Egemen İslam inancı, muhalif ve Muhammedî İslam inancının tersine insanların çoğalmasını kardeşler arası gerçekleştirilen ensest evlilik inancıyla açıklar. Bu, Allah adına ensesti savunmaktır. Bu savunuyu da zorunluluk savına dayandırır. Oysa Allah için zorunluluk söz konusu olamaz. Niye ki o, zorunluluklardan uzaktır. Bilindiği üzere ensest sözcüğü aile içi cinsel ilişkiyi ifade için kullanılan Batı kökenli bir deyimdir. Türkçede bunun karşılığı bulunmamaktadır. Bunun nedeni kadim Türkler arasında yahut kadim Türk kültür ve inanç dünyasında söz konusu sözcüğün anlamını yansıtan ilişkilerin bulunmayışı olabilir mi? Ya da bu konuda başka bir neden ileri sürülebilir mi? Bu soruların kesin bir yanıtının olmadığını düşünüyorum. Ancak yine de ensest sözcüğünün Türkçesinin bulunmamasını olumlulayan bir tutumun öznesi olduğumu belirtmek isterim.

Ne var ki öz Türkçede ensest sözcüğünün karşılığı bulunmasa da İslam sonrası ve günümüz Türk toplumunda ensestin olmadığını sanırım iddia edemeyiz. Hatta ensest konusunda özellikle egemen ve muharref İslam’ın katı harem selamlık kuralının tetikleyici bir rol oynadığını tahmin etmek güç olmasa gerek. Kadim Türk kültüründe ise kesinlikle harem selamlığın bulunmadığını çok duru bir biçimde zaten biliyoruz.

İslam ve ensest türeyiş anlatısının iki temel ayağının bulunduğunu belirtmeliyiz. İlki Hz. Âdem ve Hz. Havva’nın var ediliş / yaratılış öyküsü, ikincisi de çocuklarının üreme anlatısıdır. Açıkça söyleyelim ki egemen ve muharref İslam’a göre Hz. Âdem’in çocukları anne ve babalarının ensest ilişkisiyle dünyaya gelmişlerdir. Öneminden dolayı bir kez daha anımsatalım ki, muhalif ve Muhammedî İslam bunu kesinlikle reddeder. Peki, nasıl bir ensest ilişkiden söz ediyoruz?

Bilindiği üzere geleneksel anlatıda önce Hz. Âdem var ediliyor / yaratılıyor ardından da Âdem’in bedeninden / kaburga kemiğinden eşi Havva var ediliyor. Böylece Âdem kendi vücudundan var olan biriyle cinsellik yaşıyor ve bu ilişkiden çocukları oluyor. Düşünelim; bir kimsenin kendi vücuduyla cinsel ilişkiye girmesi ne demektir? Hz. Havva, Âdem’in vücudundandır. Yani bir nevi onun çocuğudur. Başka bir deyimle kızıdır. Hz. Âdem bir nevi kendi kızıyla ilişkiye girerek çocuklar dünyaya getirmiştir.

Bu arada hemen belirteyim; yoktan var olma anlamında bir yaratılış kavramı, benim kavram ve anlam havzamın içinde mevcut değil. Bu nedenle özellikle var oluş, var ediş ve benzeri ifadelere başvuruyor ancak anlaşılsın diye de ek olarak yanına yaratılış sözcüğünü de ekliyorum. Ben, hiçbir şeyin ve elbette tümel anlamda varlığın / evrenin yoktan yaratılmış olduğunu kabul etmeyenlerdenim. Zira yoktan yaratılış inancı birilerinin sandığının ve ileri sürdüğünün tersine hiç de Kur’anî değildir. Kur’an’da geçen yaratma fiilleri mecazî manadadır. Yoktan var etme değil vardan var etme anlamındadır. Bu cümleden olarak söyleyelim ki, varlık / evren, vardan var olmuştur. O var da Ulu Tanrı’nın ta kendisidir. Bu nedenle varlık / evren, tanrısal varlıkla birlikte fakat ondan ayrı olarak değil bir bütün olarak ezelidir. Varlığın/ evrenin ezeliliği Tanrı’nın ezeliliğinde mündemiçtir. Bu konuya ilişkin daha ayrıntılı bilgi için “İslam Bu – Muhammedî İslam” kitabımızın; “Allah Göklerde Değil İçimizde” başlıklı bölümüne bakılabilir.

Şimdi gelelim Hz. Âdem’in var ediliş anlatısına…

Gerçekte, Kur’an’da insanın var edilişi ile ilgili sözlerin / ayetlerin hiçbirinde Âdem sözcüğü geçmez. “İnsan” ve “beşer” sözcükleri geçer. Dolayısıyla Âdem’in ilk insan olduğu savı ve inancı yalnızca bir yorumdan ibarettir. Bu nedenle ilk insandan bahsetmek yerine belki “ilk insanlardan” bahsetmek daha Kur’anîdir.

İlgili sözleri / ayetleri verelim…

Kadınlar Bölümü / Nisa Suresi 1. Söz / 1. Ayet şu biçimdedir:

“Ey insanlar, sizi bir tek özden yaratan / var eden ve ondan da eşini yaratan / var eden ve ikisinden de birçok erkekler ve kadınlar türetip yeryüzüne yaymış olan rabbinizden sakının…”

Benzer bir anlatımın olduğu bir başka Kur’an sözü / ayet de Topluluklar Bölümü 6. Söz / Zümer Suresi 6. Ayet’tir:

“O sizi tek bir candan var etti / yarattı. Ondan da eşini var etti / yarattı…”

Bu Kur’an sözlerini / ayetlerini yüzeysel bir bakışla yorumlayanlar bilinen geleneksel anlatıyı inşa ettiler. Bu inşanın önceki kutsal kitaplardaki anlatılardan esinle gerçekleştiği anlaşılmaktadır.

Denildi ki; Ulu Tanrı bir özden ( Nefs-i vahide) ilk insanı var etti. Sonra var ettiği o ilk insandan eşini var etti. Ad belirtilmemesine karşın ilk insana Âdem dediler. Eşine de Havva dediler. Havva’nın Âdem’in bedeninden var edildiği ileri sürüldü. Hatta Havva’nın Âdem’in kaburga kemiğinden var edildiği düşüncesi yerleştirildi. Kaburga kemiği anlatısı Kitab-ı Mukaddes kaynaklı bir anlatıdır. Bu anlatı kadını ikincilleştiren bir inanışı doğurdu. Nitekim göksel dinler / semavi dinler yahut İbrahimî dinler ya da Sami dinleri dediğimiz Musevilik, Hıristiyanlık ve egemen İslamlıkta kadın ikincildir. Egemen İslamlık, muhalif ve Muhammedî İslam’a karşın üretilmiş bir sapmadır. Beslenme kaynağı da çoğunlukla İsrailiyat ve eski Arap örfüdür.

Âdem ve Havva’nın çocukları oldu. O çocukların sayısının 40 dolayında olduğu savlanıyor. Bu çocuklar birbirleriyle evlenerek çoğaldılar. Yani kardeşler evlendi. Ensest çarpıklığını aşabilmek için çaprazlama evlilik diye bir şey icat ettiler. Anca o da yine ensest dâhilinde bir evliliktir.

Bir türlü akıllarına gelmedi ki Ulu Tanrı “kadir-i mutlak” yani her şeye gücü yetendir. Böyleyken neden aynı anda binlerce insan yaratmasın? Ve neden insan soyunun çoğalmasını ensest evliliğe bağlı kılsın? Yoksa kendi sapkınlıklarını Tanrı üzerinden mi dışa vurdular? Kim bilir belki de herkes Ulu Tanrı’yı kendi gibi yani kendi ahlak anlayışı çerçevesinde tasavvur ediyordur. Bu konu üzerinde derin derin düşünmek gerek…

Şimdi biz yukarıda geçen Kur’an sözünün gerçek anlamını irdeleyip açığa çıkaralım.

Ulu Tanrı insanı veya başka bir ifadeyle insanları “tek bir özden” var etmiştir. Tek bir özden tek bir insan var etmiş değildir. O tek bir özden aynı anda belki de binlerce insan var etmiştir. Aynı şekilde var ettiği bu binlerce insanın yine binlerce “insan eşini” var etmiştir. Burada eşten kasıt kadın da olabilir erkek de olabilir. Önce erkek var edilmiştir anlamı söz konusu değildir. Hatta “nefs-i vahide” sözündeki “nefs” sözcüğünün Arap dilinde dişil bir sözcük olduğu gerçeği üzerinden düşündüğümüzde aslında insanların var edilişi dişil bir öze dayanmaktadır. Bu da aslında kadını önceleyen bir anlayışı ortaya koymaktadır. Ve yine bu savı güçlendirecek biçimde eşini derken geçen “zevc” sözcüğünün eril bir sözcük olduğunu da belirtelim. Dolayısıyla erkeğin kadından daha sonra var edildiğini savunmak pekâlâ olanaklıdır.

Evet, işte böyle…

İlk evrede var edilen o binlerce kadın ve erkekten de yine sayısı belirsiz insan var edilmiştir. O günden bugüne sayısal anlamda on milyarlarca diyebileceğimiz insan işte o ilk aşamada var edilen binlerce kadın ve binlerce erkekten var edilmiştir.

Kur’an sözünde / ayette geçen; “o ikisinden de” ifadesi kadın ve erkek türünü belirtir. Bir kadın ve bir erkeği ifade etmez. Dolayısıyla bütün insanlar bir kadın ve bir erkekten değil kadın ve erkek türünden var edilmiştir. Nitekim söz konusu ayette kadın ve erkek sözcükleri “nekra” yani belirtisiz sözcükler olarak geçmektedir. Başlarında onları “marife” kılacak elif lam takısı yoktur.

Bu gerçek Odalar Bölümü 13. Sözde / Hucurat Suresi 13. Ayette yinelenmektedir.

“Ey insanlar, gerçek şu ki biz, sizi bir erkekle bir dişiden yarattık / var ettik…”

Bu Kur’an sözünde de erkek ve dişi anlamına gelen sözcüklerin “nekra” olarak yer alması yukarıdaki savımızı ve inancımızı güçlendirmektedir.

Öte yandan bilindiği üzere zaten dünyaya gelen herkes bir erkekle bir dişiden var edilmektedir. Burada ve öbür Kur’an sözlerinde geçen erkek ve dişi sözcükleri belli bir erkeği yani Hz. Âdem’i ve belli bir dişiyi yani Hz. Havva’yı ifade etmez. Binlerce, milyonlarca erkeği ve dişiyi belirtmektedir.

İnsan türünün var edilişi dışında bir de Âdem’in var edilişi konusu vardır Kur’an’da… Bunu da ayrıca işlemek gerekiyor. Âdem’i ilk insan olarak düşünenler kesinlikle yanılıyor ve Kur’an’ı yorumlamada hata ediyor. Konumuzun temel noktasını oluşturan ensest türeme anlatısının yanlışlığını tüm boyutlarıyla anlayabilmek için Âdem’in var edilişi / yaratılışı meselesini de iyice kavramak gerekiyor.

Âdem kimdir?

Egemen dinsel inanışta ilk insan ve ilk peygamber olarak kabul edilen Âdem, Kur’an’a göre ilk insan değil ama ilk peygamberdir. Âdem sözcüğünün belli bir kişi adı olmayıp insan türünün genelini ifade den bir kavram olduğu da belirtilmektedir. Kur’an yorumcularının bir bölümü bu görüştedir. Ancak Âdem sözcüğü hem insan türünün genelini ifade eden bir sözcük olarak hem de gerçekten belli bir şahsı işaret eden bir ad olarak kabul edilebilir. Zira Kur’an ayetleri her iki yorumu yapmaya da uygun anlamlarla örülüdür. Yukarıda da ifade ettiğimiz üzere insan türünün var edilişi / yaratılışı ile ilgili Kur’an sözlerinde / ayetlerde Âdem sözü geçmez. Ancak yine de Kur’an’da Âdem adının geçtiği var ediliş /yaratılış açıklamaları bulunmaktadır. Bu cümleden olarak belirtelim ki, Âdem ilk insan olmamakla birlikte kendisine ilahî sorumluluk yüklenen ilk kişidir. Söz konusu ilahî sorumluluk peygamberlik görevidir. Bu bağlamda Âdem aslında ilahî yasalar çerçevesinde biyolojik ve ahlakî evrimini tamamlamış özel insan olarak görülmelidir. Bizce Hz. Âdem peygamberlikle görevlendirildiğinde o zamanın insanlarına ahlakî evrim açısından kılavuzluk yapmakla görevlendirilmiş kişidir.

Bununla ilgili olarak Kur’an’da Hz. Âdem’in “seçildiği” ve “halife” olarak atandığı belirtilir. Hz. Âdem’in seçilmişliği konusu İmran Ailesi Bölümü 33. Sözde / Al- İmran Suresi 33. Ayette şöyle belirtilir:

“Gerçek şu ki Allah Âdem’i… evrenlere üstün kılmıştır / seçmiştir.”

Üstün kılmaktan kastın ahlakî evriminin bütünlenmiş olmasıdır. Bir başka deyimle Âdem, ahlakî evrimini tamamlamıştır. Bu nedenle de seçilmiştir. Özgün metinde geçen “istafa” ifadesi Arap dilinde “seçti” anlamına gelmektedir. Seçme, seçilme eylemi anlambilimsel olarak birden çok kişi arasından yeğlemek, yeğlenmek demektir. Âdem ilk ve tek olsaydı seçme veya seçilme de söz konusu olamazdı. Bu Kur’an sözü aynı zamanda Hz. Âdem’in ilk insan olmadığını da dolaylı olarak dile getirmektedir.

Bir de “halife” ifadesinin geçtiği Kur’an sözü var. Bu ifadenin Hz. Âdem’i işaret ettiği, sonraki Kur’an sözlerinden / ayetlerinden açık bir biçimde anlaşılmaktadır. Peki, halife ne demektir?

Doğrudan Türkçe karşılığı ARDIL demek olan halife, bir kimsenin ardından gelen, arkasındaki, sonra gelen gibi anlamlara gelmektedir. Bu sözcük, bir kimse adına iş yapan ya da onun görevini yerine getiren kimse anlamını da içeriyor.

O halde Hz. Âdem kimin halifesidir ve halife sözü Âdem için kullanıldığında hangi anlamı içermektedir?

Önce söz konusu Kur’an sözüne bakalım…

Dişi Sığır Bölümü 30. Söz / Bakara Suresi 30. Ayet:

“Hani rabbin meleklere; ‘Ben yeryüzünde bir halife var edeceğim,’ demişti de onlar; ‘Yoksa sen orada bozgunculuk yapacak ve kan dökecek birini mi yaratacaksın? Oysa biz seni övgüyle ululayıp kutsuyoruz,’ demişlerdi. Allah da onlara; ‘ Kuşkusuz ben sizin bilmediklerinizi bilirim,’ demişti.”

Evet, bu Kur’an sözünde bahsedilen halifenin, Hz. Âdem olduğu sonraki sözlerde görülmektedir.

Peki, burada halife gerçekte ne anlama geliyor? Halife eğer ardıl anlamına geliyorsa o halde Âdem’den önce de başka insanların olduğu anlaşılıyor. Yok, Tanrı adına yeryüzünde iş yapacak olan anlamına geliyorsa bu sefer de o işi kimler üzerinde yapacak? Demek ki kendilerine halifelik yapacağı başka insanlar var demektir. Ancak burada halife sözünün ardıl anlamında kullanıldığı açıktır. Zira meleklerin itirazı bunu kanıtlamaktadır. (Bu arada melek kavramın gerçekte ne anlama geldiği ile ilgili çalışmamıza İslam Bu – Muhammedî İslam adlı kitabımızdan ulaşılabilir.)

Demek ki melekler (Bize göre doğadaki güçler) Âdem’in nasıl biri olduğunu önceki Âdemlerden biliyorlar. Çünkü eğer daha önce Âdem gibi başka Âdemler olmasaydı melekler bunu bilemezdi.

Âdem’den önce başka Âdemlerin bulunduğu gerçeği ensest türeme anlatısını çökerten kanıtlardandır. Yine söyleyelim; Ulu Tanrı aynı anda birden çok belki binlerce Âdem yahut insan ya da beşer var etmiştir.

Öte yandan insan neslinin ensest ilişki ile türediğini savunmak sadece ahlakî ve dini bir sorun değildir. Aynı zamanda tıbbî ve biyolojik bir sorundur. Nasıl mı? Açıklayalım…

Bir tıp bilgini yahut biyolog değilim ama herkesin bildiği ve artık genel bir bilgi haline gelen bir gerçek var. Yakın akraba evliliği özürlü / engelli (bedensel ya da zihinsel) çocuk riskini artırıyor. Bu bilimsel gerçeğe karşın insan neslinin ensest evlilikle çoğaldığına inanmak ve bunu savunmak, sadece temiz inanca değil bilime de aykırı. Ulu Tanrı’nın insan neslini ensest evliliğe mecbur bırakması mümkün müdür? Tanrı’nın dili, nefesi, gözü, kulağı olan doğanın böyle bir düzeneğe sahip olması doğanın kendi kendine çıyanlık etmesi demektir. Bu, kesinlikle olanak dışıdır.

Doğaya aykırı bir işi İslam’a uygun görmek de söz konusu olamaz. Gerçek şu ki İslam doğal olanı koruma düzenidir. Öyle ki İslam, Kadınlar Bölümü 23. Sözde / Nisa Suresi 23. Ayette de belirtildiği üzere sütkardeşliğini bile evliliğe engel görecek kadar doğayı savunan bir dindir. Böyleyken nasıl olur da Âdem’in çocuklarının ensest evlilik yaptığı savunulabilir?

Öte yandan sorunlu bir alan olarak kuzen evliliği meselesi de vardır. Bu hususta Kur’an’da bir yasak olmadığı ileri sürülüyor. Ancak bu doğru değildir. Savaşçı Birlikler Bölümü 50. Sözün / Ahzab Suresi 50. Ayetin anlamının acımasızca yozlaştırıldığı yakıcı bir gerçektir. Bu Kur’an sözünde kuzen evliliğinin helal kılındığı savı kesinlikle doğru değildir. Zira sözün başında “Sana, senin için…” ifadeleri var. Üstelik sesleniş de doğrudan doğruya “Ey peygamber / Nebi!” şeklindedir. Ayrıca sözün sonuna doğru yine “sana özgü olarak…” ifadesi yer alıyor. Dolayısıyla söz konusu Kur’an sözünde kuzenlerin evlenebileceği düzenlemesi yalnızca Hazreti Muhammed içindir. Bütün inananlara yönelik değildir. Üstelik bir de “seninle birlikte göç eden kuzenlerin” biçiminde bir açıklama da var. Burada himaye amaçlı bir nikahlanma kastedilmektedir.

Hazreti Muhammed’in evlilikleri konusu son derece istismar edilen bir konudur. Halbuki tümü son derece masum, doğru ve isabetlidir. Bununla ilgili olarak birkaç gerçeği dile getirmeliyim:

Hazreti Muhammed’in evliliklerinin tümü gerçek anlamda cinsellik amaçlı değildir. Cinsellik amaçlı olan evlilikleri son derece sınırlıdır. Hazreti Muhammed ilk eşi Hazreti Hatice ölünceye değin başka hiç kimseyle evlilik yapmamıştır. Hazreti Ayşe dışında evlendiği kadınların tümü dul kadınlardır.

Çok net bir biçimde anlaşılıyor ki Hazreti Hatice ve Hazreti Ayşe başta olmak üzere birkaç eşi dışındaki eşlerinin tümüyle, onları himaye etmek amacıyla evlenmiştir. Kuzen evliliği konusundaki istisnai düzenlemenin de bu kapsamda düşünülmesi gerektiğini belirtmeliyim. Nitekim Hazreti Muhammed’in çok ileri yaşlarda iken yaptığı bu evliliklerinden herhangi bir çocuğu olmuş da değildir. Unutmayalım ki o günkü sosyal koşullar bağlamında dul ve mağdur kadınların himayesi için onları nikâh altına almaktan başka bir yol yoktu.

Kuzen evliliği ensest kabul edilse bile ki egemen ve yaygın ahlaki görüş bunu kabul etmiyor; Hazreti Muhammed’in kuzen evliliğinden dünyaya gelen bir çocuğu yoktur.

Kuzen evliliği yalnızca Hazreti Muhammed’e özgü olmak üzere izin verilmiş olsa da ve onun da koruma amaçlı olduğu anlaşılsa da İslam tarihinde kuzen evliliği diğer Müslümanlar tarafından da günümüze değin sürdürülmüştür. Açıkçası kuzen evlilikleri de ensest evliliği çağrıştıran bir evlilik türü olarak nitelenme mahiyetine sahiptir. Lakin bu mahiyet zihin dünyamızda yeni bir inşadır. Kentleşmeyle birlikte ivme kazanan bu inşa, insanlığın ve toplumların ahlakî evriminin halen devam etmekte olduğunun da bir göstergesidir.

Hazreti Muhammed’in halasının kızı olan; Cahş kızı Zeynep’le evlenmesi konusunu kuzenlik dışı başka bir bağ nedeniyle ensest evlilik olarak niteleyenler vardır. Zira Zeynep Hazreti Muhammed’in hem halasının kızı hem de evlatlığı olan Zeyd’in eski eşidir. Dolayısıyla bazılarına göre Hazreti Muhammed gelini ile evlenmiştir. Ancak işin aslı öyle değildir.

Zeyd, Hazreti Muhammed’in oğlu değildir. Aralarında kan bağı yoktur. Biyolojik açıdan temel olan şudur ki kan bağı yoksa akrabalık da yoktur. Evlatlık, evlat değildir. Öz babası veya öz annesi kimse o çocuk onların evladıdır. Dolayısıyla Hazreti Muhammed Zeyd adında bir oğlu yoktur. Ancak Zeyd köle iken azad edilmiş ve Hazreti Muhammed ona sanki evladı imiş gibi davranmıştır. Bu nedenle Zeyd’in boşadığı Zeynep’i Hazreti Muhammed’in gelini olarak nitelemek olanak dışıdır. Bu konuda Kur’an’da yer alan açıklamalar yoruma gerek bırakmayacak denli ortadadır.

Hazreti Muhammed’in Zeynep’le evliliği de kesinlikle himaye amaçlı bir evliliktir. Zira Zeynep, azadlı bir köle tarafından boşanmış bir kadındır. Üstelik o günkü toplumsal anlayış çerçevesinde itibarlı bir kabileye mensuptur. Böylesi bir kadınla bir başkasının nikahlanması o toplumda mümkün görülmüyordu. Çok itibarlı bir kabileye mensup olduğu halde azadlı bir köle ile evlendiği, üstelik azadlı da olsa o köle tarafından boşandığı için Zeynep büyük bir mağduriyet içerisindeydi. Peygamber bu zararlı anlayışı yıkmak ve onun yaşadığı toplumsal mağduriyeti gidermek için onunla nikahlandı.

Öte yandan bugün kimi Müslüman halklar Müslüman olmalarına karşın diğer Müslüman halklardan farklı olarak kuzen evliliğine şiddetle karşıdırlar. Özellikle kimi Orta Asya halkları (Kazaklar, Kırgızlar, Başkurtlar, Türkmenistan Türkmenleri) ve bazı Kafkasya Müslüman halkları; Çerkezler, Balkarlar, Karaçaylar ile Balkan Müslümanları arasında kuzen evliliği yoktur. Zira anılan halklar arasında kuzenler kardeş gibi görülmektedir. Geçmişteki uygulama, dönemin koşulları gereği meşru addedilse bile bugün artık kuzen evliliği meşruiyet dairesinin dışına çıkarılmalıdır. Zira tıp biliminin risk konusundaki verileri gözler önündedir.

Türkistan, Kafkasya ve Balkan halkları arasında kuzenlerin bile kardeş gibi görülmesi ve evliliklerine karşı çıkılması bir tarafa, tarihte dünya üzerinde kimi toplumlarda doğrudan doğruya kardeş evliliği hatta kızıyla evlenme gibi sapkınlıklara rastlanmıştır. Bu konuda eski Mısır toplumu ve eski İran’dan kimi örnekler verilmektedir. Mısır’da Firavunlar döneminde hanedan içinde ensest evliliklerin vuku bulduğuna ilişkin bilgiler var. Firavun 2. Ramses ve Firavun Akhenaton’un kız kardeşleriyle evlenmiş oldukları kesin bir bilgi olarak değerlendirilmektedir. Ensest evlilik deyince akla gelen en ünlü adlar arasında Nefertiti ve Kleopatra da gelmektedir. İlaveten belirtelim ki ensest evliliğin bu denli sınırlı kalmadığı ve son derece yaygın olduğu da bildiriliyor. Kaynakların yer verdiği aktarımlara göre Firavun ailesi kendi soylarının asaletini korumak ve halktan biriyle evlenerek bu asaleti bozmamak gibi gerekçelerle ensest evliliği bir erdem olarak görüyordu.

Bir dönem eski İran’da da ensest evliliğin kutsal sayıldığına ilişkin savlar bulunmaktadır. Portekiz ve Japon kraliyet ailelerinde de bir dönem ensest evliliklerin yaşandığına ilişkin bilgiler ve savlar mevcut.

Ensest evliliğin başka toplumlarda da olduğunu ve hatta bunu halen sürdüren kimi toplulukların bulunduğunu elbette ki biliyoruz. Kimi Kızılderili kabillerinde ve kimi Kamboçya yerlilerinde… Ancak şurası bir gerçek ki ensest evlilik olmasa bile ensest ilişki ve bu ilişkiler yoluyla dünyaya gelen lakin gizlenen binlerce yahut yüz binlerce çocuğun mevcudiyeti tarihte ve günümüzde inkârı olanak dışı bir gerçektir.

Ensest ilişki sonucu dünyaya gelen çocuklar gerçeği Türkiye’nin de gerçeğidir. Ancak şiddetli bir reddediş ve gizleme söz konusudur. Hatta kimi sözde “töre cinayetleri” ensest ilişki sapkınlığına bağlanmaktadır.

Kimi Müslüman toplumlardaki ensest ilişki gerçeğinin nedenleri üzerine düşünüldüğünde pek çok veriye ulaşmak olasıdır. En başta katı harem selamlık kuralının yan etkisini zikredebiliriz. Ayrıca ensest türeyiş inancının (Âdem’in, kızı/eşi Havva ile onların çocuklarının birbirleriyle evliliği) zihinlerde meydana getirdiği tahribat da önemli bir etkendir, kanısındayız.

Ensest türeyiş inancının İsrailiyat kaynaklı yani Yahudi mitolojisi etkisiyle İslam’a sokulduğunu belirtmeliyiz. Öte yandan Yahudi mitolojisinin oluşumunda eski Mısır ve eski İran gelenek ve inançlarının etkisini de yadsıyamayız. Yahudilerin Mısır macerası ve Babil Sürgünü sırasında her iki toplumdan ileri derecede etkilenmiş olmaları gerçeği üzerinde durulabilir.

Ancak belki de ensest evlilik yahut ensest ilişki meselesi herhangi bir etkilenme olmaksızın Yahudi kültürünün özünde de mevcut olabilir.

Nitekim Kitab-ı Mukaddes’te Tekvin bölümünde Lut’un kızlarıyla cinsel ilişkiye girmesi anlatısı vardır. Lut’un iki kızı babalarını sarhoş ederek onunla ilişkiye girerler. Böylece üreyip çocuk doğururlar. Bunu da zürriyetimiz devam etmeli gerekçesine dayandırırlar. Büyük kızdan doğan çocuğa Moab, küçük kızdan doğana ise Benammi adı verildi. Her ikisinden iki kavim türedi.

Peygamberler tarihinde ensest ilişkiyle türeme / üreme anlatılarından biri de Hz. Musa ile ilgilidir.

Kitab-ı Mukaddes’te yazıldığına göre Musa’nın babası halasıyla evlenmiş ve Musa bu evlilikten doğmuştur. Evet, Musa’nın babası Amran, halası yani babasının kız kardeşi olan Yakobed ile evlenmiştir. Bu ensest evlilikten doğan Musa’nın kekeme oluşu dikkat çekici bir özelliktir. Böylesi bir evlilik nasıl olabilir, diye sorulduğunda, o zamanki şeriata göre bu meşru bir evliliktir şeklinde yanıt alıyoruz. Bunu hem Musevi şeriatçılar hem de kimi Emevi İslam şeriatçıları ağız birliği ile savunuyorlar. Bir de kalkıp Allah’ın şeriatında değişme olmaz diyorlar. Değişme olmuyorsa neden hala bu tarz evlilikler yok? Demek ki değişme oluyor. Bugünün insanına hala ile teyze ile evlilik ne denli çirkin ve iğrenç geliyor değil mi? Elbette ki böylesi evlilikler insanlığın ahlaki evrimine aykırı iğrenç uygulamalardır. Modern ve evrensel hukukta artık böylesi evliliklere kesinlikle izin verilmiyor. Kaldı ki günümüzde böylesi bir evlilik talebinde bulunan hiç kimse mevcut olmasa gerek.

Bu ve benzeri ensest evlilik anlatımlarının Mısır ve İran kaynaklı etkileşimlerle ilgili olduğunu düşünebiliriz.

Öte yandan Kur’an’da insan türünün var edilişi ve dünyaya gelen her insanın geçirdiği oluşum evreleri hakkında pek çok açıklama vardır. İnsanın topraktan var edildiği, sudan var edildiği, balçıktan var edildiği, spermden, meniden, döllenmiş yumurtadan, gözeden var edildiği, Allah’ın insana / Âdem’e ruhundan üflediği, ona biçim verdiği, ana rahminde çeşitli aşamalardan geçtiği, üç karanlık evre yaşadığı ve bu şekilde oluşarak dünyaya geldiği… şeklinde anlatımlar bulunmaktadır.

Evet, doğrudur; insan topraktan var edilmiştir. Hala da topraktan var olmaya devam etmektedir. Zira topraktan gelen besinlerle var oluyoruz ve yaşamımızı sürdürüyoruz.

Evet, doğrudur; sudan var edildik. Hala da sudan var ediliyoruz. Su olmadığında yaşam sona eriyor. İnsan vücudunun da büyük bir bölümü sudur. Sperm, meni, göze ve döllenmiş yumurta hep su ile ilişkilidir. Susuz üreme imkansızdır.

Kimi Kur’an sözlerinde / ayetlerde geçen Allah’ın insana / Âdem’e ruhundan üflemesi ifadesi de çok önemli bir simgesel / mecazî anlatımdır. Burada nefes yani Türkçesiyle soluk, aslında yaşam için gerekli olan çok önemli bir öğeyi işaret etmektedir. Yaşam için oksijen kesinlikle gereklidir. Oksijen olmayan yerde yaşam da olmaz. Tanrı’nın nefesi / ruhundan üflemesi temiz havayı işaret ediyor. Havanın belli oranda oksijen barındırması gerekiyor. Aksi halde orada hiçbir canlı yaşayamaz.

Bu tarz anlatımlarla insanın ve tüm canlıların var olabilmesi için toprağın, suyun ve havanın olması gerekliliği Kur’an’da etkileyici bir üslupla ortaya konuluyor.

Sonuç:

Tek atadan türeme anlatısı ve inancı Muhammedî İslam’a aykırıdır.

Bu inanış insan neslinin çoğalması için zorunlu olarak ensest evliliği ve ensest cinsel ilişkiyi savunmaktadır.

Allah başlangıçta tek bir insan var etmiş değildir.

Allah aynı anda binlerce insan var edemeyecek kadar hâşâ güçsüz değildir ki insanların çoğalmasını ensest evliliğe bağlı kılsın.

Ensest evlilik sapkınlıktır. Zira hem ahlaken yanlış hem de tıbben zararlıdır. Engelli doğum riskini artıran ensest evlilik İslam ahlakıyla bağdaşmaz.

Hazreti Havva’nın, Âdem’in kaburga kemiğinden yaratıldığı / var edildiği savı gerçeği yansıtmamaktadır. Tıbben ve biyolojik olarak böyle bir şeyin olması olanak dışıdır.

Hazreti Havva’nın, Hazreti Âdem’in kaburga kemiğinden yaratıldığını savunmak Havva’yı Âdem’in kızı yapar. Bu durumda Âdem, kızıyla evlenmiş ve bu yolla üremiş olur. Bu kesinlikle İslam dışı bir inanıştır. Nitekim bu inancın kaynağı Kur’an değil muharref Kitab-ı Mukaddes’tir.

Kitab-ı Mukaddes’teki ensest ilişki anlatıları eski Mısır ve eski İran kültüründen etkilenmeyle ilintilendirilebilir. Zira Yahudilerin eski Mısır ve Babil sürgünü sırasında eski İran kültüründen etkilenmiş olmaları yüksek olasılıktır. Yahut bu tarz evlilik ve ilişkilerin Yahudilerin öz kültürlerinde de mevcut olduğu düşünülebilir.

Öte yandan Âdem’in çocuklarının birbirleriyle evlendikleri savı da yalandır. Bu sav ve inanış sapkınlıktır.

Hazreti Âdem ilk insan değil ilk sorumluluk sahibi kişidir. Yani ilk peygamberdir.

Hazreti Âdem ilk peygamberin adı yahut vasfı olmakla birlikte aslında doğrudan doğruya insan neslini ifade eden bir sözcüktür. Bu nedenle gerçekte Âdem sözü özel bir kişi adı değil ilk peygamberi tanıtmada kullanılan bir nitelemedir.

Müslüman, Hıristiyan ve Musevi toplumlarındaki kimi ensest ilişki vakalarının psikolojik kökenlerinden biri de ensest türeme anlatısı olabilir.

Özellikle Müslüman toplumlardaki kimi ensest vakalarının katı harem selamlık yaşamla ilişkisi yadsınamaz. Harem selamlık yaşam uygulaması insan fıtratına ve bir fıtrat dini olan İslam’a uygun değildir. Bu nedenle harem selamlık uygulamasını savunmak kesinlikle İslamî bir tutum olarak görülemez.

İslam öncesi Türk toplumlarında hiçbir ensest evlilik ve ensest cinsel ilişki anlatısı yoktur. Tam tersine Türk toplulukları arasında kuzen evliliği bile meşru görülmez. Kuzen evliliği ensest evlilik olarak kabul edilmese bile bugün de kimi Orta Asya Müslüman Türk halkları arasında kuzen evliliği yoktur. Aynı durum Kafkas ve Balkan Müslümanları için de geçerlidir.

Kuzen evliliğini ensest evlilik olarak değerlendirmek doğru değildir. Ancak yine de bu tarz bir evlilikten mümkün olduğunca kaçınmak gerekir. Zira kuzen evliliklerinin de doğacak çocuklar için belli düzeyde risk barındırdığı tıp otoriteleri tarafından belirtilmektedir.

Ensest cinsel ilişki insan nesli için büyük bir felakettir. Bu nedenle ensest ilişki sapkınlığına karşı mücadele ve toplumu bilinçlendirme çalışmaları yaşamsal önemde değerlidir.