Birinci Dünya Savaşı, Ateşkes antlaşması ile İtilaf devletlerin galibiyetiyle sonuçlandı. Yapılacak barış antlaşmasının koşullarını belirlemek üzere Paris Konferansı toplandı. Osmanlı Devleti ile yapılacak anlaşma diğerlerinden farklı ve ayrı olarak ele alındı.

Çünkü savaştan önce İngiltere, Fransa, Rusya ve İtalya Osmanlı topraklarını nasıl paylaşacakları konusunda anlaşmışlardı. Ancak Rusya, 1917 devrimi ile bu anlaşmadan çekilir. İtalya da daha fazla pay peşine düşer.

Yeni Rusya olan Sovyetler Birliği, “halkların bağımsızlığı” misyonunu açıklamıştı.

Amerika da Wilson Prensipleri ile “farklı milletlerin kendi devletlerini kurma” gereğini açıkladı.

Mondros mütarekesi ile teslim bayrağı çekmiş Osmanlı Devleti için, Paris Konferans’ında daha sonra “Sevr” olarak bilinecek olan antlaşma maddelerini düzenler.

Ankara’nın itirazına rağmen manda istekli Damat Ferit Hükümeti ile Hürriyet ve İtilaf Fırkası temsilcileri konferansa katılır. Fakat eli boş döner!

Savaş öncesinde devlet kurma sözü verilen Ermeni ve Kürtler de harekete geçer. Konferans Başkanlığına başvururlar:

Osmanlı’nın İsveç Büyükelçisi olan Arap Şükrü, Paris’e giderek Kürt temsilcisi olarak talepte bulunur. Ermeniler de iki kişilik heyetle Konferans başkanlığına başvurur.

Bogos Nubar Paşa başkanlığında bir Ermeni heyeti de, Morgantav aracılığıyla, ABD Kongresi’ne başvurur. Osmanlı Devleti sınırları içinde farklı milletlerin Amerikan mandasında devlet kurmalarının sağlanmasını talep eder.

Büyük Ermenistan ve Büyük Kürdistan kurulmak isteniyordu.

***

İki kişilik Ermeni heyeti, Konferans Başkanlığından “manda devleti” kurulması talebinde bulundu.

Balkan savaşları sırasında Ermeni Patrik V. Kevork da Çar’a başvurmuş; Osmanlı’daki Ermenilerin himayesine almasını talep etmişti. Çar, bu talebi Fransa’ya bildirmişti.

Konferansı, ABD Başkanı Wilson Prensiplerini benimser.

Amerikan Kongresi, “manda” ve “yeni devlet” taleplerinin olabilirliğini Wilson Prensipleri doğrultusunda yerinde incelemek üzere bir heyetin oluşturulmasına karar verdi. 15 asker ve 31 sivil uzmandan oluşan Tuğgeneral James G. Harbord başkanlığında “Harbord Heyeti” oluşturdu. Anadolu ve Kafkasya’ya giderek talepleri yerinde incelemek; bir devlet kurulup kurulmayacağına karar vermek, gerekli örgütlemeyi sağlamak ve bunun için 750 bin dolarlık bütçe ile Akdeniz’de konuşlanan donanmayı kullanmak vb yetkilerle donatıldı.

Harbord Heyeti İstanbul’a gelir. Çeşitli görüşmeler yaparak Osmanlı Devleti için talep edilen manda ile farklı devletler kurulması durumunu inceler. Sivas’a giderek Mustafa Kemal Paşa ile görüşür. 41 gün sonra Erzurum yoluyla Trans Kafkasya’ya gider.

İncelemelerini bir rapor halinde 16 Ekim 1919 günü Amerikan Kongresi’ne sunar.

***

Yüz yıl sonra aynı ABD’nin “Suriye Başkan Temsilcisi” James Jeffrey bir misyonla Şubat sonunda Ankara’ya geldi. Bir hafta sonra da İstanbul’a geldi. Kuzey Irak’ta oluşturduğu Barzani Özerk Bölgesi gibi Suriye’de de PYD özerk bölgesi koşulları yaratılmaya çalışılıyor! Harbord’una gücüne karşılık Jeffrey’in gücü ise; Suriye’deki “Amerikan kara gücü” olan PYD, Suriye ve Irak’taki üsler ile Akdeniz’deki donanmadır.

İdlib’den 5 şehidimizin gelmesinden sonra, 12 Şubat 2020 günü Berklay ile geldiği Ankara’da Türkçe beyanat verdi: “Bugün İdlib’de bizim müttefiğimiz Türkiye’nin askerleri tehditle karşı karşıya. Bu tehdit Rusya hükümetinden geliyor. Sahada şehitlerimiz var; baş sağlığı diliyorum” dedi.

Amaç; S400 satın alarak Rusya ile yakın ilişki içine giren, Astana ve Soçi mutabakatları gerçekleştiren Türkiye’yi sabote etmektir! Vaadinin dışında İdlib’de teröristleri tahliye ettirmemeye azmettirmektir!

Çünkü Ankara ziyaretinin ertesinde, 17 Şubat günü Kuzey Irak’a giderek “Bölgesel Yönetim Başbakanı” Neçirvan Barzani ile görüştü. N. Barzani’nin Kürt taraftarları bir araya getirme çabalarını sürdüreceğini açıkladı.

19 Şubat günü Suriye’ye giderek “Demokratik Güçler” (PYD) yöneticisi Mazlum Kobani ile görüştü.

Sonra da “Suriye Kürt Ulusal Konseyi” (ENKS) yöneticisi Fuat Aliko ile Mazlum Kobani’nin 22 Aralık 2019’daki görüşmesini hatırlattı.

2016’da Fırat Kalkanı, 2018’de Zeytin Dalı ve 2019’da Barış Pınarı operasyonlarını gerçekleştiren Türkiye; Berklay ve Jeffrey gelişlerinden sonra “İdlib Baharı” operasyonu başlattı. 27 Şubat’ta 33 şehidimiz geldi. 29 Şubat’ta Türkiye ile Rusya-Suriye savaşı durumu belirdi.

Türkiye’nin partili Cumhurbaşkanı,33 şehitin gelişinden iki sonra suskunluğunu bozdu. Eski yeni partili mebuslarla sarayda düzenlediği yemekli toplantıda Gezi’den Kabataş’a, Putin’e petrol bölgeleri tariften muhalefet liderine hakarete kadar birçok konuda açıklama yaptı. Ertesi sabah, “sınırları açtık” açıklaması duyuruldu; sığınmacılar organize şekilde AB sınırlarına akın etmeye başladı.

Şehitler ve İdlib gündemden düştü.

3 Mart günlü partisinin grup toplantısında “İdlib’de ne işimiz var” sorusu soranlara ağır hakaretlerle yüklendi. İç siyaseti oldukça gerdi.

Türkiye’nin birlik ve beraberliğe en çok ihtiyaç duyduğu bir aşamada, içeride köprüleri atarak, gerilimi bunca tırmandırmanın amacı ne olabilirdi?

4 Mart’ta da Türkiye’ye gelişini iptal etmiş olan Putin ile görüşmek için Moskova’ya gitti.

Moskova görüşmelerinin başladığı saatlerde ise, James Jeffrey Dolmabahçe’de hükümet heyeti ile görüşme yaptı.

Bu nasıl bir oyundur?

Amerika’nın 1919’da Harbord Heyeti ile gerçekleştiremediğini gerçekleştirme projesi midir?

İdlib’de kümelenmiş İhvancı, IŞİD’ci, Tahriri Şam’cı, ÖSO’cu teröristleri himaye eder duruş, Amerika’nın “kara gücü” PYD’yi unutturmak ve bölgesine meşruiyet kazandırmak olmuyor mu?

Hangi değirmene sular taşınıyor?