İslam, Hz. Muhammed’in insanlığa duyurduğu dinin adıdır. Allah’ın gönderdiği son dindir. Ancak İslam’ın oluşumu, ilk peygamber Hz. Adem’e değin uzanır. İslam inancına göre ilk peygamberden son peygambere kadar tüm Tanrı elçileri aynı inancı savunmuştur. Bu inanca tevhid inancı denilir. Tevhid, Allah’ın birliği inancıdır.

Tevhid inancı son peygamber Hz. Muhammed’le birlikte daha sistemli bir biçimde İslam adıyla dinleşmiştir. İslam’ın temeli “Lailahe İllallah” sözüne dayanır. Bu söz; Allah’tan başka hiçbir otorite yoktur, anlamına gelir. Bu söz Tanrı’yı birleme sözü olduğu gibi aynı zamanda insanları da birleme anlamına gelir. Başka bir deyişle bu söz, insanlar arasındaki sınıfsal farklılıklardan doğan haksızlıkları reddetme haykırışıdır.

Kuşku yok ki, İslam toplumsal bir devinimdir. Bu devinim doğduğu zamandaki kimi toplumsal sorunlara çözüm sunma ve ezilenleri ezenlere karşı savunma savaşımıdır. Bu yönüyle Hz. Muhammed, İslam adlı toplumsal devinimin devrimci önderidir.

İmran Ailesi Bölümü 19. Sözde / Al- i İmran Suresi 19. Ayette; “Allah katında tek din İslam’dır…” deniliyor.

Allah’tan kasıt bir yönüyle insanlığın vicdanı / maşeri vicdan olarak da anlaşılabilir. O halde bu ayeti / Kur’an sözünü şöyle anlamlandırmak olanaklıdır:

İnsanlığın vicdanında / maşeri vicdanda tek din İslam’dır.

Peki, burada dinle kastedilen ve toplumsal düzen olarak İslam’la kastedilen nedir?

Özellikle dinin ve İslam’ın sözlük anlamı hangi toplumsal temele dayanmaktadır?

Dinin sözlük anlamı olan borç başka bir deyişle yükümlülük bireysel ve toplumsal bir sorumluluğu işaret ediyor. Bu yükümlülük gerçekte doğal olanı sürdürme ve koruma mücadelesinden başka bir şey değildir. Doğal olan fıtrî olandır. Bu, varlığın geneli için olduğu kadar irade sahibi insan için de olması gereken bir durumu ifade eder. Bu nedenledir ki dinin en geniş anlamı aslında “durum” demektir. O halde din, aynı zamanda, olması gereken durumu bozmamak üzerine kurulu bir dindarlık çağrısıdır. Ne var ki cari ve güncel dindarlık algısı neredeyse fıtri olanla / doğal olanla mücadele zemini üzerinde yükseliyor. Bu da olması gereken durumu, olağan dışı bir duruma taşıyor.

Peki, İslam’dan ne anlamalıyız?

İslam teslim olmak demektir. Bu teslimiyet uyumluluk anlamında bir teslimiyettir. Korkuya ve çaresizliğe dayalı bir teslimiyet değil. Aynı zamanda, İslam’ın içerdiği teslimiyet, doğaya teslimiyettir. İnsan doğanın bir parçası olarak onunla uyum içinde olmalıdır. Bu, barış halidir. Bu nedenle İslam’daki teslimiyet en geniş ve kapsayıcı anlamıyla barışı belirtir. İslam barış ise Müslüman barışık demektir.

Müslüman önce kendisiyle barışık olan kişidir. Kendi doğasına aykırı iş ve eylemlerden uzak duran kişi Müslüman niteliğini kazanmanın ilk adımını atmış demektir.

Müslüman çevresiyle de barışık olmalıdır. Herkesle iyi geçinmeye çaba göstermelidir.

Müslüman doğa ile / çevre ile de uyumlu yaşayan ve onu koruyan kişidir.

Müslüman evrensel insan haklarına ve genel ahlak kurallarına bağlılık gösteren kişidir.

Müslüman’ın İslam’ı; adaleti, barışı, eşitliği, kardeşliği, sevgiyi, birliği, dayanışmayı esas alır.

Kuşku yok ki bu değerleri kim yaşatıyorsa Müslüman odur.

Kuşku yok ki bu değerler hangi coğrafyada yaşanıyorsa orası İslam ülkesidir.

Ağzından nefret sloganları fışkıran kişiye Müslüman denmez. Zira o barış dini olan İslam’a ihanet içindedir.

İnsanları ötekileştiren, düşmanlık üreten, şeriat bağırtıları ile insanlığın hukuki evrimini hiçe sayan, kan, kin ve öfkeden başka bir şey bilmeyen kişiye Müslüman denmez. Zira o, sevgi dini olan İslam’la savaştığının farkında bile değildir.

Sözün özü; İslam; ilerlemedir, gerileme değil.

İslam; birleşmedir, bölünme değil.

İslam; bilimdir, hurafe değil.

İslam; demokrasidir, cumhuriyettir, saltanat ve hilafet değil.

İslam; çağdaşlıktır, çağ dışılık değil.

İslam; sürekli yenilenmedir, donma ve durağanlık değil.

Ne mutlu İslam’ın gerçeğine eren bilinçlere…

Ne mutlu barışa, sevgiye, adalete, kardeşliğe iman eden müminlere…

Ne mutlu!