Yıl 2015…

Devletin PKK ile 2008’de üçüncü devletlerin gözetiminde başlatmış olduğu resmi görüşmeler kamuoyuna “Oslo görüşmeleri” olarak yansımıştı.

19 Ekim 2009’da Kuzey Iraktan 34 PKK’lı terörist Habur sınır kapısından giriş yapıyor. Hem de üzerlerinde kendilerine has üniformalarıyla…

Daha sonra kamuoyuna “Habur rezaleti” olarak geçecek bu olayda Habur sınırında kurulan çadır mahkemelerde formaliteden yargılanarak serbest bırakılan teröristler Diyarbakır’a sevgi gösterileri içerisinde gireceklerdi.

İktidarın PKK ile başlatmış olduğu bu görüşmeler sözde “çözüm süreci” olarak devam ederken bir taraftan AKP iktidarı tarafından oluşturulan “akil adamlar” toplantılar organize ederek halkı bu teröristlere karşı ikna etme turları atıyorlardı.

Süreç tüm hızıyla ilerlerken bu arada MİT Müsteşarı Hakan Fidan 2012’de İmralı’da terör örgütü lideri Abdullah Öcalan ile görüşecekti…

Bu görüşmeler devam ederken dönemin Cumhurbaşkanı Abdullah Gül ve o dönemin Başbakanı olan Recep Tayyip Erdoğan ile bazı üst düzey AKP kurmayları hep birlikte “ülkede güzel şeyler olacak” diyerek FETÖ çetesinin Türk Silahlı Kuvvetlerine kurdukları kumpasları da alkışlamaktan geri kalmıyorlardı.

DOLMABAHÇE GÖRÜŞMELERİ

28 Şubat 2015'te Başbakan Yardımcısı Yalçın Akdoğan, İçişleri Bakanı Efkan Ala, AKP Grup Başkanvekili Mahir Ünal, Kamu Düzeni ve Güvenliği Müsteşarı Muhammed Dervişoğlu, HDP grup başkanvekilleri Pervin Buldan, İdris Baluken, HDP İstanbul Milletvekili Sırrı Süreyya Önder Dolmabahçe'deki Başbakanlık Ofisi'nde bir araya geleceklerdi.

HDP’lilerle birlikte Dolmabahçe Sarayı’nda açıkladıkları 10 maddelik mutabakatın ardından, Cumhurbaşkanı Erdoğan 28 Şubat 2015’teki Suudi Arabistan ziyareti öncesinde Atatürk havalimanında gazetecilere “Bu, hasretle beklediğimiz bir çağrıdır” diyecekti. Kamuoyuna yönelik yaptığı açıklamada “Tabii silahların bırakılması çağrısı bizler için çok çok önemli bir beklenti idi. Bu demokratik açılım süreci ile başlayan bir çağrıdır. Milli birlik ve kardeşlik projesi ile başlayan bir şimdi de çözüm süreci ile devam eden bir çağrıdır.”…

7 HAZİRAN SONRASI KAOS

7 Haziran 2015 seçimlerinde büyük bir oy kaybına uğrayarak parlamentoda tek başına hükümeti kuramayan AKP’li Cumhurbaşkanı Erdoğan koalisyon hükümetine izin vermeyerek 1 Kasım’da seçimlerin yeniden yapılması için aldığı kararların ardından ülkedeki yaşanan kaostan en büyük nasibini alan ise Doğu ve Güneydoğuda yaşayan yurttaşlarımız oldu.

TABAN TABANA ZIT AÇIKLAMALAR

Daha sonraları aynı Erdoğan AKP hükümeti ile HDP’nin 28 Şubat 2015’te birlikte açıkladıkları Dolmabahçe mutabakatı konusunda, “Ne mutabakatı? Böyle bir mutabakat yok” diyecekti.

Bu açıklamaların ardından HDP ile AKP arasında soğuk rüzgârlar esmeye başlayacak… PKK’ da bu arada boş durmayacaktı. Çözüm süreci boyunca Doğu ve Güneydoğu Anadolu bölgelerine yaptığı mühimmat yığınaklarında gizledikleri cephaneleriyle şehir merkezlerine ve sokaklarına kazdıkları hendeklerde mevzilenip sivilleri de kendilerine kalkan yapmaları sonucu bölge halkı büyük bir travma yaşadı…

Bu olayların ardından hükümetin bölgede olağanüstü hal ilan etmesiyle 20 Temmuz 2015’te başlayan terör eylemlerinde 793 güvenlik görevlisi şehit edildi. 314 sivil hayatını kaybederken, 4 binin üzerinde güvenlik görevlisi ve 2 binden fazla yurttaş yaralandı. Emniyet güçlerin açıklamalarına göre 4 bin 571 PKK’lı gerçekleştirilen operasyonlarda öldürülürken 716’sı sağ olarak ele geçirildi.

Bir tarafta AKP iktidarı devletin bütün savaş aygıtlarını kullanırken diğer tarafta da PKK’lı terör örgütünün başta ABD olmak üzere birçok dış odaktan temin ettiği silahlarla bir birlerine top yekün saldırıya geçmelerinin ardından yüzlerce ocağa ateş düşecekti.

Geriye ise vicdanları sızlatan acı hayat hikâyeleri kalacaktı…

Şırnak’ın Silopi ilçesinde 14 Aralık 2015 tarihinde ilan edilen sokağa çıkma yasağının 5’inci gününde öldürülen ve cansız bedeni 7 gün boyunca sokakta bekletilen Taybet İnan’ın oğlu Mehmet İnan’ın annesi vurulduktan sonra CHP milletvekili Sezgin Tanrıkulu’na gönderdiği duygu dolu mektubu Tanrıkulu TBMM’de okuyacaktı. Tanrıkulu’nun mektubu Meclis'te okumasının ardından vicdanlar bir kez daha sızlayacaktı.

İşte, Mehmet İnanın annesi için yazdığı o duygu dolu mektup:

“Annem tamı tamına 7 gün sokakta kaldı…

Hiçbirimiz uyuyamadık, köpekler gelir, kuşlar konar diye, o orada yattı biz 150 metre ilerisinde öldük…

Bir insan bir insana ne kadar acı çektirebilirse devlet de bize 7 günde bunu yaptı.

7 gün tam 7 gün annenizin cenazesi sokak ortasında kalsın…

İnsan çok iyi olamıyor, insan kalamıyor…

Annemin elleri kaskatı olmuş ve öyle sıkmış ki eşarbını, belli ki canı hayli acımış, öptüm ellerinden helal et hakkını diye ama…

Kanı kurumuş annemin, elleri, yüzü ki yüzü düşerken toprak olmuş, elbiseleri kandan ıslanmış sonra kurumuş, sonra taş olmuş annemin…

Kokusu gitmiş, toprak ve kan kokuyor annem, saçları sertleşmiş, kirlenmiş, annemin canından can almışlar Allah’a inananlar! Gözleri açık kalmış annemin, yüzü eve dönük, ayakları toplanmış bir takat gelsin diye belli ki çabalamış.

Benim annem, siz benim annemi öldürdünüz, çocuklarınız var mı bilmiyorum sizin yoksa bile sahiplerinizin var, nasıl bir acı demeyeceğim zira ağır…

7 gün benim annem 7 gün kara kış soğuğunda kaldı, en acısı kaç saat yaralı kaldı bilememek, keşke diyorum hemen ölmüş olsa. Siz benim annemi öldürdünüz.”

Evet, Mehmet İnan böyle söylüyordu: “Siz benim annemi öldürdünüz.”

'TAYBET ANNEYİ UNUTMADIK'

6 Haziran’da AKP’nin yenik İstanbul Büyükşehir Belediye Başkan adayı Binali Yıldırım, seçime sayılı günler kala Diyarbakır’a gittiğinde Diyarbakırlılardan oy isterken “KÜRDİSTAN” ifadelerini kullanması ise bölge halkının tepkisini çekti. Bazı yurttaşlar da "Taybet Anne'yi unutmadık Binali Bey" diye cevap verirken, AKP'li Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın 31 Mart yerel seçimleri öncesi miting alanlarındaki "BENİM ÜLKEMDE KÜRDİSTAN DİYE BİR YER YOK", "KÜRDİSTAN KUZEY IRAK’TA, ÇOK SEVİYORLARSA ORAYA GİTSİNLER” ifadelerini hatırlattılar.

İşte bu yüzden AKP ve MHP’nin yenik İstanbul adayı Binali Yıldırım’a Kürt kökenli yurttaşlar oy vermeyecek.