Marksizm, özgün bir siyasal felsefi akımdır. Tarihin diyalektik materyalist bir yorumuna dayanan ekonomik ve toplumsal bir dünya görüşü, kapitalizmin Marksist açıdan çözümlenmesi, bir toplumsal değişim teorisi, Karl Marks'ın ve Friedrich Engels'in çalışmalarından çıkarılan, insanın özgürleşmesiyle ilgili bir düşünce düzeneğidir.

Marksizm’e adını veren Karl Marks, döneminin en öne çıkan filozof, siyasetçi, ekonomist ve devrimcilerindendir. Marks, işçi sınıfının sömürülmesinin mekanizmalarını ve üretim süreçlerine yabancılaşmasını incelemiş, kapitalist üretim ilişkilerini araştırarak tarihsel materyalizmin temellerini atmıştır. İnsanlık tarihini sınıf savaşımı açısından tahlil etmiş, bu görüşlerini 1848 yılında kaleme aldığı Komünist Manifesto’da dile getirmiştir:

"Şimdiye kadarki tüm toplum tarihi sınıf mücadeleleri tarihidir.” (Karl Marx, Friedrich Engels, Komünist Parti Manifestosu NK Yayınları İstanbul 2003, 3.Baskı Almancadan çeviren: Erkin Özalp s.11 )

Marks'ın teorik çalışmalarında kendisine en büyük yardımı yine kendisi gibi Alman bir filozof olan Friedrich Engels yapmıştır. 1844 yılında bir araya gelen ikili aynı siyasi fikirleri benimsediklerini görerek Marks'ın 1883 yılındaki ölümüne kadar beraber çalışacak ve çok sayıda ortak esere imza atacaklardır.

1848 yılında Komünist Manifesto'nun yayınlanmasının ardından Belçika'dan sınır dışı edilen ikili Köln'e geçerek burada Neue Rheinische Zeitung adlı radikal sol gazeteyi çıkartmaya başlar. 1849 yılında buradan da ayrılmak zorunda kalan ikili Londra'ya geçer.

Siyaset ve yazın alanındaki faaliyetlerini Birleşik Krallık'ta sürdürürler. 1883 yılında Marks'ın ölümü üzerine Engels, Marks'ın yazmış olduğu eserlerin editörlüğü ve çevirmenliğini yapmak durumunda kalır. Bu dönemde kendisi de başta Ailenin, Özel Mülkiyetin ve Devletin Kökeni olmak üzere çeşitli eserler kaleme alır.

Metodolojik açıdan Marksizm’in bir tanımı da, aynı zamanda Marksist felsefi düşüncenin tanımlamasını da veren ve bilimsel bir yöntem olarak sunulan diyalektik materyalizmdir. Marks diyalektiği Hegel'den almış, onu materyalizm temeline oturtmuş ve kendi ifadesiyle, Hegel'in baş aşağı duran yöntemini ayakları üzerine doğrultmuştur. Diyalektik materyalizm bu bileşimin bir ürünüdür. Marks, Feuerbach'ın materyalizmini eleştirmiş ve “Feuerbach, dinsel özü, insan özüne indirger. Ama insan özü, tek tek bireyin doğasında bulunan bir soyutlama değildir. Bu öz, aslında toplumsal ilişkiler bütünüdür” demiştir. Diyalektik materyalizmin toplumsal-tarihsel alana uyarlanmasıyla da ortaya yeni bir paradigma; “tarihsel materyalizm” çıkmıştır. Birçok sosyal bilimci çalışmalarını bu paradigma temelinde yapılandırmıştır.

Diyalektik ve tarihsel materyalizm sayesinde, insanlık tarihinin başlangıcından itibaren açıklanması ve özellikle sınıflı toplumun kuruluşu, ilkel komünal toplumdan komünizme gelişmesi ve varacağı aşamaların maddi toplumsal yapıdan çıkarılması amacıyla çalışmalar yapılmıştır. Bu toplumsal-tarihsel gelişme, temelde maddi bir süreçtir, yani bu süreç, her tür iradeden bağımsız olarak, kendi iç yasaları gereği ilerlemektedir. Bununla birlikte Marksizm’de iradenin yadsındığı söylenemez, aksine belirgin bir şekilde iradeye yer verilir. Bu irade bireylerin ya da belirli bir grubun iradesi değil, işçi sınıfının iradesidir. Burada Marks'ın teorisi, toplumsal maddi koşullar ile işçi sınıfının iradesinin çakışmakta olduğunu öne sürer. Bu şekilde Marks, kapitalist toplumsal yapının çözümlemesine, maddi çelişkilerinin ortaya konulmasına ve bunların değiştirilmesinin yöntemlerinin bulunmasına yönelir. Çünkü Marksizm’in düsturlarından ilki, asıl olanın dünyayı anlamak değil onu değiştirmek olduğudur.

Tarihi, materyalist bakış açısıyla inceleyen teoride toplumun gelişmesinin tarihçesi ve dinamikleri, insanların toplumsal yapı içindeki üretim ilişkileriyle birlikte anlaşılmaya çalışılır. Toplumdaki ekonomik altyapı toplumsal sınıfları, siyasi yapıları ve ideolojileri belirler. Buna göre altyapı olarak değerlendirilen üretim güçleri, üretim ilişkileri, toplumsal iş bölümü ve mülkiyet ilişkileri üstyapı olarak adlandırılan kültürü, ideolojiyi, siyasi kurumları ve toplumsal yönetim biçimini belirler. Marks bu sosyoekonomik çelişkilerin kendisini aşağıdaki toplumsal yapılar şeklinde gerçekleştirdiği ve gerçekleştireceğini öngörür:

İlkel komünizm: Kabile topluluklarının birlikte yaşayışı.

Köleci toplum: Kabileler gelişerek şehir devletlerini oluşturur, aristokrasinin doğuşu.

Feodalizm: Aristokrasi iktidarı, tüccarlar kapitalistlere evrilir.

Kapitalizm: İktidarda kapitalistler vardır, üretim emeğini kiralamak durumundaki proletarya tarafından gerçekleştirilir.

Sosyalizm: Sınıf bilinci kazanan işçiler devrimle iktidarı alır ve üretim araçlarını kamulaştırır.

Komünizm: Sınıfsız ve devletsiz toplum, tüm dünyada sosyalist iktidarların başa gelmesi sonucu oluşur.

Marks’a göre tarihte belirleyici olan, üretim araçlarının hangi sınıfın elinde ve mülkiyetinde olduğudur. Her toplumda egemen olan üretim ilişkileri, toplumu iki sınıfa ayırmıştır. Bunlar; köle ile efendi (kölelik döneminde), serf ile senyör (feodalite döneminde) ve proletarya ile burjuva ( kapitalist dönem) gibi farklı görünümler kazanan temel sınıflardır. Bu sınıfların biri egemen ve sömüren sınıf diğeri ise ezilen ve sömürülen sınıftır. Egemen sınıf, çalışan emekçi sınıfı üst yapı kurumlarıyla avutur ve kendi sınıfsal çıkarını devam ettirir. Marks’a göre, toplumun maddi gereksinimlerine bağlı bütün ilişkiler alt yapı, manevi – metafizik ilişkiler ise üst yapı kurumlarını oluşturur. Bu bağlamda, din, ahlak ve sanat birer üst yapı kurumudur. Marks’a göre, emekçi sınıf asgari geçimini sağlarken burjuva sınıfı ise sürekli varsıllaşmaktadır. Emekçiler, ister gönüllü, isterse zorlanmış olarak kendi emeğini işverene yani patrona satmakta ve gelir dağılımı burjuvanın lehine olmaktadır.

Marks, kapitalizmin mutlaka yıkılacağını ileri sürmüştür. Marks bu fikrini, “emek – değer ve artı – değer” kuramlarıyla kanıtlamaya çalışır. Günde asgari geçimini 5 saatlik bir çalışmayla temin eden bir emekçinin 12 saat çalışması sonucunda 7 saatlik bir üretim ve buna bağlı olarak ortaya çıkan gelir farkı işverenin eline geçer. Bu bir çelişkidir. Bu süreç ilerledikçe işverenin kazancı sürekli artar ve sermaye çoğalır. Bu durum üretimin de hızla artmasına yol açar. Üretim artmakta fakat işçinin satın alma gücü artmamaktadır. Bunun sonucunda da pazar tıkanır ve iflaslar başlar. İşçi işten çıkarılır. Sistem çöker ve işçiler ayağa kalkarak genel greve gidip bir ihtilal gerçekleştirir. Böylece işçiler üretim araçlarına el koyar ve proletarya egemenliği kurulur.

Proletarya egemenliği, kapitalizmi ve mülkiyeti kökünden silip atacaktır. Marks’a göre iktisadi yaşamda işçi ile burjuva arasında çıkacak bir kavga ile de sınıfsız bir topluma geçiş sağlanacaktır.

Pek çok Müslüman düşünür Marks’a değişik yollarla defalarca atıf yapmışlardır. Hatta bir kısmı Marks’ı övüp yüceltmiştir. Bunların başında da 20. yüzyılın büyük İslam düşünürlerinden olan Muhammed İkbal (Ölüm, 1938) gelmektedir. 20. yüzyıl İslam düşünce dünyasının önemli temsilcilerinden olan Muhammed İkbal’e göre Marks, “Cebrailsiz kitap getiren bir düşünür”dür. Başka bir deyimle adeta bir peygamberdir. (Prof. Dr. Mustafa Sıbaî, İslam Sosyalizmi, Çeviren; Yaşar Nuri Öztürk, 2. Baskı, Sayfa, 27-28, İstanbul 2010)

İslam ve Marksizm münasebeti açısından anmaya değer addettiğimiz bir diğer isim de Dr. Hikmet Kıvılcımlı’dır. Kıvılcımlı, sosyalist terimlerle Kur’an’a yaklaşmış ve bu çerçevede Kur’an’ın tümünü baştan sona olmasa bile önemli ölçüde tefsir etmiştir. Pek çok ayete ve Kur’anî kavrama sosyalizm ve tarihsel determinizm penceresinden yorum getirmiş ve özgün açıklamalar yapmıştır. Bu noktada Kıvılcımlı’nın; “Allah – Peygamber – Kitap” adlı çalışmasını anımsatmak isterim.

Kur’an’a sosyalist ve ilintili olarak bir nevi Marksist pencereden yaklaşıp yorumlama hususunda dikkat çekici fikirlerden biri de bazı Kur’anî kavramlara sosyalist bir mana yükleme uğraşısıdır. Söz gelimi Kıvılcımlı bu konuda, Kur’an’daki sosyal içerikli ayetlerde geçen Allah sözü yerine Tarihsel Determinizm kavramının kullanılması halinde mananın değişmeyeceğini ifade eder. Ali Şeriatî ise aynı şekilde sosyal içerikli ayetlerde geçen Allah sözü yerine “Halk” sözünün kullanılmasının durumu pek değiştirmeyeceğini düşünür.

Marksizm dünyayı etkileyen dinler ve ideolojik hareketler arasında, yarattığı sonuçlar bakımından sanırım en üstte yer alan siyasal akımdır. Bu akımın kuramcısı Karl Marks, küresel anlamda büyük bir alt üst oluşa yol açan, 100 milyonları oradan oraya savuran, devletleri çökerten, yeni devlet ve siyasal sistemlerin kuruluşuna neden olan, uğruna milyonların ölüme yürüdüğü bir ideolojinin baş öznesi olarak “adeta bir peygamber” nitelemesini hak ediyor mu?

Bence etmiyor. Zira o kitlesel ve sosyolojik etki bakımından bütün peygamberleri aşmıştır. Allah, din, peygamber gibi bütün üst yapı kurumlarına savaş açan Karl Marks’ı savaştığı kurumların kavramlarıyla nitelemek, düşünsel anısına emsalsiz bir saygısızlık olacaktır.

Böylesi bir saygısızlığın öznesi olmak istemem.

Peki, neden yazımıza böyle bir başlık koyduk?

Yanıtı ileriki yazılarımızda vereceğiz.