15 Temmuz darbe girişiminin ardından meydanlar ve ekranlar; “Hâkimiyet milletindir!” sözüyle donatılmıştı. Sözün özgün hali; “hâkimiyet kayıtsız, şartsız milletindir,” şeklindedir. Bu söz geçmişte meclisimizin başkan kürsünün ardında yazılıydı. Bugünkü mecliste hâkimiyet sözü yerine egemenlik sözü yazılıdır. Milli egemenliği, milletin iradesini her türlü sultaya ve diktaya karşı korumak ve kollamak için haykırılan bu söze bazı dinci çevreler tarafından karşı çıkıldı ve “hâkimiyet Allah’ındır!” tezi öne sürüldü.

Milleti ve Allah’ı hâşâ karşı karşıya getiren bu ikilemin temelinde yatan anlayış neye dayanıyor?

Allah’ın iradesiyle milletin iradesi birbirine karşı mıdır?

İşte burada İslam’daki Allah inancı konusunda iki temel yaklaşımın yansımasını görmekteyiz.

Biri, Allah’ı hayatın, âlemin yani varlıklar dünyasının dışında ve yokluk boyutunda düşünen “aşkınlık” inancıdır. Diğeri ise onu hayatın içinde, varlıklar dünyasında düşünen “içkinlik” inancıdır.

Allah’ı aşkın olarak düşünen ve yaşamın dışına iten, varlıklar dünyasının dışında gören anlayış, İslam ortodoksisinin temel özelliklerinden biridir. Bu, bir nevi yokluğu tanrılaştırmaktır ve adına Allah demektir. Peki, bu durumda Allah’ın iradesini nasıl bilecek ve anlayacağız? Allah hâkimiyetini nasıl tecelli ettirecek?

Milletin iradesini seçimler ve bazı başka yollarla anlayabiliyoruz. Ya Allah’ın iradesini nasıl anlayacağız?

İşte mesele burada düğümlenmektedir.

Yokluk boyutundaki aşkın Allah inancı gereği, insanlar içinde onun temsilcisi, gölgesi olan ve onun adına hüküm veren biri yahut birileri olmalı ki sözde Allah’ın hâkimiyeti geçerlilik kazanabilsin.

Allah adına hüküm verecek kimdir?

Tarih boyu kim yahut kimler bu sözde görevi yapmıştır?

Öyle ya; yokluk boyutundaki Allah dünyaya gelip halkın başına geçecek değil her halde!

Bu retorik bizi “din adamları” erkine, sultanlığa / padişahlığa götürmektedir.

Zira tarihte bütün sultanlar, kendilerini “Allah’ın yeryüzündeki gölgesi” olarak görmüşler ve Allah adına hüküm sürdüklerini iddia etmişlerdir. “Din adamları” da sultanların hükmüne dinsel kılıf geçirme görevini üstlenmişlerdir.

Görüleceği üzere; hâkimiyet Allah’ındır, sözüyle arzulanan sultanlık / halifelik yönetimidir. Bu anlayış ve inanış 15 Temmuz darbecilerine dolaylı olarak destek vermektir. Zira darbeciler de egemenliği / hâkimiyeti bir cunta eliyle Allah adına kullanmak istediler.

Oysa Allah inancı içkinlik düşüncesi çerçevesinde algılandığında, hâkimiyet milletindir, ilkesi aslında tam manasıyla İslamî’dir. Zira Allah ile insan iç içedir. Kur’an’ın ; “Biz insana şah damarından daha yakınız.” (Kaf Bölümü 16. Söz / Kaf Suresi 16. Ayet) şeklindeki ayeti bu gerçeği ortaya koymaktadır.

Yine Danışma Bölümü 38. Sözde / Şura Suresi 38. Ayette de “...Onların işleri aralarında şûra iledir...” denilmektedir. Şûra bir nevi meclistir, danışma organıdır.

Bu da dolaylı olarak millet iradesine çıkmaktadır.

Öte yandan Hazreti Muhammed’in de savaş vb. önemli konularda ümmetinden tekrar biat aldığı yani bir nevi seçime başvurduğu gerçeği bir sünnet olarak kaynaklarda yer almaktadır. Söz gelimi, Medine’ye hicret sırasında ve Hudeybiye Barış Anlaşması öncesi bu sünnetin icra edildiğini biliyoruz.

O halde hâkimiyet milletindir, sözüne karşı hâkimiyet Allah’ındır, tezini ileri sürmek hem cahilliktir hem de darbeye dolaylı desteği dinsel bir kılıfa sokmaktır. Zaten darbe de sözde dinsel gerekçelerle hareket eden FETÖ tarafından yapılmadı mı?

Hâkimiyet Allah’ındır sözünü maske yaparak gerçekte hâkimiyeti bir kısım din ulemasına, cemaat yahut tarikat liderine ya da sultana, halifeye teslim etmek onları Allah’ın ortağı haline getirmektir. Bu ise apaçık bir biçimde Allah’a eş koşmaktır. Din dilinde buna şirk dendiğini defaten dile getirdik. Şirki savunana da müşrik denilmektedir. İşte bu sebepledir ki bugün hakimiyet Allah’ındır, diye bağıranların çoğu şuurlu birer müşriktir.

İslam öğretisi egemenlik bağlamında da şirke karşı kayıtsız şartsız tevhidi savunmayı buyurur. Egemenliği millete vermek ve kaynağını millette görmek Muhammedî Müslümanlığın yalın ve sarsılmaz bir gereğidir.

O halde doğrusunu bir kez daha yazalım:

Hâkimiyet bila kayd- u şart milletindir!

Egemenlik kayıtsız, şartsız milletindir!

Ya da bütünüyle öz Türkçe yazarsak şöyle demeliyiz:

Egemenlik kısıntısız, koşulsuz ulusundur!