Emre Can Kapsız

Yazar Seherhan Kızmaz’ın, Toplumsal Yayınları’ndan çıkan Umay & Tacın Sırrı kitabı ikinci baskısını yaptı.

Seherhan Kızmaz, bu kitabında Türk tarihini farklı bir perspektiften ele alıyor. Tarihimizin yanlış bilinenlerini, bilim kurgu üslubuyla ele alıyor. Tarihsel bilgileri aktarırken olayın kurgusal yönünü de iyi bir şekilde okuyucularına aktarıyor.

Bu ilginç tarihsel bilim kurgu romanını, yazarıyla konuştuk.

> Öncelikle romanınızı tebrik ediyoruz...

Teşekkür ederim.

‘TÜRK MİTOLOJİSİNE YETERİNCE EĞİLİNMEDİ’

> Umay: Tacın Sırrı kitabında Türk tarihi için önemli bir noktaya değindiniz. Türk tarihinin Selçuklu öncesine kadar olan kısmına ışık tuttunuz. Sizi bu noktaya getiren neydi?

Şimdi çok küçüklüğümden beri bir şeyin eksikliğini fark ettim. Evet, Türk tarihimizde çok farklı mitolojik öğeler var ama Tarkan dışında mitolojiye eğilen hiçbir film veya hiçbir kitap görselleştirilmemiş vesaire. Bunun eksikliğini fark ettiğim için bir kitap yazmak istedim. İçinde mitoloji ve mitolojik öğeler olacağı için biraz da fantastik olması gerekiyordu. O yüzden çok ciddi bir tarih kitabı yazarsam bunu yapamayacağımı düşündüm ve ben de yapı olarak bilim kurgu, fantastik öğelere çok yakın bir insanım. Kitap okuma tarzım gibi alanlarda bunun etkisi var. Bu sebepten ötürü bilim kurgu tarzında yazmayı tercih ettim çünkü bilim kurgu ve fantastik tarzda yazmanın şöyle de bir pozitif tarafı var. Evet, içindeki bilgiler tamamen tarihi ve doğru ama fantastik ve bilim kurgu yazdığınızda bunun kanıtlanmasına gerek yok. Bu durum da rahatlık veriyor.

‘GENELLEMELER YAPARIZ AMA HEPİMİZ FARKLI İNSANLARIZ’

> Ryan karakteri kitabın bir bölümünde taçla bir çeşit ayin gerçekleştiriyor. Bu etkileşim fikrinin arkasında yatan sebeplerden bahsedebilir misiniz?

Ryan’la bir etkileşim oluyor ama o tacın kendi mekanizmasından kaynaklı bir durum. Başka bir kişi daha aynı ritüeli yapsa, aynı şeyi gerçekleştirse yine aynı sonuç olacak. O yüzden, özellikle Ryan için bunu tasarlamadım. Kitaptaki herkesin kullanabileceği, zaman zaman tehlikeli, zaman zaman çok güzel bir araç olarak dizayn ettim.

> Kitabın hem Ryan’ın hem de Umay'ın perspektifinden anlatılmasının amacı neydi?

İnsanlar farklı farklıdır. Aslında hayatımızda biz hep genelleme yaparız. Şu insanlar şöyledir, şu grup şöyledir, erkekler böyledir, bayanlar böyledir gibi. Halbuki hepimiz farklı insanlarız. Ben gerçek anlamda insanların kategorize edilebileceğine inanmıyorum. Her birimizin farklı özellikleri, farklı davranış biçimleri ve farklı algıları var. O yüzden okuyucuların her iki kişinin gözünden de olayları görmesi gerektiğini düşündüm. Bu yüzden böyle bir teknik kullandım.

‘TÜRKLERİN AŞAĞILANDIĞI FİLMİ İZLEYİNCE YAZMAYA KARAR VERDİM’

> Kitabın yazım sürecinde en sizi en çok etkileyen olay neydi?

Şöyle söyleyeyim, ben bir sinema filmine gittim. Filmin ismini vermek istemiyorum şu anda. Bu film fantastik bir filmdi ama Türkler aşırı derecede aşağılanıyordu. Ayrıca film çok önyargı içeriyordu. Bir nevi beynimde onu yok etmek istedim. Bu önyargıya bir tepki olarak doğdu. Zaten Türk mitolojisiyle ilgili bilinmeyen, çok da üzerine düşülmeyen dönem ilgi alanımdı. Özellikle bu tür günlük hayatımıza yansımamış olan öğelerin ortaya çıkmasını istedim.

‘DAHA ÇOK EMEK VEREN KAHRAMANA YÖNELDİM’

> Kitaptaki kahramanlardan kendinizle en çok bağdaştırdığınız hangisi ve neden? Umay'ın Siebrand ve Ryan arasında kaldığını görüyoruz, yazar kişiliğinizin dışında Seherhan Kızmaz olarak siz kimin tarafında yer alırdınız?

Kitaptaki karakterlerin hepsiyle kendimi bağdaştırabilirim belki, ama erkek olmasına rağmen Siebrand herhalde. Siebrand’ın yumuşak bir ruh hali olması yüzünden kendimi bağdaştırıyorum.

Muhtemelen Ryan'ı seçerdim çünkü daha öncesinde Umay onunla karşılaşıyor ve bu isteğinden vazgeçiyor. Biraz spoiler gibi oldu ama bu sebepten dolayı Ryan'ı seçerdim. Ayrıca Ryan'ın daha çok emek vermesi de onun tarafına yönelmemi sağlıyor.

‘ORHUN KİTABELERİNDEN 1200 YIL GERİYE GİTMEMİZ GEREKİYOR’

> Selçuklu öncesine değinmenizde Atatürk’ün sağlığında çalışmalarını yaptığı Türk Tarih Kuramı ve Güneş Dil Teorisinin etkisi oldu mu?

Öncelikle bizim dil yapımız Ural- Altay dil ailesine giriyor, Hint- Avrupa dillerinden biri değil. Tamamen farklı yüklemleri var. O kıtada yazısı olan ve Türkler tarafından kullanılmış bir dil. Göçebe yaşamdan dolayı Orhun Kitabeleri dışında yazımız karşımıza çıkmıyor. Orhun kitabelerinde en güzel ilerlemiş şekliyle karşımıza çıkıyor. Tabii bunun bebeklik dönemi de var. Orhun kitabeleri milattan sonra 700lü yıllarda yazıldıysa bile, bunu bir de dil gelişimi açısından düşünürsek bir 1200 yıl daha gerisine gitmemiz gerekiyor. Aslında dilimizin altyapısı çok güzel. Dil kuramına bakıldığında o dönem için Türkçe kullanan kişiler gerçekten Türk olan boyların kullandığı bir dil. Ama ben, daha çok Orta Asya'daki, İslamiyet öncesi varlığımızın ve Avrupa'ya göçlerimizin daha çok üzerinde durdum.

‘BİZ GÖÇER DEĞİL, KONAR GÖÇER BİR TOPLUMUZ’

> Selçuklu ve Osmanlı tarihinden önceki Türk tarihimiz eğitim müfredatında yetersiz. Ayrıca, tarih alanında kitap yazan yazarlar da Osmanlı tarihine değiniyor. Bu eğilim sizce dönemin siyasetinin bir sonucu mu?

Şu anda İslamiyet sonrası, Selçuklu’dan başlayan bir durumumuz var. Selçuklu’dan ve Osmanlı'dan çok fazla eser kalmış; Osmanlı'nın devamıyız sonuç olarak. Çok fazla tarihi eserin olması da göçer toplumdan, göçerkonar topluma geçilmesi. Biz göçebe değiliz, göçer konar toplumuz. Bulunduğumuz yerde duramıyoruz diyelim. Göçebelik daha farklıdır. Göçebe toplumlar gider, geri döner vesaire. Anadolu topraklarına geçtiğimiz zaman kalıcı olmuşuz. Bu sebeple çok daha fazla eserimiz ve bilgimiz var. Anadolu'ya giriş öncesi dönemde daha fazla taş kullanılmadığı için, hayvancılıkla uğraşıldığı için, yaylalara gidilip gelindiği için kalıcı eserlerimiz pek yok. Eski Türk tarihini en iyi aydınlatan şeyler kurganlardır, yani mezar taşlarıdır. Mezarın içine gömülü olan eserlerdir. Ürünümüz yok diyemeyiz. Çok güzel eserlerimiz var ama bir yapı içinde değil ve teker teker bulunuyor.  Sadece Osmanlı sarayları gibi görünür bir durum söz konusu değil. Altaylarda ve Tanrı Dağı’nda birçok eserlerimiz, taşlara kazınmış yazıtlarımız var ama bir bütünlük olmadığı için burada eksik kalıyoruz. İslamiyet öncesi ve Türklerin Anadolu'ya girişinden önceki kısım biraz bilinerek göz ardı ediliyor. Bizim geçmişteki dinimizi incelememiz, ortaya çıkarmamız aslında İslamiyet'i etkilemez çünkü o farklı bir din boyutu. İnsanların çoğu burada ikileme düşüyor. Halbuki biz de mitolojimizi çok güzel kullanabilir, ortaya çıkartabiliriz. İnanamayacağınız kadar detay var. Çeşit çeşit tanrılar, korkulacak öğeler, Tepegöz bile var bizim mitolojimizde. Ağvaslılar var vesaire. Yani çok kuvvetli bir mitolojimiz var ama İslamiyet dolayısıyla pek o tarafa bakamıyoruz diye düşünüyorum. Ben de Müslümanım. Sanki böyle o tarafa dönersek kötü bir şey olacakmış gibi algılandığı için o tarafın dini inancına, mitolojisine çok fazla gidilemediğini düşünüyorum. Bu benim fikrim tabii.

> Teşekkür ediyoruz.

Ben teşekkür ederim.