Gerçekten her şeyin garipleştiği ve bu garipliklerin sıradanlaştığı bir ülkede yaşıyoruz. Gündem her gün yeni sıra dışı konularla dolup taşıyor ve kamuoyu tüm bu gariplikleri sıradan ve olağan gelişmelermiş gibi takip ediyor. Ülke ve millet olarak rasyonaliteyi ve vicdanı büyük ölçüde yitirdik ve bunun hiç farkında değiliz. Bize ne gösterilirse ona bakıyoruz, neye doğru derlerse ona inanıyoruz. Toplum gözleri önünde olup biten garipliklere alıştı, yaşanan garabet sıradanlaştı ve kanıksandı.

İşsizlikten, yoksulluktan ve hepsinden de önemlisi bunların değişmeyeceği duygusundan kaynaklanan umutsuzluktan insanlar toplu veya tek hergün intihar ediyorlar. Hiçbir dönemde böylesi görülmemişti. Bir esnafın Başbakanlık önünde yazar kasa fırlatmasının kriz sebebi olduğu bir ülke idik. Şimdilerde milyonların işsizliği, sefaleti, açlığı ve sonuçta intiharları sıradanlaştı. Güdümlü medya ise tüm bunları görmezden geliyor.

öğretmenler günü toplantısında öğretmenlerin aşağılanması ve bunu diğer öğretmenlerin alkışlarla onaylaması da yaşanan garabetlere bir örnek oldu.

ÖĞRETMENLER GÜNÜNDE ÖĞRETMENE AZAR!
24 Kasım Öğretmenler Günü programında konuşma yapan Konya Valisi Cüneyit Orhan Toprak, karşısında ‘yayılarak’ oturduğunu düşündüğü bir öğretmeni azarladı. Vali Toprak bu arada salondaki diğer eğitimcilere, “arkadaşlar haksız mıyım” diyerek desteklerini istedi, onlar da Vali’yi alkışlarıyla onayladılar.

Öğretmenlerin bizler için ne denli saygıdeğer ve önemli kişiler oldukları üzerine konuşmaların yapıldığı, onların onurlandırıldıkları gündür 24 Kasım’lar. Böyle özel bir toplantıda şehrin valisi bir öğretmeni iki bin kişi önünde, uzun uzun fırçalamaktan kendisini alıkoyamıyor.

Hadi diyelim Vali’nin öfke kontrolü zayıftı (Gazeteci Ahmet Hakan da öyle diyor), böylesi özel bir günde aslında kendileri de bir ölçüde aşağılanmış olan diğer öğretmenler neden alkışlarlar ki Vali’yi?

Öğretmen fırçalayan Vali’yi alkışlayan diğer öğretmenlerin önemli kesimi, Vali’nin haklılığını düşünerek alkışlamamıştır muhtemelen. Alkışlama davranışlarının asıl sebebi, ‘otorite’nin (dinleyenler olarak) kendilerinden beklediğini yerine getirme refleksidir büyük olasılıkla. Vali’nin ve onu alkışlayanların davranışlarında bir garabet yok mu sizce?

Önemli bir detayı ekleyeyim, konunun çarpıcılığı daha da anlaşılsın: Vali’nin fırçaladığı kişinin öğretmen değil yerel basından genç bir muhabir olduğu öğrenildi. Bu genç muhabire ertesi gün Vali’den özür diletildiği de basına yansıdı. Neresinden baksanız parodilik bir durum!

Otoritenin kendini alkışlatarak onanma ihtiyacını, dinleyen kitlenin de bunu her defasında yerine getirme davranışını tahlile ve anlamaya çalışacağım aşağıda.

MEŞRUİYET VE HAKLILIĞIN ALKIŞLARDA ARANIŞI
Yönetenler ve onların temsilcileri, yani irili ufaklı güç kullanıcıları; tüm yapıp ettiklerinin toplum tarafından onaylanmasını ve bu şekilde haklılıklarını pekiştirmeyi arzularlar. En garip, an akla aykırı ve topluma en zararlı icraatlarının bile kitleler tarafından bir şekilde onanması iktidarların yegâne arzusudur. İcracılar açısından anlaşılabilir bir durumdur bu talep.

Bazen alkışlarla ve bazen susarak gösterilen kitlesel onamalar (yukarıdan aşağıya) tüm iktidar odaklarına daha garip, daha akla ve izana aykırı icraatlar yapma cesaretini verir. Toplumların ‘onama’ davranışı sonuçta ‘kanıksama’ davranışını geliştirir. Kanıksamalar ise güç kullanıcılarının cesaretlerini ve pervasızlıklarını artırmalarını sağlar.

OTOMATİK ALKIŞ MEKANİZMASININ ÇALIŞMA PRENSİPLERİ!
Dikkat edin, liderler topluluklara en dik, en sert ve en üst perdeden cümlelerle seslendikleri sırada konuşmalarına kısa aralıklar verirler. Bu kısa boşluklarda dinleyenlerden otomatik olarak bir alkış koptuğunu mutlaka duyarsınız. Bu toplu ve coşkulu alkışlar, alkışlayanlar topluluğunun tamamının söylenenleri anladığı ve onayladığı anlamına gelmez. Otomatik alkışlayan topluluk kendisinden bekleneni bilir, yeri geldiği için o refleksi gösterir, hepsi bu.

Alkışlamalar sırasında bazen grubun bir kısmının lidere (önceden hazırlanmış ve konu ile pek de ilgisi olmayan) destek sloganları attıklarına şahit olabilirsiniz. Nedense yaygınlıkla Orta doğu toplumlarında görülen bu alkış ve slogan desteği, konuşmacı liderin tabandaki karşılığının kanıtı olarak sunulur topluma.

Lideri alkışlayan kitle büyük ve güçlü bir grubun üyesi olmaktan, konuşmacı lider de onaylanmaktan aldığı keyif, huzur ve gururla (oksitosin yüklenerek) ayrılırlar toplantı yerinden.

ALKIŞLANAN SÖZLER DEĞİL, LİDER VE ONUN KUDRETİDİR
Bu toplantılarda konuşmacıların söylediklerinin ve vaat ettiklerinin doğru, gerçekçi ve akılcı olmasının (ya da olmamasının) pek önemi yoktur. Topluluğun iradesini teslim ettiği lider bunları dile getirmişse, bir bildiği vardır mutlaka! Farklı yerlerde ve zamanlarda tamamen zıt anlamlardaki hitaplar da her seferinde aynı coşkulu alkışı hak eder!

Ne söylese alkışlanan lidere bu kudreti atfeden toplumdur. Lidere mesafeli duran ve eleştirenlerin bile zamanla alkışçı kitleye katılma olasılığı hep vardır. Örneğin bu kudretli lider, “Uslu duran avukatlara yeşil pasaport verebiliriz” dediğinde, avukatlık meslek örgütü başının dahi heyecanla alkışlayanlar grubuna dahi edildiği görülebilir!

SİYASAL VE YÖNETSEL KATILIM
Dinleyenler ve alkışlayanlar topluluğunda bulunan kişiler ‘birey’ olarak görülmezler, kişisel fikirleri ve yargıları pek önem taşımaz. O kalabalıkların yerine düşünme ve icra işlerini lider ve ekibi zaten yerine getirmektedir. Bu yüzden lideri-konuşmacıyı dinlemeye gönüllü ve/veya zoraki gelmiş kişilerin farklı bireysel kanaatleri yoktur, olması da beklenilmez.

Alkışçı topluluklarda siyasal ve yönetsel katılım da görülmez, hatta bu kavramların anlamı ve önemi dahi pek bilinmez. Bu kişilerin bireysel yaşamlarında demokrasi, hak, hukuk ve özgürlükler gibi kavramlar da pek bir anlam ve önem taşımaz. Yönetenler bu tür demokratik katılım olanakları sunmazlar, onların da zaten bu gibi karmaşık talepleri pek olmaz.

Popülist liderler varlıklarını ve meşruiyetlerini bu tür kalabalıklar üzerinden yürüttüğünden, “örgütlenmiş cehalet” yüceltilir, övülür, kutsanır hale getirilir. Bu kalabalıklar zamanı geldiğinde önlerine konan kişilere ve listelere dernek-teşkilat üyesi, parti delegesi, seçmen vb. sıfatlarla oylarını verirler, o kadar.

Otorite; aklı, fikri ve kanaati olan birey değil, kolayca idare edebileceği ‘inanmış’ kitle ve gruplar ister, bunu oluşturmaya gayret eder. Bu yüzden liderler seçmen kitlelerinin (ya da taraftarların) akıllarına değil, duygularına ve inançlarına seslenir, onların onay ve destekleri böyle sağlanır.

SONUÇ
Demek ki iyice garipleşmiş bu sistemde mutlu, huzurlu ve çevresinde onaylanan bir kişi olmak için (ki insanlar buna ihtiyaç duyar), otoritenin arzu ettiği kitle elemanı olmak gerekiyor. Düşünmeniz ve muhakeme yapmanız değil; inanmanız, güvenmeniz ve iradenizi teslim etmeniz bekleniyor. Sizden beklenen yerlerde de alkışlarınızı esirgemeyeceksiniz tabi ki!

Ne demişti ülkenin son başbakanı; “itaat et, rahat et!”. Boşuna söylemiyor, tecrübe konuşuyor.