Bugün 30 Aralık olmasına rağmen hava sıcaklığı 18 dereceye ulaştı. Kış mevsimi olması bakımından tuhaf bir durum... Önceki yıllarda bu mevsimde çocuklar kartopu oynamak ya da kardan adam ve hatırlayamadığım daha birçok kar oyunu oynamak için mahalle aralarındaki sokakları doldururdu.

Gün içinde İstanbul sokaklarında neredeyse dolaşmadığım yer kalmadı diyebilirim… Sokaklarda, istisnalar dışında pek çoluk çocuk yoktu. Sadece bazı kavşaklarda, trafik ışıklarının olduğu yerlerde birkaç çocuk kırmızı ışık yandığında duran arabaların yanına koşar adımlarla gidip camlarını silmeye çalışıyordu. Bazıları sildikleri camların karşılığında üç beş kuruş alıyor; bazıları da değil üç beş kuruş almak, bir de azar işitiyorlardı. Onlar da emeklerinin karşılığını vermeden giden araç şoförlerinin ardından küfrü basıyorlardı...

Yolum Çağlayan’a çıkmıştı. Çağlayan; benim çocukluğumun ve gençliğimin geçtiği, Kağıthane’ye bağlı, kozmopolit bir mahalle. Eskiden buralarda herkes birbirini tanırdı. Son 15 yıldır haddinden fazla göç aldı. Üstelik bir de son yıllarda, emperyalizmin büyük projesi BOP kapsamında Suriye’ye yapılan emperyalist saldırılar sonucu yerini yurdunu bırakarak savaştan kaçan insanların akın halinde Türkiye’ye gelmesinden Çağlayanımız da nasibini fazlasıyla aldı.

Çağlayan’ın girişindeki caminin yanından son durağa doğru yürümeye başladığımda, belki bir iki tanıdığa rastlarım diye sağıma soluma bakınıyordum. Esnafların tabelaları takıldı gözlerime. Hemen hemen hepsi yabancı… Çocukluğumun ve gençliğimin geçtiği o güzelim Çağlayan’dan, Çağlayan Oteli ve birkaç tanıdık çok eski mağaza dışında eser kalmamıştı.

Orta Cami’nin yanına kadar gelmiştim. Cami pasajının girişindeki bizim Özcan, Özcan Karasu benim çocukluk arkadaşım. Biz; mahalle aralarında çelik çomak oynarken Özcan, esnaflık yapmaya başlamıştı. Çok erken yaşlarda cami pasajında bir dükkân tutarak çarşaf ve perde işine girmişti. O gündür bugündür Özcan, hep aynı yerde esnaflık yapar. Tek değişen, bitişiğindeki boşalan dükkânları kendi dükkânına katarak genişletmesi… Bir de benim gibi biraz yaşlanması. Pasajın girişindeki tabelası olduğu gibi duruyordu.

Hiç tereddüt etmeden doğruca pasaja yöneldim. Özcan’ın dükkânından içeriye girdiğimde karşısında beni görünce şaşırdı. Şaşırması normaldi, uzun zamandır görüşememiştik. Hemen, bulunduğu tezgâhın ardından çıkarak yanıma geldi. Çayları içerken sohbete dalmıştık. Çağlayan’da kimler kaldı, kimler gitti filan derken sohbet uzadı da uzadı.

Özcan, Covid- 19 salgınının kendisi ve diğer esnafları çok kötü etkilediğinden şikâyetçiydi. Şikâyetinde haklılık payı vardı. İktidar, salgın hastalığa karşı doğru bir planlama yapamıyordu. Zaman zaman sokağa çıkma kısıtlamaları oluyordu. Bu da esnafı zor durumda bırakıyordu. Öte yandan İBB Başkanı, sürekli iktidara çağrılar yapıyordu. Salgının daha fazla yayılmasının önünü kesmek için “Bir aylığına, bir aylığına evlere kapanalım.” diye feryat ediyordu. Maalesef siyasi hırslar, halkın ve esnafın çıkarlarının önüne geçmiş durumdaydı. Halbuki iktidar, İBB Başkanı Ekrem İmamoğlu’nun çağrısına kulak verip sadece İstanbul’da değil yurdun her yanında topyekun bir seferberlik ilan edip halkı eve kapatsa ve bu sırada esnaftan vergi vs. almayarak bazı kolaylıklar getirse, kim bilir belki de esnafıyla yurttaşıyla bu salgından en az hasarla çıkan ülke konumunda olabilirdik.

Saat epey ilerlemişti. Özcan da 15 Nisan 2020’de Covid –19’a yakalanmıştı. Kendisine hastalığı nasıl atlattığını sorduğumda “Çok zor” dedi. Ve ardından hastalık boyunca bir günlük tuttuğunu söyledi. Günlükte gün boyu neler yaşadığını tek tek yazdığını söyleyince yazdıklarını bana göndermesini istedim.

“Yok” dedi, “gönderemem.”

Neden diye sorduğumda “14 gün boyunca neler yaşadığımı, hissettiğimi uzun uzun yazdım. Bunlar içinde çok özel durumlar da var” dedi. Ardından “Ama” diyerek “kısa bir mektup olarak yollarım” dedi.

Ben de “Tamam o zaman, yolla da ona da razıyız” diyerek mail adresimi verip ayrıldım.

Bu arada son bir ayda 30 Aralık 2020 itibariyle dünya çapında bildirilen resmi vakaların toplamı 82 milyon 559 bin 448’di. Aynı sayı, 30 Kasım’da 64 milyon 455 bin 105’di. Yani, bir ayda toplam 18 milyon 114 bin 343 kişi covid-19’a yakalanmış. Türkiye çapında açıklanan resmi vakaların toplamıysa 2 milyon 194 bin 272. 30 Kasım’da, aynı sayı 500 bin 865’ti. Yani, Türkiye’de bir ayda toplam 1 milyon 693 bin 407 kişi covid-19’a yakalanmış.

Ve dünya çapında toplam ölü sayısı 1 milyon 802 bin 403’e ulaşmış durumda. 30 Kasım’da, bu sayı 1 milyon 457 bin 307’ydi. Yani dünya çapında, 1 ay içinde 345 bin 96 Covid kaynaklı ölüm açıklanmış. Türkiye’deyse 30 Aralık itibariyle covid-19 kaynaklı ölüm sayısı 20 bin 642. Bu sayı, 30 Kasım’da 13 bin 746’ymış. 1 ay içinde ülkemizde covid-19 kaynaklı 6 bin 896 ölüm tespit edilmiş.

Neyse ki akşam gazeteye geldiğimde Özcan çoktan günlüğünden bir özet çıkartarak mailime yollamıştı. İşte o günlükten özet olarak gelen mektup:

Ülke gündemine oturan Covid-19’un sebebi ile yazıyı kaleme aldım. 14 Nisan sabahı normal günlerde 07 de uyanır hazırlanır işe giderdim. Saatin farkında olmadan ateşin etkisiyle sayıkladığımı eşim ve çocuklarımın ikazı ile uyanıp kahvaltıya çağırıldım. Saate baktığımda 12;30 ‘u gösteriyordu, yataktan kalkmadım.

-Tüm kemiklerimde inanmaz ağrı olduğunu ve halsizlik den kımıldamayacak kadar yorgun olduğumu fark ettim.

- Evde küçük bir Ateş ölçer aleti ile koltuk altından ateşim ölçüldü. 38.20 ile 38.70 arası gidip geliyordu. Evdekileri telaş etmeden içimden belayı buldum. Diye ara ara düşünceye dalıyordum. Eşim ve çocuklarımın sirkeli su, ılık duş gibi tamponları ile azda olsa kendimi toparlar gibi oldum. Hastaneye gitmek istemiyordum.

-Eklemlerindeki ağrılar inanılmazdı. Birçok hastalık yaşamış olmama rağmen. Bu kadar ağrılı bir süreç yaşamamıştım. ( sanki beni fırıncı küreği dövmüşlerdi) 30 dakika sonra abim aradı hazırlan hastaneye gidip test yaptıralım dedi. Abi gerek yok iyiyim desemde, benim giyinmem konusunda ikna etti. Hazırlanıp abim, ben ve kızım bize yakın olan özel hastaneye gittik.

- Hastane bahçesinde çadır kurulmuş. Sağlık emekçileri hasta ve hasta yakınlarına izahatlarda bulunuyordu, önümde 23-26 yaşları arasında olduğunu tahmin ettiğim genç kadın, doktora lütfen tekrar kontrol edin. Ben hasta değilim diye diretiyordu. Doktorların çaresizliği, yorgunluğu, gözlerinden okunuyordu.

-Kimlik bilgilerimle kayıt yaptırdıktan sonra, genç enerji dolu bir hemşire, geçmiş olsun. Ne tür şikâyetleriniz var diyerek. Beni sakince dinledi. Ateşimi 1 kaç kere ölçü. Dosyaya yazdı.

-Ateşimin kaç olduğu sordum. 38.70 dedi. Hemen doktora doğru hamle yaptı. Hocam astım hastası olduğunu belirti. Tomografiye alalım mı?

-Alalım mı dedi. Doktorun onayı ile dar koridorlardan geçerken. Aklımdan genç yaşta yitirmiş olduğum arkadaşlarım, akrabalarım geldi. Nevzat Çelik’in şiirindeki; ölmek ne garip şey anne şiiri geldi aklıma, Toprak olmak ne garip şey anne diyordu, koridor öyle uzadı ki gözümde yürüdükçe bitmiyordu.

- röntgen odalarına yaklaştığımızda, hemşirenin beyin tomografi çeken hemşire ile diyalogu beni sarstı. Gelen giden pozitif. Bu yaşlı amcada pozitif di değilim mi? dedi.

Verilen direktife uyarak çekim yapıldı.

-Hastane bahçesine geçtim. Beklemeye koyulduk. Tüm hastaların beklentisi sonuç ve netice olduğu için kalp çarpıntıları ve korkular maske takılı yüzlerden aşıp göz bebeklerinden telaşı ve endişeyi yaşatıyordu.

-Adım duyuldu. Usulca yanaştım doktorun yanına.

-Test sonucunuz pozitif dedi

Evde karantina uygulamam gerektiğini söyledi. Kızım yanımda endişe etmemesi için dik durmaya endişelerimi belli etmemeye çalıştım.

-İlaçlarımı aldım. Yapmam gerekenleri iyice dinledim. Eve doğru yürümeye başladım. 15 dakikalık yol bana uzun bir maratona döndü. Adımlarımı atarken, bu hastalığı nerede kaptığımı düşünür diğer yandan başka birilerine zarar vermeme adına yürüyordum. Evde eşim ve oğlum kapıyı açtı. Hemen bana testimin sonucunu sordular. Testimim pozitif çıktığını söyledim.

-Telaşla ve panikle hemen Yatak odasını benim için havalandırıldı. Tüm giysilerim ayrıldı. Kâğıt havlular duş jelleri sabunlar diş macunları ayrıldı. İçecek suyum tabaklarım kaşıklarım. Bir solukta hazırlandı.

-Yaklaşık 1 saat geçmeden sağlık bakanlığından benimle iletişime geçtiler. Yapmam gerekenleri anlatılar. Bize gelecek olan ekipteki Dr ismini verdiler.

- Filyasyon ekibi bizim binanın önüne geldiğinde. Merak dolu bakışlarla. Sağımızda solumuzda altımızda üstümüzdeki komşular. Balkonda sessizce durum değerlendirmesi yaptılar. Acaba bize bulaşır mı?

-Telaşını aldılar. Beni bu hastalıkta en etkileyen nokta bu oldu.

-Ne eksiğin var, ne yapabilir, bir eksiğiniz var mı yerine. Duyarsızlık. Meraklı sorular. Korku dolu bakışmalara maruz kalmıştık.

-Buda yaşamın bir gerçekçiliği diyerek. İlaçları almaya başladım. Eşim ve kızım kapı aralığından sürekli iyi olacağımı sabırlı olmam gerekliliğini anlatılar.

-Eksiklerimi verdiler. Su yiyecek Meyve. Vs

-Tüm kapı kolları itina ile siliniyor. Temas etmemeye gayret ediyordum. Whatsapp Dan konuşuyor veya yazışıyorduk.

-Yatak odasında hiç bu kadar uzun kalmadığımın farkına varmıştım.

-5 adım ileri 3 adım köşeye adım atıyordum.

-Tedavim boyunca ailem akrabalarım beni hiç yalnız bırakmadı. Abimlerim. Her gün kız yeğenim abimin büyük oğlu. Ataşehir’den bana alışveriş yapıp kapı önüne kadar getirdi. Yine teyzemin oğlu. Her gün eve meyve ve sebze günlük gazete getirerek. Bana destek verdi. Kendilerine ne kadar teşekkür etsem azdır

-TV açtığım da sürekli ölüm haberleri paylaşılıyordu.

-Bu haberleri seyretmek istemiyordum

-Sürekli ağlayan kişileri görünce. Kendimi iyi hissetmiyordum.

-Aldığım ilaçlar, ağrılarımı günden güne azaltıyor. Bir gün kendimi iyi hissedip azda olsa 5 adım ileri 3 adım döne döne hareket ediyordum. Camı açıp kuşlara ve gökyüzüne bakıyordum. Bazen ümitli bazen ümitsiz hissediyorum kendimi.

-Kitap okuyor not alıyor. Şiir yazıyordum.

-Sağlık ocağından aile Hekimi ara ara arıyor. Durumumu soruyordu.

-Kâğıthane Belediyesi'ne bina temizliği için müracaatta bulundum. Aynı gün gelip, hem binayı ilaçladılar hem de maske vs eve bıraktılar.

-Kendime günlük program yapmıştım.

Sabah kalkıp odayı 30 dakika havalandır.

30 dakika dinlen

-Kişisel temizlik, diş fırçalama, tıraş. Evdeki çocuklarıma ben iyiyim hiç bir sıkıntım yok. Yüzüm saçım traşlı sadece fiziksel olarak ve koruma amaçlı buradayım mesajı veriyordum.

-Beni iyi görünce güçlendiklerini hissediyordum.

-Ağrılarım ve nefes problemim olduğu zaman bile iyi olduğumu söylüyordum.

-Duygusallık tüm benliğimi sarmıştı, öyleki günlük tutarak beni( örnek ) şu kişi aradı. Şu kişi mesaj attı. Gibi sıralama yapmıştım.

-Tüm yaşamamı gözden geçirme fırsatım olmuştu.

-Almanya’da yaşayan yeğenlerimin ikiz ( 6 yaşında ) seslerini duymak beni bayağı sevindirmişti. Odanın bana vermiş olduğu bir kasvet mi? Farklı bir durum mu bilmiyorum

-Hayatım boyunca 15 gün dinlenmemiştim.

-Kendimi sorgulama fırsatı buldum.

-Notlarıma Covid-19 -1 gün, 2 gün gibi notlar alıyor. 3 gün kaldı. 2 gün kaldı diye şafak sayıyordum.

Özcan Karasu