Kelebekler kanat çırpınca…

İnsanın hayat akışını değiştiren olayların yanında bazı kitaplar vardır ki yönelimlerini değiştirir kişinin.

Gazeteciliğe başlamadan önce de fena bir okuyucu değildim. Mesleğimizin olmazsa olmazıdır okumak ve doğru kaynaklara ulaşmak. Evimde, çalışma ofisimde, baba ocağımız rahmetli annemin evindekilerle beraber on binin üzerindeki kütüphanemle kendi çapımda dünyanın en zenginleri arasındayımdır. 40 yıla yaklaşan meslek hayatımın avantajıyla yazarından imzalı kitaplarım iki bini geçti. Gözümün nurudur, kıyamam hiç birine. Cebimdeki son parayı verip, evime yürüyerek giderken yeni bir eser kazanmanın mutluluğunu iyi ki yaşamışım. Tanrı ömür verdiği müddetçe bu hazzı yaşamaya devam edeceğim.

Okumak-yazmak tedavisi mümkün olmayan bir hastalıktır… Duçar olmuşuz bir kere. Bazı roman kahramanları hayatımızın yolunu çizer. İdolümüz olur. Öyle yazarlar vardır ki satır aralarından keçi boynuzunda şeker miktarı gibi tat çıkarmaya çalışırız. “Yastık altı” diye tabir ederiz etkilendiğimiz kitapların bazılarını. “Kütüphanemin demirbaşı” tabirini de kullanırız. Fakat “Hayatımdaki boşluğu dolduran kitap” dediklerimizin sayısı iki elin parmağını geçmez!

Tanışmamız 40 yıla varıyor. Harp Okulunda rahmetli Hakan Temel Aksel’in sayesinde… Onların terörle mücadele esnasında zaman zaman kopan irtibatımız kumpas davalarının başlamasıyla yeniden kuruldu Mustafa Önsel ile…

FETÖ’nün uydurduğu “Faile Meçhul Cinayetler-Asit Kuyuları Kumpası” ile tutuklanan Cemal Temizöz davasını Diyarbakır’da 1979 mezunu Vedat Çınaroğlu ve arkadaşlarının gayretiyle izliyordum. Savunmayı yüklenen avukatlarla Temizöz’ün bağlı olduğu Jandarma teşkilatının mensupları ile durum değerlendirmesi yemeğine devresinin ilk sıralarında “General” olması garanti olan Kurmay Albay Mustafa Önsel de katılmıştı. Yıllar sonra kesişmişti yollarımız. FETÖ’nün hedefinde olduğu için “Keşke gelmeseydin” dediğimi dün gibi hatırlıyorum. Nitekim kısa süre sonra gözaltına alınıp “Beşiktaş’taki Sırtlan Pususu’nda tutuklandı. Hasdal Askeri Cezaevine gönderilirken putları yıkarcasına “İstiklal Harbinde savaşanlar ile o sırada kaçıp; düşman ile işbirliği yapanların mücadelesidir bu” açıklaması hafızalara kazınmıştır.

Önsel’in Trabzon-Beşikdüzü’nde eczacı olan dayısı Hayrettin Kalay’ı unutmamak lazım. Diyarbakır’dan sonra kumpas davalarının karargahı haline dönüştürülen Silivri’yi su yolu yaptım. İyi ki de yapmışım. İstanbul’a 90 km. uzaklıktaki duruşmalara ajansların özel seçilmiş muhabirleri dışında bir gazeteci “Neler oluyor?” merakı ile uğramıyordu. 

Kuleli Askeri Lisesi ve Harp Okulunda benimsediğimiz “Silah arkadaşlığı hukuku” ile bir taraftan duruşmaları takip ederken diğer taraftan önce Hasdal, Hadımköy, Mamak Askeri Cezaevlerini düzenli olarak ziyarete koyuldum. Derken İzmir-Şakran… Birbirinden farklı profilleri tanımamda Mustafa Önsel hep başat rol üstlenmiştir. Özellikle denizcileri o tanıttı… En güzel dostluklarımın köprüsüdür.

Tutukluluğa itirazda hazırlıksız yakalanan FETÖcülerin rehaveti esnasında kısa süreliğine tahliye olduğunda “Abi seni yeniden alacaklar. Boşuna yatma seni yurt dışına çıkaralım” teklifime de öfkelenmişti. “KaçtI dedirtmem!” ile kestirip attı… Dayısı Hayrettin Kalay’ı “Aslanım kaçmayacaksın. Seni Trabzon yaylalarında, senin topraklarında töremiz gereği misafir edeceğiz” teklifini de elinin tersi ile itti.

Tutuklama kararı sanırım bir hafta içinde geldi ve yeniden gitti Hasdal’a… O dönem ailenin tüm fertleri ile adeta sülale olduk. Birinci derece aile dışında görüş için üç tanıdık isimden biriydim. Kurallara göre ilk açık görüşte “Abi, günlük tutar gibi her gününü yaz. Bunlar tarihe not edilecek!” dedim. Önsel bu inat… “Abiciğim; ben senin gibi gazeteci değilim. Biz yıllarca nöbet defteri yazdık! Bu alçak kumpasın neresini yazayım!” diye itiraz etti. O’nun Karadeniz inat damarı var da; benim yok mu? “Ağabey; sabah kalkışından itibaren birbirinizden farklı insan manzaralarını ilk defa hapiste karşılaştığın farklı rütbe görevdekilerin öykülerini not et! Bak bunlar tarihe geçecek. Beni kırma! İçerideki seslerin dışarıya basın yoluyla yansımasını kısa sürede göreceksin” dedim.

Bıyık altından o ünlü tebessümü sonrasında: “Tamam kardeşim gayretlerini biliyorum. Sadece ben değil diğer tutuklu arkadaşlarımın da yazması için çaba göstereceğim. Top sende” dedi.

Hasdal Askeri Cezaevinden çıkarken kulaklarımda “Top sende!” cümlesi çınlamaya başladı. Ağır bir yüktü ve o dönemin koşullarında altından kalkmam mümkün görünmüyordu. Olağanüstü medya baskısı vardı. “Camileri bombalayacaklar! Stadyumlarda toplayacaklar… Darbecilerin planları vs” manşetleri arasında bireysel ilişkilerimle Yenicağ ve Sözcü Gazeteleri yanında Halk TV ve Ulusal Kanal'da zemin bulmaya başladık. Kendi adıma edebiyat ve fikir dünyamı dolduran Sevgili Nihat Genç’e günlük gelişmeleri aktarıyor, O’nun çabaları ile kumpasın karanlıklarını anlatıyorduk. Haftada 2 gün Halk TV, bir gün Ulusal Kanal ve diğer günler “Karşıt görüş” adına merkez medyada 5’e karşı bir ekranlardaydım. Fetöcülerin yargısız itibar infazına karşı “Donkişot misali” bir Nihat Genç, bir de bu satırların yazarı kalmıştı. “Sessiz Çığlık Gösterileri” Cumartesileri Ankara-Sakarya Meydanında 45-50 kişi ile başlamış, binlere ulaşırken fotoğrafları poster haline getirilen bazı generallerin aileleri hiçbir toplantıya katılmazken Mustafa Önsel’in sevgili annesi karda-kıyamette bir hafta bile biri bacım olan kız kardeşleri “Mermer gibi duran değerli eşi Saadet Hanım, kardeşi, oğulları, kızı…” O müthiş direnişin lokomotifi oldular…

Sessiz çığlıklar yurt geneline dağıldı. İstanbul, İzmir ve ilklerinden biri Trabzon. Dayı Hayrettin Kalay kendi ilçesi Beşikdüzü’ne taşıdı. Derken Silivri nöbetleri ateşlendi. Meşaleyi yakanların başında şüphesiz Nihat Genç ve Müyesser Yıldız vardır. Anayasa Mahkemesi önündeki “Adalet Nöbeti”nde 46 gün hasbelkader izimiz vardır.
Konu “Nereden; nereye…?” falan demeyin değerli dostlar. O dönemin direnişi “Cumhuriyetin Mucizesi”ni hatırlattı insanımıza.

Cumhuriyetin nimetleriyle Anadolumuzun dört bir yanından çıkıp Askeri okulları bitirip en yüksek rütbelere ulaşan gerçek vatanseverlerin “Terör örgütü üyesi” olmak suçundan tutuklanmalarına gereken tepkiyi gösteremeyen kitlelerle yüzleşmemize de sebep oldu bu ibret!

Öyle bir musibettir ki bu… Trabzonlu uzman çavuşun oğlunun Astsubay Okuluna girişi, futbol hakemliği, FİFA kokarttı taktığı, astsubaylıktan subaylığ0a geçip; terörle mücadele edişinin öyküsüne “Casusluk ve fuhuş” iddiasıyla tutuklanan Engin Çırakaroğlu ile tanışmama da vesile olmuştur.  Adıyaman’da yatılı bölge okulunu ve astsubay okulunu birincilikle bitirip, GATA’da doktor olan Abdurrahman Bakır ile dost olmamı sağlamıştır bu süreç…

Yaşadığı kumpasları yazmasını salık verdiğim Mustafa Önsel, yüklendiği ağır misyonu “Beşiktaş’da Sırtlan Pususu,  Silivri’de Firavun töreni, Casusluk Kumpası, Ağacın Kurdu, Erken Kırılan Yumurta, Aşil’in Topuğu, 1 Köy Dört  adam 6,5 darbe ve Bellek” adını verdiği kitaplardan sonra “Cumhuriyetin Mucizesi iki adamın Sıradışı Öyküsü”nde “Kelebekler Kanat Çırpınca” adlı eseri ile Cumhuriyetimizin mucizesini ölümsüzleştirmiş.

Gıpta ettim. Gurur duydum. “Hayatımdaki boşluğu doldurduğu” için Mustafa Önsel’i Manas’ın gözleri ile selamlıyorum…

Mutlaka okuyun!..

{ "vars": { "account": "G-9KFVFXJPJ" }, "triggers": { "trackPageview": { "on": "visible", "request": "pageview" } } }