hepsinin karşılığı var. Kalıcılığı var, ciddiyeti var. Gazetede çıkmakla sosyal medyada çıkmak arasında bir fark var. Topluma bunu anlatamıyoruz. Dinlemek yerine anlatıyoruz ama bu, maalesef -özellikle söylüyorum ki- deveye hendek atlatmakla eş değer, çok zor bir durum.
Bizim çıkardığımız dönemde gazetenin bir kıymeti vardı. Şimdiki dönemde maalesef, eline akıllı cep telefonu alan herkes gazeteci. Yani herkes yorumcu, herkes bir görüş belirtiyor. Görüş belirtmenizde sorun yok ama ben nasıl avukatlık, doktorluk yapamıyorsam, siz de gazetecilik yapamazsınız. Bunun bir kuralı var, bunun yılların vermiş olduğu bir emeği var. Dirseklerimizin bir ağırlığı var yani.
Ama baktığın zaman da maalesef meslek, her geçen gün “merdiven altı” tabir ettiğimiz sürece kayıyor. Dolayısıyla canı sıkılan internet gazetesi açıyor, canı sıkılan sosyal medyacı oluyor, canı sıkılan bilmem ne oluyor.
Bu meslekte aslında basın-yayın kanunu gelse... Bizim menkul beyannamemiz var, biz İstanbul Cumhuriyet Savcılığı’na kayıtlı gazeteyiz. Bizim yaptığımız her haber, her şey, savcılık tarafından, Basın İlan Kurumu tarafından, Basın Yayın Enformasyon tarafından gözlemlenip takip ediliyor. Bizim yaptığımız her haberi, yani siyasi yaptığımız haberi, biz hemen yönetim panelinde görüyoruz ve Ankara hemen ışık yakıyor. Hemen takip ediyor, ışık yakıyor. Kimin nereden girdiğinin önemi yok, takip ediliyoruz. Onu söylemeye çalışıyorum.
Dolayısıyla sosyal medyadaki gazetecilik ile bizim farkımız, mesleğimizi biraz zedeledi. Biraz da mesleğimiz bu anlamda kötü gelişiyor. Arkadan gelen genç nesil, yeni nesil gazetecilikte artık bizim yaşadığımız o matbu basılı gazetenin, dijital gazetenin, fotoğraf çekmenin, haber yazmanın... Ve artık akıllı sistemlerde insanlar eğitim aldı ama yapay zekaları haberlerde kullanmaya, kurgulamaya başladılar. Duygusu yok, anlamı yok. Böyle bir süreci yaşıyoruz.
Bu, bizi mesleğimize “ya keşke bu mesleği yapmasaydım” dedirtecek hale getiriyor bazen. Bu beni üzen durumlardan biri. Bu konu, hemen hemen bütün yerel gazetecilik yapan arkadaşların kanayan yarası.
Ve bizim giderlerimiz de, az önce röportajda geçtiği gibi, giderlerimizle boğuşurken bir de bunlarla mücadele etmek, bizim mesleğimizi zedelemekle beraber bizleri yoruyor.
Yoksa bizim eski çıkardığımız dönemde bir saygınlığımız vardı. Hâlâ da var saygınlığımız. Yine var bir ağırlığımız, onunla sorun yok. Ama oradaki dengeyi sağlayabilmek zor. Yani burada şunu söylemek istiyorum: Eskiden gazeteye zevkle giderdik, matbaaya gider mizampajını yapardık, ismini seçerdik, haberlerimizi seçerdik. Yine aynısını yapıyoruz. Ben kendi adıma yapıyorum.
Ama artık basılı gazete kültürünü hâlâ ulusal basın devam ettiriyor. Bu kadar teknolojiyi kullandığımız bu süreçte hâlâ matbaada gazete çıkartıyor ulusal basın: Hürriyet, Sabah, bilmem ne hâlâ gazete çıkartıyor. Biz de çıkartıyoruz. Sarıyer'de gazeteyi, yani 203 aydır gazete çıkıyor. Ciddi bir süre.
Ve az önce söylediğin bir sorunun cevabını biraz uzun tuttum ki bu bizim en büyük, bizim canımızdan akan kanayan yanımız diyebilirim. Evet.
'AKILLI YEREL YÖNETİCİ, YEREL BASIN İLE ÇALIŞIR'
Soru: Peki giderler konusunda Sarıyer Belediyesi'nin bir katkısı oluyor mu ?
Şimdi, Sarıyer Belediyesi bizim için sadece bir yerel belediye. Sadece reklamını, haberlerini verir, yayınlatır. Biz yerel gazeteler olarak belediyeye karşı “aman belediye vermezse gazetemiz çıkar çıkamaz” gibi bir durum yok.
Kendisi bizimle çalışmak isterse, kendini tanıtmak isterse, anlatmak isterse tabii ki yayınlarız. Çünkü yerel belediye bizim belediyemiz. Kimin olduğu önemli değil, kimin yönettiği de önemli değil. Bizim belediyemiz. Sarıyer’in belediyesi; sokağımı, bahçemi, caddemi, çöpümü, asfaltımı yapan, minimum belediye hizmetini vermeye çalışan bir kurum.
Kendini anlatmak isterse, gazete –yerel gazeteler– bu işin reklamıdır, yaptığı işi anlatmaktır. Ama bu demek değildir ki, “Ben Sarıyer Posta’ya reklam veriyorum, bunu yazamazsın.” Sarıyer Posta’ya reklam veriyorum, beni eleştiremezsin hakkına da sahip değil. Bunun altını da çiziyorum.
Ben Sedat Özsoy ile çalıştım, Yusuf Tülün ile çalıştım, Şükrü Genç ile çalıştım, Oktay Aksu ile çalışıyorum. Yani çok fazla deneyim sahibiyiz. O yüzden –özellikle söylemek istiyorum– akıllı yerel yöneticiler, toplumdaki medya gücü olan yayınlarla çalışmak zorundadır. Çünkü onlar kendileri yayınladığı zaman reklam olur, biz yayınladığımız zaman haber olur.
Dolayısıyla o farkı analiz etmek gerekiyor. Basın Yayın ve Halkla İlişkiler müdürlükleri bu işten geldiklerini ifade etseler de, benim kadar Sarıyer’i bilme şansları yok. Bizler kadar, diyelim yok.
O yüzden, gerçekten başarılı işler yaptıklarını düşünüyorlarsa, yerel basınla çalışmak kadar doğal bir şey yok. Sonuçta biz bu yayınlarla dönmüyoruz. Benim reklam gelirim var. Ama akıllı yerel yönetici, yerel basınla çalışmıyorsa, basınla iyi ilişkileri yoksa, olduğu yerde saymaya mahkûmdur diye düşünürüm.
'GENÇ GAZETECİLERE TAVSİYEM: BU İŞİN MUTFAĞINDA YOĞRULMALARI'
Soru:Peki, son olarak genç gazetecilere... Yani sizin yıllardır bir tecrübeniz var. Bu yönde bir tavsiyeniz var mıdır?
Aslında röportajın öncesinde sizinle konuştuğumuzda ilk soruyu sormuştunuz, ben de “uzak dur” demiştim, tabii latifeydi. Emeklerinize saygı duyuyoruz, başarılar diliyoruz mesleki hayatınızda.
Yerel gazeteler, gazetenin asıl mutfağıdır. Yerel gazetecilikle ulusal gazetecilik arasındaki farkı anlatmak istiyorum. Yerel gazetecilikte muhabirsindir, fotoğrafçısındır, webmaster’sındır, web gazetecisisindir. Yerel gazetede sosyal medyayı sen yönetirsin. Üçünü, dördünü hatta tek başına yöneten gazeteler var, Sarıyer Posta’da olduğu gibi.
Ulusal gazete etiketi –özellikle 212 sigortası, gazeteci ağırlığı– elbette önemlidir, ama bu işi yapmak isteyen genç gazetecilere imkanları varsa bu yollardan geçmelerini tavsiye ediyorum. Çünkü bir yerde sadece muhabir olarak haber yazmayı öğrenirsin ama diğer yerde her şeyi öğrenirsin. O zaman tabiri caizse koluna –kadın olduğun için örnek veriyorum– Trabzon bileziği geçirirsin ki o zaman her gittiğin yerde her türlü para eder, karşılığı vardır.
Ama ulusal gazetecilikte dediğim gibi, kaç tane imzan çıkar, kaç tane haberin yayınlanır? Yerelde öyle değil. Yerelde, insanlara saygı duyulan bir kişi haline gelirsin. Bir daha söyleyeyim: yerel ile ulusal arasında hiçbir fark yok. Dijital ortamdan bahsediyorsun, hiçbir fark yok. Aynı sistem, aynı kullanım modeli, aynı teknolojiyi kullanıyoruz. Birini günde bilmem kaç kişi okur, diğerini bilmem kaç kişi... Rakamlar önemli değil ama baktığın zaman Google ve arama motorlarında ya benim üstümdedir ya benim altımdadır. Aynıdır yani.
O yüzden genç nesil gazetecilere de bu işin mutlaka mutfağında yoğrulmalarını, bu mesleği gerçekten isteyerek ve severek yapmalarını öneririm. Çünkü bizim de bir nevi Hipokrat yemini gibi bir şeyimiz var. Yani kalemini satmadan –artık klavye diyelim– kafasını yastığa huzurlu koyup huzurlu kalktığı sürece, dönemin adamı ya da birilerinin adamı olmadan bu işi yaptığı sürece ben destekliyorum.
Ama böyle olmayanlara da mutlaka siz de engel olun. Çünkü bu tür insanlar yüzünden bizim meslek yine bu anlamda köreliyor diyebilirim.
'UCUZ SİYASETÇİLERE ŞU MESAJI VERMEK İSTİYORUZ: İŞİNİZE BAKIN'
Soru: Peki, çok teşekkür ederim. Eklemek istediğiniz başka bir şey var mı?
Son olarak şunu söyleyeceğim: Sarıyer’deki yerel basın, İstanbul’daki birçok ilçeye göre önde. Biz bazen gücümüzün farkına varamıyoruz. Kendi aramızdaki küçük hesaplardan, küçük çatışmalardan dolayı kendi gücümüzün farkına varamıyoruz.
Benim buradan bir çağrım var. Kendi adıma söylüyorum: Sarıyer’deki yerel basın, görüş ayrılıkları olsa da bir araya gelse, gelebilse, eminim ki İstanbul’daki ve Türkiye’deki birçok yerel gazeteciye örnek oluruz. Dolayısıyla bu, siyasetten yoksun bir birlikteliğe, yerel yöneticilere de bir mesaj olur.
Çünkü bizim kendi içimizdeki kişisel tartışmalarımızı kullanan, “bana farklı, ona farklı davranarak” bizi birbirimize kırdırmaya çalışan ve bundan prim yapmaya çalışan ucuz siyasetçiler var. Biz bu ucuz siyasetçilere şu mesajı vermek istiyoruz: İşinize bakın.