Yıllarca bu konuyu yazdım.

Temel sorum şuydu: Vuran, Trabzonlu bir maşaydı ama bu cinayetten kim faydalanmıştı?

Cevap aslında pek açıktı:

*Biraz sonra Ergenekon operasyonu başlatılacaktı. Bunun için milliyetçilerin ve vatanseverlerin kötü gösterilmesi gerekiyordu. Onları kötü göstermenin yolu da azınlıktan birilerini öldürtüp bu cinayetleri milliyetçi kesimlerin sırtına yıkmaktı.

* Ergenekon operasyonu ile paralel olarak Kürt açılımı başlatılacaktı. Kürt açılımına karşı çıkacağı belli olan aynı kesimlerin suçlu gösterilip kamuoyu gözündeki değerlerinin kırılması gerekiyordu.

*Laik cumhuriyet yerine Amerikancı İslam Devleti kurmak peşindeki AKP’ye ve yasadışı ortağı Fethullahçılara da Ulusalcılar karşı çıkacaktı. Bunların cinayetlerle suçlanıp ezilmesi gerekiyordu.

Bu yüzden Amerika’daki Fethullah Gülen işareti 2005 yılının Kasım ayında vermişti: “Türkiye’de ulusalcı dalgayı aşacağız!

Nasıl mı aşacaktı? Onu da söylemişti:

“Yakında Türkiye’de cinayetler olacak, çok kan akacak!”

Cinayetler böylece başlatıldı. Danıştay Baskını, Rahip Santoro Cinayeti, Hrant Dink Cinayeti, Zirve Kitabevi Katliamı bu büyük plan çerçevesinde devreye sokuldu.

Aynı yıl Ahmet Altan’ın yönetiminde Ulusalcı/yurtsever kesimleri suçlamak için Taraf Gazetesi çıkartıldı.

Bu iş için:

* ABD’nin Ankara’da üslenen casusları.

*Fethullahçılar,

“AKP’nin operasyoncu kanadı işbirliği halindeydi.

NİYE TRABZON?
Trabzon bu operasyonlardaki merkezlerden birisiydi. Burada kolayca fidelenen dinci-milliyetçi gençler kullanılacaktı.

Gerek Rahip Santoro cinayeti gerek Hrant Dink cinayeti bunu pek açık biçimde gösteriyordu. Bu kentte yaptığım araştırmada Rahip Santoro’yu vuran çocuğun anasının Trabzon Kadın Kolları yöneticisi olduğunu öğrenince hiç şaşırmamıştım.

Cinayetin yerel örgütleyicileri de AKP yönetiminin atadığı polis müdürleri idi.

Erhan Tuncel, katil Ogün Samast’ı yönlendiren isimdi. Ama bu Tuncel’i de dönemin Trabzon Emniyet Müdürü Ramazan Akyürek kullanıyordu. Üstelik Ramazan Akyürek’in Fethullahçı olduğu daha önceden siciline bile yazılmıştı. Şu işe bakın ki bu cinayetten sonra Başbakan Tayyip Erdoğan, Ramazan Akyürek’i Emniyet Genel Müdürlüğü İstihbarat Dairesi Başkanı yaparak ödüllendiriyordu.

Hrant Dink’in İstanbul’da öldürüleceği bilgisini alıp gizleyen isim, polis şefi Ali Fuat Yılmazer

Emniyet Genel Müdür Vekili Necati Altuntaş’ın 2008 yılı başında devlete verdiği raporda Ali Fuat Yılmazer, Fethullahçı polis şefi olarak gösteriliyor.

(Şu işe bakın ki gazeteci kılıklı Rasim Ozan Kütahyalı, bu polis şefiyle Hrant Dink operasyonları konusunda özel telefon görüşmeleri yapıyor da bugün hiçbir savcı ona, “Senin bu FETÖ’cü polis müdürü ile bu içli dışlılığın nereden geliyor?” diye soramıyor. Peki kim koruyor acaba bu adamı?)

Yılmazer’in, cinayet ihbarını gizlediğini Başbakanlık Teftiş Kurulu tespit ediyor. Bu rapora karşın, Fethullahçı Yılmazer, Başbakan Erdoğan tarafından İstanbul İstihbarat Şube Müdürlüğü'ne terfi ettiriliyor. Ünlü Ergenekon ve Balyoz operasyonlarını o yönetiyor. Bir polis müdürü olmasına karşın hakim ve savcılara, davayı nasıl yöneteceklerine dair emirler veriyor.

Şimdi FETÖ’cü diye kötülenen Ergenekon davasının savcısı Zekeriya Öz’ün altına zırhlı otomobil çeken Başbakan Erdoğan bu davanın savcısı olduğunu bile söylüyor.

Bu süreçte Hrant’ın Arkadaşları diye bir grup ortaya çıkıyor. Bu ekip, cinayeti ulusalcıların üstüne yıkmak için Fethullahçılarla ve AKP ile birlikte çalışıyor; yürütülen kara propagandanın en önemli öğesi oluyorlar. Ahmet Altan ve Taraf’çılar da Hrant cinayetini karartmak için çeşit çeşit yalan üretip belgeymiş gibi yayımlıyorlar.

Sadece ABD derin devleti değil Avrupa Birliği yönetimi de bu süreçte Hrant’ın gerçek katilini saklamak için Ulusalcıları suçluyorlar ve AKP yönetimine bütün güçleri ile arka çıkıyorlar.

Ama biz bugün artık apaçık görüyoruz ki Hrant’ı katledenler; o sıralarda ABD’nin ve AB’nin de suçladığı Ulusalcılar değil AKP ve ABD’nin yönlendirdiği dinci FETÖ’cülerdir.

Bu yüzden de cinayetin siyasi ayağı yargılanmadan bu dava bitmeyecektir.