Fatih Karahan

Bugün 1960'lar Türk sinemasındayız. Doğallığı ve gerçekçi replikleriyle o döneme ait aşk filmleri arasından ustalıkla sıyrılan Sait Faik'in Menekşeli Vadi öyküsünden uyarlanarak beyaz perdeye aktarılan Vesikalı Yarim. 1968 Yılında çekilen bu filmin başrollerinde muhteşem güzelliğiyle Türkan Şoray ve yakışıklılığı ile İzzet Günay yer alır. Arka planda ise siyah beyaz görüntüleriyle izleyeni hayran bırakan İstanbul vardır.

1960'lı yılların şaşalı partileri, karmaşık aşk ilişkileri, dikkat dağıtan saç modelleri, pullarla süslü abartılı gece kıyafetleri, yapmacık replikleri ile birbirine benzeyen birçok film vardır o dönemde. Bu filmlerde Yeşilçam belli başlı oyuncuların yer aldığı belli başlı hikayelerde, aynı karakterler aynı cümleleri aynı seslerden yüzlerce kez dile getirmiştir. İnsanlarımız bu filmlere hiçbir zaman kayıtsız kalamamış, salonlara koşup aynı aşklara, aynı acılara ortak olmuş, üzülmüş, ağlamış ve tüm bu cefanın bir mükafatıymışçasına, her seferinde, hikayenin sonunda birbirine kavuşan çiftlerin mutluluğuyla ayrılmıştır salondan. İşte bu filmlere inat sade bir filmdir Vesikalı Yarim. Bu filmi izleyiciye bu kadar sevdiren ve Türk filmleri arasında kült film olarak yer almasını sağlayan da bu sadeliğidir. Film hem Yeşilçam’ın o alışılagelmiş melodram kurallarına büyük oranda bağlı kalmış hem de tüm benzerlerinden sıyrılıp başlı başına bir film olmayı, dahası Türk sinemasının o yıllardan kalma sayılı övünç kaynaklarından biri olmayı başarmıştır.

Vesikalı Yarim’in benzerlerinden ayrıştığı ilk nokta evli bir adamla bir konsomatrisin aşkını işliyor oluşudur. Ezilen, hor görülen, başına olmadık belalar gelen masum bir kadın değildir Sabiha. Daha çok Yeşilçam’ın kötü kadınına atfedilen bir mesleği, toplumun onaylamayacağı bir hayat biçimi vardır. Bu koşullara istemediği durumlar sonrasında düştüğüne dair bir aklama çabasına da girilmez filmde. Sabiha onu tanıdığımız sahneyle sunulur bize. Geçmişiyle ilgili hiçbir bilgi verilmez. Olduğu gibi kabul etmemiz beklenir. Aynı şeyler Halil için de geçerlidir. Ne meçhul bir bestekar, ne fakir mahallelerde ilham arayan bir yazar, ne de zengin bir babanın özünde iyi niyetli çapkın oğludur o. Sıradandır. Yarattıkları tesirde, bugün hala konuşulan, tartışılan bu iki karakterin derinliğinde yatan şey de bu sıradanlık, bu gerçekliktir keza. Vuslatlarının önüne koyulan engel de başkadır. Ne sahibine ulaşması engellenen bir mektup vardır ortada, ne bir yanlış anlama, ne araya giren kötü bir adam, ne de oğlunun bir konsomatrisle evlenmesini istemeyen zengin bir fabrikatör. Gerçeğin kendisidir engel. Sabiha ve Halil’in aşkını ötekileştiren o gerçek, toplumun bir çözüm, bir zaruriyet olarak gördüğü evlilik bağıdır. İç içe geçmiş apartmanlar yerinde bostanların, barların yerinde meyhanelerin olduğu, votka yerine rakının, Marlboro yerine Birinci sigarasının içildiği, köprülerin açılıp kapanma saatlerinin beklendiği 1960’ların İstanbul’udur yer.

Vesikalı Yarim denilince ilk akla gelen replik kuşkusuz ''Çok eskiden raslaşacaktır'' olur. Filmin gösterildiği 1968 yılından bu yana ne zaman birbirine geç kalmış iki sevgili gerçeklerle yüzleşse bunu söyler birbirine. Oysa aşk söz konusu olduğunda vakit mutlu hikayeler için hiç de geç değildir. Sabiha ve Halil için de aynı durum söz konusudur. Aşkın yeri de zamanı da yoktur. Bunu ispatlarcasına birbirine akar Sabiha ve Halil. Mutsuz bir evlilik sürdüren Halil ve yaşadığı evi yuva olarak görmeyen Sabiha için dünya artık ikisinin aşkından ibarettir. Halil'in geride bıraktığı ailesini ve çocuklarını öğrenen Sabiha ise zamanla vicdan azabına sürüklenir. Sabiha'nın aile manavını uzaktan seyrettiği sahne gerçeklerle yüzleştiği sahnedir. Sabiha artık aşktan çok vicdanının sesini dinleyecektir. Onu seyircinin gözünde konsomatris Sabiha olmaktan çok vicdanlı bir kadın yapan da bu sahnedir.

Filmin genelinde hakim olan geç kalmışlık duygusu, bazen Sabiha'nın hüzünlü bakışlarında bazen de Halil'in sabırla çektiği tesbihinde kendine yer bulur. Filmin pek çok sahnesi bu geç kalmışlık olgusu üzerinden ilerler. Karakterlerin gerçekçiliği, yaşadıkları ve filmin geneline yayılan imkansız aşkın çekiciliği izleyicinin empati yapmasını sağlar. Filmde yer alan şarkılar da izleyicinin yıllarca dilinden düşürmeyeceği şarkılardır. Filmin girişinde yer alan şarkı oldukça neşelidir. İlk sahnede Halil, at arabasına manavda satacağı malı yüklemiş Berkant‘ın 1966 yılında seslendirdiği “Arabamın Atları” şarksının enstrümental hali yer alır. Film ilerledikçe neşeli müzikler yerini hüzünlü şarkılara bırakır. O yılların en sevilen şarkılarından biri daha filmdeki yerini alır. Şükran Ay biri diğerinden daha az seven bütün sevgililer için kalbimi kıra kıra diye söylemektedir. Şarkılardan da anlaşılacağı gibi ne Halil ne Sabiha artık filmin ilk sahnesindeki gibi değildir. Aşık olmadan önceki Halil ve Sabiha ile aşık olduktan sonraki Halil ve Sabiha adeta iki farklı kişidir. Yaşamadan önce yaşandıktan sonra insanda hiçbir şeyi değiştirmeyen duygu aşk değildir zaten. Aşk ne kadar imkansızsa o kadar tutkulu yaşanmaktadır.

Vesikalı Yarim'de de yer alan bu durum izleyiciyi kitleler halinde peşinden günümüze kadar sürüklemiş ve bugünlerde hem bu nadide filmi izlememize hem de üzerine uzun uzunca düşünmemizi sağlamıştır.