İçişleri Bakanlığı’nın son operasyonu neydi?

Boğazıçı Üniversitesi’nde beş öğrenci, Kâbe’nin resmini yere sermiş ve böylece Kâbe’ye hakaret ederek halkın bir kısmını da tahrik etmiş.

Kâbe propagandacısı siyasal dincilerin mitinginde Türk bayraklarının ayaklar altına alındığını bilmeyen varsa internete girip “Türk bayrağı ayaklar altında” diye yazıp bir araştırsın da rezaleti görsün. Kâbe kutsal ama AKP’liler için Türk bayrağı hiç de kutsal değildir. Onun için miting alanına gösteriş olsun diye getirirler, iş bitince yere atıp üstüne basarlar. Yahut parti toplantılarında masa üstüne serip üstünde yemek bile yerler. Ama İçişleri Bakanı bunlara tek laf etmez, edemez.

KÂBE, HÜBEL’İN EVİ İDİ
Bugün Müslümanlara Mekke kentindeki Kâbe adlı tapınak Allah’ın evi gibi kabul ettirilmiş bulunuyor. Oraya Kâbe-i Muazzama diyerek kutsamayı en yukarıya taşımışlardır. Halbuki Kuran-ı Kerim’de Allah’ın belli bir yerde olmadığı pek açık biçimde yazılıdır.

Peki bu Kâbe Müslüman mabedi midir?

En eski Arap tarihlerini açıp okuyun göreceksiniz ki Kâbe, Müslümanlıktan çok önce burada kurulmuş bir putperest tapınağı idi. Kabe, dört duvardan ibaret kübik bir yapı idi. İçinde bir kuyu vardı. Bu kuyunun üstünde de Hübel adlı bir put bulunuyordu. Bu yüzden eskiden Kâbe’ye Hübel’in Evi de deniliyordu.

Hübel Mezopotamya'daki Hit kentinden, Arabistan'a Umru bin Lahi tarafından getirilmiştir. Kâbe'de kuyunun yanına konulmuştur. (Bak: Velhausen'den naklen ve İshak, İbn Hişam, Ezraki gibi İslam tarihçilerine işaretle Leone Ceatani, İslam Tarihi, Osmanlıca baskı 1. cilt, s. 216) Kâbe'de Hübel dışında altı put daha bulunuyordu. Bu putlar Arabistan'a kuzeyden Keldani-Babil bölgelerinden gelmişti.

Bu küp şeklindeki dört duvardan ibaret ve çatısız tapınağın dört köşesinde dört taş bulunmaktaydı. Kâbe’yi ziyarete gelenler yapının çevresinde ıslık çalarak çıplak biçimde dolaşırlarken bu taşlara dokunarak onlarda bulunduğuna inandıkları tanrısal güçten yararlanmaya çalışmışlardır. Bu taşlardan geriye Hacerülesvad kalmıştır. Yani bugün Müslümanların kutsal sandığı Hacerülesvad putperest Arap inancından İslam içine aktarılan bir gelenektir.

Kâbe’de bu dört taşın dışında Safa ve Merve diye 2 başka taş ve ibadet alanı daha vardı. Bu Safa ve Merve kavramı da aynen Hac olgusu gibi putperestlik geleneğinden İslam içine aktarılarak kullanılmıştır. (Aynı kaynak, s. 218)

ŞEYTAN TAŞLAMA SAVAŞI
Bugün Müslümanların yaptığı Hac ibadetinin kurallarını belirleyen kişi de Hz. Muhammet’ten 150 yıl kadar önce (480 yılı) ölmüş olan Kureyş reisi Kusay’dır. Putperest bir kişi olan Kusay zamanına kadar, müşriklerden Hacca gelenler, Mina'da Şeytan taşlarlardı. Fakat ilk taşı Sufe kabilesinden birisinin atması gelenekti. Hacılar ancak onunla birlikte şeytana taş atarlardı. Kusay taraftarları, Sufelilerle savaşarak onların elinden bu görevi de aldılar.(Taberi Tarihi çevirisi, cilt IV, s.33) Kusay, Kâbe binasını da yıkıp yeniden yaptırdı ve ona sedir (veya hurma) ağacı dallarından tavan da koydurdu (Emevi‐ Haşimi İlişkileri, s.47).

Kabe’nin bakımı ve hizmetleriyle ilgili görevleri Kusay belirlemişti. Bunların bazıları şunlardır:

Hicabe (Sidane): Kâbe'nin bakım işidir. Bu görevi ilk üstlenen kişi de Kusay'dır. Bu görevi sembolize eden Kâbe'nin anahtarı, daha önce başka kabilede iken Kusay onu uzun mücadeleler sonucu elde etmiştir.

Darünnedve: Darunnedve, Kusay'ın Kâbe'nin yanına inşa ettirmiş olduğu evdir. Bu evde toplanan ve Nedve adı verilen kurul, Kureyş'in genel işlerini görüşürdü ki burasını bir tür Parlamento saymak doğru olur.

Kusay öldükten sonra riyasetle (reislik, yöneticilik) birlikte Kâbe'nin yönetimi de onun oğullarına geçmiştir. Bunlardan Abdümenaf, İslam tarihinde iki farklı zihniyeti de temsil eden çatışmanın kaynağını oluşturan Haşimilerin ve Emevilerin en yakın ortak atasıdır.

Liva: Sancaktarlık görevidir. Liva, yani sancak Kâbe'de bulunurdu ve savaş zamanında oradan alınıp sancaktara teslim edilirdi. Bu da çok şerefli bir görevdi. Kâbe'nin yönetimi Haşim'den Abdülmuttalib'e, ondan da Hazreti Ali'nin babası Ebu Talib'e geçmişti.

Diğer görevler, gelen hacılara yiyecek sağlamak ve su sağlamak idi ki bunlar da İslam’dan önce ayrıntılı olarak düzenlenmişti.

FALCILIĞIN MERKEZİ
İslamiyet'ten önce Kâbe'nin nasıl kullanıldığını Sünni tarihçi Taberi şöyle anlatıyor: “Hübel, Mekke'deki Kureyş putlarının en büyüğü ve kutlusu olup Kâbe'nin içindeki kuyunun üzerine yerleştirilmişti. Kâbe'ye hediye edilen mal ve eşya bu kuyuda toplanırdı. Hübel putunun yanında 7 tane oku vardı. Bunlardan birisinin üzerinde “kan pahası” yazılı idi. Kan pahasının kim tarafından ödeneceği hakkında aralarında ihtilaf baş gösterince bu yedi oka başvururlardı. Bu oklardan birine, bu işin yapılmasını emretmek üzere “evet” yazılmıştı. Evet yazılan ok çıkarsa işi yaparlardı. Bir tanesinin üzerine “hayır” yazılı idi. Bu ok çıkarsa o işi yapmazlar, bırakırlardı.

Diğer bir okta, “sizden” kelimesi yazılmıştı. Başkala‐rının üzerine “sonradan iltihak etmiş”,”sizden başkasından” ve başka birisine de “sular” yazılı idi. Bir yerde kuyu veya çeşme kazmak isterlerse, sular ibaresi yazılı ok dahil olduğu halde bunlara (7 oka) başvururlardı. Nerede kazılması emredilirse kuyu veya çeşmeleri orada kazarlardı.

Bir çocuğu sünnet ettirmek, bir yiğitle bir kızı evlendirmek, bir ölüyü gömmek istediklerinde, yahut birinin nesebinden şüphelenirlerse yüz dirhem para ve bir deve alarak Hübel putunun yanına gelir; bu sadakayı okları idare eden kimseye (kahine) verdikten sonra mutlub (ilgili) olan şahsı putun yanına getirerek, “Ey ilahımız, bu falan oğlu falandır. Onun için şu işleri yapmak istiyoruz, hakkında hayırlı oku isabet ettir.” diye dua ettikten sonra okları idare edene “Çek!” derler, o da çekerdi.

Eğer “sizden” ibaresi yazılı ok isabet ederse o kimse kavmin en asili ve hayırlısı sayılırdı. “Sizden başkasından” oku çıkarsa, o kimse, ittifak ve andlaşma yoluyla o kavme intisap etmiş (katılmış) sayılırdı. “İlhak edilmiş” yazılı ok isabet ederse, o Araplar arasında nesepsiz ve andlaşma ile de uruğa (kabileye) dahil olmamış sayılırdı. Bunlardan başka hususi ve umumi işlerinde, “evet” yazılı ok çıkarsa onu yaparlardı; “hayır” yazılı ok isabet ederse, gelecek yıla geciktirirler; gelecek yıl o kimseyi Hübel putunun yanına getirirler, bu defa hangi ok isabet ederse ona göre amel ederlerdi. (Taberi, Cilt IV, s.4‐5).

Örneğin, Hazreti Muhammed'in dedesi, 10 oğlundan birisini kurban etmek için Hübel putunun yanındaki bu okları çektirmişti.

Kâbe'deki diğer ünlü putlardan ikisi de Esaf ve Naile putları idiler. Kurbanlar bu iki putun yanında kesilirdi.

Araplar, Kâbe ibadetini bu yapının çevresinde çıplak halde el çırpıp bağırarak dönüp yerine getirirlerdi. Hz. Muhammet bu çirkin görüntülü tavafı 631 yılında Tevbe Suresi ile yasaklamıştır.

ARAPLAR KÂBE’Yİ YIKTILAR-YAKTILAR
Mekke, ticaret yolu üstündeki bir şehirdi. Kervanların burada soyulmaması için Kâbe'nin kutsallaştırılarak çevresinde savaş yapılmasının engellenmesi gerekiyordu. Putperest Arap tüccarlar, bunu Kusay zamanında bir sisteme oturttular. Burası savaşın haram olduğu tapınak (Mescid-i Haram) ilan edilmişti. Yine haram aylar icat edilerek bu aylar da kutsallaştırılmıştır. On birincı, on ikinci, birinci ve yedinci aylar kutsallaştırılarak bu dönemde kavgalar önlenmiştir. Böylece kervan ticareti güvenceye alınmıştır.

Hazreti Muhammet, Hac törenini olduğu gibi bu kutsal ayları da İslam içinde devam ettirmiştir.

Araplar, İslamiyet ile çevreye yayılıp da sömürgeci bir imparatorluk kurunca Kâbe’nin kutsallığı ile Mekke’nin kutsallığı bile çiğnenir oldu. İktidara zarar verecek eylemleri önlemek için Kâbe bile bombalanabilirdi. Bunun en açık örneği Zübeyir'in oğlu Abdullah'ın Mekke'de isyan etmesi sürecinde görüldü. İbn Zübeyr 683'de Halife Yezid'e başkaldırınca Emevi ordusu onun bulunduğu Mekke'yi kuşattı. Şamlılar, Kâbe'yi yıkmak için mancınıklar diktiler, hatta ateşe verdiler. Kâbe'nin duvarları yandı. Vakıdi şöyle demiştir: “Şamlılar” mancınıkla Kâbe'ye taş atarken şöyle diyorlardı: “Ağzı köpük saçan deve gibi atıyor Onunla Mescid'in direklerini vuruyoruz.” (İbn Kesir Tarihi, çeviri c.8, s.367)

Sadece Mekke mi? Medine şehri de Emevi Padişahı Yezid’in emriyle 680 yılında üç gün kâfir şehriymiş gibi yağmalandı, kadınlarına kızlarına tecavüz edildi ve binlerce Medineli katledildi. Bu tecavüzden doğan çocuklara da tarihte Harre piçleri denildi.

(Hac,Kâbe, namaz, oruç ve içki konusundaki uydurmalarla ilgili ayrıntılı bilgi edinmek isteyen okurlarıma TÜRK ALEVİLİĞİ isimli kitabımın (Kripto Yayınları) ilgili bölümlerini okumalarını öneriyorum.)

Biz Türklere Mekke-i Mükerreme ve Medine-i Münevvere diye kutsal gösterilen bu iki kentin, Araplar için hiçbir kutsallığının olmadığını hem Arap tarihi hem de bugünkü yaşantı pek açık biçimde göstermektedir. (İnanmayanlar varsa Hac ziyareti sonrası Kabe çevresinde oluşan pisliklere bir baksınlar.)

***

Süleyman Soylu hiç durmasın, bakan forsunu kullanarak bu yazımı da savcılara şikayet edip cezalandırılmamı istesin. İstese de istemese de biz tarihsel gerçekleri yazmaya devam edeceğiz.

AKP’nin akılcı yazarları bilim insanlarını susturmak için çıkardığı TCK 216. Maddede 3. Fıkra olarak yer alan “Halkın bir kesiminin benimsediği dini değerleri alenen aşağılayan kişi, fiilin kamu barışını bozmaya elverişli olması halinde, altı aydan bir yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır” hükmünü, kişisel haklarımıza yönelik açık bir tehdit ve farklı inançtaki toplum kesimlerine dinci baskı olarak görüyoruz.

Siyasi amaçla Boğaziçi’nde yapılan provakasyonda tutuklanan iki öğrencinin de hemen bırakılmasını istiyoruz.