Marx olabilecek ideal yaşamı iş dışı saatlerin iş saatlerine eşitlendiği yaşam olarak görmüş. İnsan özgür kaldığı zaman diliminde, istediklerini yaptığında, mutlu olur elbette, ruhen zenginleşir, doğal olarak mesleğini severek ve insanlığa hizmet etmek üzere yerine getirir. Liyakatla elde edilen gelirin aile geçindirmeye, çocuk okutmaya, sağlığını korumaya, gezmeye, giyinmeye, kültür edinmeye, eğlenmeye ve dinlenmeye yetmesi insanın iş hayatında verim gücünü kim bilir nasıl artırır. Böyle bir yaşamı kim istemez?

Ancak Marx bu konforda bir yaşamın koşullarını, insanın değil tarihin belirleyeceğini eklemiş. Sanırım bütün mesele burada; tarihi çıkarlarını düşünerek yazanların eline bırakmış olmakta.

Öte yanda; İnsan ve Yurttaş Hakları Bildirgesi’ne göre gerektiğince kazanmak, sağlıklı, güvence altında, baskı olmadan yaşamak, varsa direnme hakkını kullanmak, korusun ya da cezalandırsın kanunlar karşısında eşit olmak, kanunla belirlenmiş toplumsal düzeni bozmadan, korkmadan, dini inancına kadar kendini yazılı ve sözlü ifade etmek, seçme seçilme hakkının kötüye kullanılmadığını bilmek, görmek, herkesin hakkı.

Kanımca konforlu yaşam, burada sayamadığım ama bildirgenin 17 maddesi arasında bulunan hakların yürürlükte olduğu bir yaşam. Bildirge diyor ki insan ve yurttaş bu haklarının garantisi için kamusal güce ihtiyaç vardır; bu güç herkesin avantajı için kalıcı şekilde oluşturulmuştur. İnsanlık bunu ne kadar geçerli kıldı ya da kılıyor?

Bugün tarih öyle koşullar belirlemekte ki insanlar arasında hiç olmamış bir doğal eşitlik oluştu ama insanı zar zor edindiği özgürlüklerden bir anda kopardı. 1789 İnsan ve Yurttaş Hakları Bildirisinde yazılı olanların gerçekleşip gerçekleşmediğinden kuşku duyarak yaşarken, biz insanlar henüz özgürleştirilmemişken, bunun için bir toplumsal ve uluslararası düzen bile oluşturulmamışken, konforlu yaşamı özleyedururken, Covid-19 virüsü küreyi vurmaya devam ediyor.

Enternet devrimi dolayısıyla, ama nereye kadar özgür olduğumuzu bilmeden, demokratik ulaşım hakkımızı kullanıyor ve bilgiye erişiyoruz. İyi ama 24 saat evlere, hastanelere kapanmış, virüsün hükmünde yaşamaktayız. Bildirgedeki maddelerin gerçekten uygulanıp uygulanmadığı kaygısı bir yana bugün en doğal hakkımızı, açık havada nefes alma hakkını, zor kullanıyoruz.

Böyleyse eğer bildirinin dediği « doğal ve devredilemez haklar » ımızdan özgürlüğümüzden, güvenliğimizden kalan nedir ? Nefes alamadığı için damarlarında yeterli oksijen bulunmadığı için toplumlar « doğal ve devredilemez» denen « kutsal » yaşam haklarından mahrum mu edilmekteler?

Zamanında iki büyük savaş arası yaşanan sarsıntılı dönemin tanıklarından Fransız düşünür Paul Valéry Zihniyet Krizi kitabında medeniyetlerin ölümlü olduğunu söylemiş ; Jean Giraudoux ise insanlar gibi milletlerin de anlaşılamaz bir kabalıktan ölüme mahkûm olduklarını, o insanların hapşırma biçimlerinden, ayakkabılarının aşınmış tabanlarından tanınacağını belirtmiş.

Bugün kaçınılmaz şekilde içinde bulunduğumuz durum bir gerçek küresel trajedi. Aşırılıktan yana siyasi taahhütlere koşut olarak kötümserliğe girmemek elde değil. Hatta en kötüsünü belki henüz görmedik.

Soruyorum o zaman: Günümüzde hangi cemiyet 1789 İnsan ve Yurttaş Hakları Bildirgesinin 16. maddesini ; « Hakların teminat altına alınması sağlanmamış, kuvvetlerin ayrılığı belirtilmemiş her cemiyet asla bir kuruluşa sahip değildir. » diyen 16. maddeyi ihlal etmiyor? Ki bu bildirge « yalnızca Fransız vatandaşları için değil bütün insanlar için geçerli olabilecek ilkeleri kapsamış olmasından evrensel nitelikte olmuştur. »

Nerede kaldı bildirgenin devrimci değeri?

Bugün milletlerin ölebileceği bir kez daha aklımıza takılmışken belki bir sorudan ve yeniden yola çıkmalı : İnsan ve Yurttaş Haklarını kim, kime verir? Verebilir mi? Nasıl verilmeli?..