İlkokul ikinci sınıftan itibaren İngilizce öğrenmeye başlıyor, bin saatten fazla ders almamıza rağmen liseden mezun olurken öğrendiğimiz İngilizce ile giriş seviyesinin üzerine çıkamıyoruz. Ne İngilizce konuşabiliyoruz ne de anlayabiliyoruz. Peki; nasıl oluyor da biz bu İngilizce'yi öğrenemiyor ya da başka bir açıyla baktığımızda öğretemiyoruz.

Bu sonucun sorumlusu olarak; kimi sistemi, kimi Milli Eğitim Bakanlığı'nı, kimi öğretmeni, kimi de ders kitaplarını sorumlu tutuyor.

Peki, asıl sorumlu kim?

British Council, Türkiye ve Türkiye Ekonomi Politikaları Araştırma Vakfı’nın, 12 ilde 48 devlet okulunda yaklaşık 21 bin öğrenci, öğretmen ve veli ile yapmış olduğu araştırma sonuçlarına göre; İngilizce öğrenmekte en büyük sorunun, bu dersin iletişim dili olarak değil de, tıpkı tarih, coğrafya dersi gibi işlenmesi, gramer ağırlıklı olması, konuların her yıl aynı şekilde tekrar edilmesi olarak tespit edilmesi, dersin yıllar içinde “eğlenceli” olmaktan çıkıp “sıkıcı” hale gelmesi olarak belirlenmişti.

EF Asya Pasifik Dil Okulları Akademik Müdürler Takımı Direktörü David Bish’e göre ise; öğrenememe ve öğretememe sorununun nedenini müfredatta aramak gerektiğini, çünkü İngilizce sadece dil bilgisi olarak öğretilmeye çalışılırsa başarısız olunacağı…

Oxford Yayınları Genel Yayın Müdürü Emrah Özpirinçci ise; yabancı dil eğitiminde diğer derslerden daha farklı bir sisteme gerek olduğunun kabul edilmesi gerektiği görüşünde. Ona göre yabancı dil eğitiminde diğer derslerden farklı olarak üç temel unsur var. Birincisi, ders saatleri ve öğrencinin yoğunluğu. İkincisi ise dile hâkim, iyi bir öğretmen. Öğretmen, yabancı dil eğitiminde dört temel beceriyi (okuma, yazma, konuşma, dinleme) eşit oranda kazandırmaya çalışmalı. Ancak Özpirinçci, bir tek okuma ve yazmaya yoğunlaşıldığı fikrinde. Bunun da üçüncü temel unsur olan materyal eksikliğinden kaynaklandığını söylüyor.

Aslında hepsine baktığımızda en büyük sorunun müfredatta olduğu, gramer üzerinden İngilizce öğretmenin yanlış olduğu ortaya çıkıyor. Hangimiz kendi dilimizi öğrenirken dil bilgisi ile başladık ya da anne-babası 3 yaşındayken 'gel evladım bu di’li geçmiş zaman' ya da 'bu geniş zaman' diyerek bir giriş yaptı. Ama hepimiz Türkçe konuşmayı öğrendik. Asıl nokta Türkçe'yi nasıl öğrendiysek aynı şekilde İngilizce'yi de öğrenebiliriz. Bu konuyla ilgili başka bir örnek ise; tatil yörelerindeki çoğu garson çok güzel İngilizce konuşur. Ama yaz bakalım şu konuştuklarını deseniz %5'lik bir dilim ancak yazabilir. Bu da bize gösteriyor ki, gramer değil pratik ve konuşma, İngilizce öğrenmede çok önemli.

Bunun dışında üzerinde durulan diğer önemli bir nokta, yıllar içinde hep tekrara düşülmesi. Bu da öğrenciler üzerindeki heyecan ve motivasyonu düşürmektedir. İlkokullarda İngilizce'yi %80 oranında seven bir öğrenci, lise yıllarına geldiğinde bu oran maalesef %37’lere düşmektedir.

Bizde öğrenilemeyen İngilizce peki Orta Doğu, Asya ve Kuzey Afrika ülkelerinde nasıl öğreniliyor?

Orta Doğu, Asya ve Kuzey Afrika ülkelerinde devlet ön planda. Çok güzel bir müfredat var, bu müfredat doğrultusunda öğretmenlerine istediğiniz materyali kullanın deniliyor. Materyali öğretmen seçtiğinden, kendisinin ve öğrencinin seviyesine uygun programı uygulamaya koyabiliyor. Ayrıca dijital olanaklardan da yararlanılıyor. Böylece İngilizce öğrenmekte hedefe ulaşılıyor.

Sonuç olarak; öncelikle Milli Eğitim Bakanlığı eğitim programını değiştirmeli, gramer odaklı değil de konuşma-dinleme odaklı bir program üzerinden gidilmeli. Kaynak ve materyal çeşitliği artırılmalı. Dokümanları da o dersin uzmanı olan öğretmenler belirlemeli. Oysa ki bizde bakanlığın verdiği tek bir kitapla işleniyor dersler. Almaya kalkan öğretmen de, sanki kötü bir iş yapıyormuş gibi şikâyet konusu olmamalı ve de amirleri tarafından tehdit görmemelidir. Başarmak istiyorsak açık fikirli olmalı, öğretmenin elini kolunu bağlamamalı, eğitim üzerinden siyaset yapmamalı, sadece ve sadece geleceğimiz olan çocuklarımızı düşünmeliyiz.

İngilizce öğrenememek bu ülke çocuklarının kaderi olmamalı…