Bugün karlı bir güne uyandım. Sanki bütün umutlarım, hayallerim; gökten yağan bir avuç karın içindeymiş gibi… Bütün benliğim, duygularım; o beyazlığın, naifliğin içinde birleşip bir öz oluştururcasına karın o asil anahtarı, açıyor içimdeki o masum çocuğun kalbinin kilidini. Korkularım yok mu? Var… İşte o korkularımın üzerine gitmemi sağlayan cesaret benim içimde, biliyorum. Bütün saf duyguların, yıpranmışlığın, merhametin gölgesine saklanmış bir kar zerresi; bambaşka anlamlar içerirken, o mananın içinde kaybolmak bile insana ahenkli bir duygu kafilesi sunuyor. Duygularım benliğimden dışarı sel olup akarken, hem ben hem de kalbim tüm benliğiyle bembeyaz kara doğru harekete geçiyor.

Korkuyorum ama korktuğum kadar da cesurum. Tedirginim ama tedirgin olduğum kadar da kendimden eminim. Düşünüyorum, hissediyorum, muhakeme ediyorum. Kalbimden ya da zihnimden geçenler beni anlatmaya yetmeyecek, biliyorum. Ama ben yine de içimde var olan bu gücün farkındayım. Kendimi tamamlayan karakterin aşığıyım. Ben kendimi olduğum gibi seviyorum, olduğum gibi kabulleniyorum. Her şeyin tersine döneceği bir limanda tek kişilik bir bileti kalmış gibi hissediyorum ama o bilete layık olabilmek için elimden geleni yapıyorum. Ben başarıya tutkunum. Başarı bana haz veriyor. Belki bir avuç karda bütün cesaretim, özgüvenim. Kendimi bir yolculuğa adama ihtiyacı duyuyorum. Yolculuk dediğim de öyle hani uzaklara, belki de çok uzaklara. Ama kendimi iyi ifade edebileceğim bir yere Beni anlayan, fikirlerime saygı duyan insanların bulunduğu bir yere…

Yağan kardan, havanın hafif ılık soğuğundan vazgeçemezcesine; hissedilen tüm hoş duyguların katili kendimizmişcesine hissetmek ve yenilenmek bir çırpıda… Şimdiyi, anı yaşamak bu kadar zor olmamalı. İnsanın kendini her zaman evinde gibi güvende hissettiği bir alanı olmalı. Kendi hayal dünyasıyla meç ettiği, canlandırdığı harika bir tarz yaratılmalı; iç dünyasından. Bir uyum yakalandığı takdirde asla bırakılmamalı. “Şimdi gözlerini kapat ve hisset, hayal et, düşün, planla, uygulamaya geç”. Evrende nokta kadarsın fakat en değerli sensin. Küçük şeylerle mutlu olmak kolay, çok da zor değil. O cevher senin içinde. Ufak bir inci tanesinin taşında gizlenmiş şahane bir tabiat ana var. Doğanın yeşilini temizleyen kar beyazında masum bir ışıltı var. Bu ışıltının gizeminde saklanmış bir beyaz örtü ve beraberinde kendini geceye saklayan bir çelişki. Işıklı bir geceden gökyüzünü aydınlığa kavuşturan bir hareket, renk, ahenk ve uyum… “Aslında tüm mesele neyde” biliyor musunuz? Anlatamadıklarımızda, söyleyemediklerimizde, içimize attıklarımızda ve belki de bizi biz yapan her şeyde.

Kendimi en iyi nasıl ifade edebilirim? En iyi nasıl dillendirebilirim sessizliğimi? Evet, sessizliği dillendirmekten bahsettim. Bilinenin aksine sessizliğin de bir dili vardır, çünkü. Suskunluğun da bir asaleti vardır. İnsanları sadece susarak da etkilemek mümkün… Orhan Veli’nin “ağlasam, duyar mısınız sesimi mısralarımda; dokunabilir misiniz gözyaşlarıma ellerinizle” dediği yerdeyim. Ya da Cemal Süreyya’nın “bilirsin, yüzün aklımdadır; ben senin sesini özlerim” dediği yerdeyim. Veyahut Özdemir Asaf’ın “bir kelimeye bin anlam yüklediğim zaman sana sesleneceğim” dediği yerde oturup bir soluklanmak, düşünmek istiyorum. İçimdeki bu hayal kırıklıklarının, düş kırıklıklarının son bulması için bir liman, bir nefes aramaya başlıyorum. Her şey istediğim gibi olur mu, bilemiyorum ama bunun için elimden gelen gayreti göstermeye çalışıyorum. Tüm düş kırıklıklarımı bir kenara bırakıp başarı için, hayallerim için içimdeki büyüyü, gücü, gizemi biliyorum. Saklı mücevherin dışarı çıkması için elimden geleni yapıyorum.

Bu kadar basit miydi, bana olan duygularının sönümlenmesi? İnsan gerçek olan bir şeyi unutabilir mi? Unutabilse gerçekliğini savunabilir mi? Yalan mıydı o sözler, yaşananlar? Aklımdaki bütün soru işaretleri kar tanesinin o huzur verici, rahatlatıcı etkisinin içinde kaybolmaya yüz tutuyor. Mantığımdaki ve kalbimdeki kuvvet, kendime olan inancımı sağlamlaştırmam için en büyük ilaç. İçimde kendimin bile çözemediği o kadar çok düğüm var ki, bu düğümleri çözmek yerine makasla kesmeyi tercih ediyorum. Çünkü böylesi daha çok kolayıma gidiyor. Bir bilinmezin peşinden gitmek ne kadar sağlıklı, onu da bilmiyorum. Zaten ben kafamı meşgul eden bu girdabın içinden çıkmak için bir yol da aramıyorum. Girdabın içinde yüzmeyi öğrenmeye çalışıyorum. Benim için olması gereken bu. İçimdeki o elle görülüp tutulamayan soyut duyguların tarifi yok. Bu yüzden dile getirdiklerimin anlamı, yüksek bir edebiyat algısı barındırır. Sanki yolunu bildiğim bir labirentin içinde dolaşmaktan zevk alırmışçasına bir hissiyat ama bu karmaşanın kazandırdığı olgunluk da bir o kadar karmaşık.

Duyguların en safı nedir? Sevgi ya da aşk; hangi masumiyetin, kar tanesinin içinde gizlidir? İçimizde kaybetmemiz gereken bir temiz ruh var, biliyorum. Arada o temiz ruhun his kaybını yaşamak zorunda kalsam da yaşadıklarımdan ötürü, beyaz bir ışık hep var. Hep vardı ve ben bunu en başından beri biliyordum. Gerçekle yalanı ayırt edemeyecek kadar kör olamayız. Eninde sonunda gerçek olan da yalan olan da kendini ifşa eder. Ve biz o beliren tablonun içinde kendimizi buluveririz. Büyülenmek o kadar da zor bir şey değil. Fakat o büyünün içine ne zaman girip, ne zaman çıkman gerektiğini bilmek zor. Bir çift gözde mi bu denli kaybolduk, yoksa bir gülüş kahkahada mı; bilemiyorum. En kötüsü de kaybolunan kara deliğin bizi götürdüğü paralel evrenin, kalbimizin istediğini sandığı ama aslında mantığımıza uymayan bir karışık yer olması. Hani bazen bir karmaşa bile bir şeyler öğretebilir ya insana, işte tam da bu durumlar hayatımızın ahengini değiştirir.

Gerçeği öğrenmek için önce hayali bilmek gerekir. Masal kahramanlarına ne kadar inanırsınız, bilemem ama ben inanıyorum. Aslında ben değil benim içimdeki çocuk inanıyor. Mesela benim içimde bir deniz kızı prensesi “Ariel” var. Deniz ve yüzmek, yaz mevsimini sevme nedenim olabilir. Ben aslında yazın üç aylık ömrü olan bir kelebeğe dönüşüyorum. Sorumluluklarından arınmış ve kendini sadece tatiline odaklamış bir kelebek… İşte bu kelebek benim metaforum… Benim içimdeki çocuk ruhu, yolunu kaybetmemek için çırpınırken çok fazla şey öğrendi ve öğrenmeye devam ediyor. “Ben olgunlaştım” cümlesinin samimiyetini hissedebilecek kadar hem de… Evet, acı insanı olgunlaştırır. Bir klişe gibi gelebilir belki ama aslında çok doğru bir tespit.

Emre Aydın bir şarkısında “son defa yenilsem sana” diyor ya hani, işte orada ben eleniyorum. Birine yenilmek kaç defaya mahsustur, bu yenilgiyi bu kadar güzel yapan iksir yenilen kişide midir? Birinin gülüşüne mi yenilirsin yoksa sana kitlenen bakışlarına mı? Büyü neyde, kimde, nerde? Sana yenilmenin bir formülü var mı ki? Kalbim ve gözlerim, o kadar uzaklara dalıyor ki adeta büyüleniyor. Bu gizemin bir tarifi yok, biliyorum. Bir aurorada kaybolduğumun farkındayım. Aurora, enerji çekim alanı… Evet, öyle bir paradoks ki bu, labirentin içinden çıkabilmem demek, mantığımla kalbimin aynı seviyeye gelmesi demektir. Çünkü sana yenildiğimde kalbim kör oluyor. Etrafını göremiyor. Mantığım devre dışı kalıyor.

Bir şubat sabahı, pencereden, elimde bir fincan sıcak kahve ile bu duyguları hissetmek çok da zor değil. Düşen kar tanelerinin arasında duygu selimi fark edebilmek çok da dolambaçlı bir yol değil. Her bir kar zerresinde o kadar naif duygular var ki o zarafetin içinde kayboluyor, insan. Kalbim kendini ne şekilde anlatıyor, nasıl ifade ediyor. Gece, gökyüzündeki yıldızlara bakarken, ruhumun derinliklerindeki detayları da hissedebiliyor muyum? En büyük yıldız Güneş değil midir? O halde gecenin yıldızlarına nedendir bu istek? Kraliçe Yıldız kendini geceye mi saklar? Güneş, bütün yıldızlara hükmettiği için mi gündüzde tek oldu? Kar tanelerinin yansımasından mı çıkıyor bu kadar soru? Kar zerrelerinin irili ufaklı görüntüleri, muhteşem bir betimlemenin içerisinde kendini belli ederken, o kadar ahenkli bir görüntü ortaya çıkıyor ki, insanın kar tanesi olası geliyor adeta. O kadar çok şey sığdırdık ki ufacık kar tanesinin içine, artık dolup taşacak. O kar tanesi, içindeki gücü ta “Karlar Kraliçesi Elsa” masalındaki kar tanesinden alıyor. Evet, ne demiştik; içinde yaşadığımız gerçekliğin dışında hayal dünyamıza yön veren bambaşka bir dünya daha var. İçimizdeki bütün iyilikleri bize fark ettiren, o cevheri bize gösteren bir peri masalı, bu.

Çocukluğumuzun masallarında “diş perisi” dinlerdik, çok fazla. Dişler yastığın altına konulurdu, dilekler dilenirdi. Sabah dilenilen dileklerin gerçekliğiyle uyanılırdı. Yeni diş çıkaran çocukların dişlerini kaybetmesi, kendilerini kötü hissetmesine neden olmamalı. İşte tam da bu manada devreye diş perisi girer, düşen dişin yerine paralar, altınlar ya da dilenen istekler gelirdi. Küçücük bir bebeğin masumluğunda kişi kendini bulabilir, bir bebeğin hissettirdikleri masallardakine benzeyebilir.

“Bir sevgiyi anlamak, bir yaşam harcamaktır, harcayacaksın” demiş Özdemir Asaf… Özdemir Asaf’ın bu sözünü kendimizce uyarlasak şöyle olur herhalde: “bir masalı anlamak, bir hayal gücü harcamaktır, harcayacaksın”.