15 Temmuz darbe girişimin ardından Beştepe’de düzenlenen adli yıl açılışı bu yıl Yargıtay’da yapıldı. Bu kez daha öncekilerden farklı olarak Diyanet İşleri Başkanı Ali Erbaş dua ederken Yargıtay Başkanı Mehmet Akarca da duaya cübbesiyle katıldı, AKP’li Cumhurbaşkanı Erdoğan ile birlikte dua etti.

“Yargının cenaze namazı kılındı” eleştirisi ise günün fotoğrafına yapılan en yaygın yorumdu.

Çokça eleştirilen açılış hakkında Yargıtay Onursal Cumhuriyet Başsavcısı Sabih Kanadoğlu Cumhuriyet Gazetesi'nden İpek Özbey'e konuştu. 

Röportajın ilgili bölümleri şöyle:

Yargıtay’daki tören çok konuşuldu, dualı açılışı nasıl değerlendirirsiniz?

Yargıtay’ın açılış töreni herhalde anayasasında “Laik, demokratik ve sosyal bir hukuk devletidir” diye tanımlanan Türkiye Cumhuriyeti devletine değil, belki şeriatla idare edilen, dini esaslar üzerine, şeriatla yönetilen bir ülkeye yakışan bir açılıştır. Türkiye Cumhuriyeti devleti şu anda laik değildir, demokratik hiç değildir, sosyal devlet olmaktan çıkmıştır. Hukuk devleti olmadığı çok açıktır, çünkü hukuk devleti, yargı bağımsızlığını gerektirir. Bağımsız olmayan bir yargı, onun, “muhteşem” diye nitelendirilen binasıyla hukuk Devleti niteliğini kazanmaz. Türkiye 104. sırada ve 104. sıradaki bir ülkenin binayla hukuk devleti olması zaten mümkün değil. Binayla belki inşaat sahasında rekor kırabilirsiniz.

Törendeki konuşmasında “Devletin dini adalettir” dedi Erdoğan… Devletin dini adalet midir?

Devletin dini yoktur, adaleti demokratik hukuk devletinde bağımsız yargı sağlar.

Diyanet İşleri Başkanı’nın duasını da konuşalım: “Ya Rab, Yargıtay’da 1.5 asırdan beri nice hâkimler, savcılar hizmet etti. Onlar, senin adaletini, emrettiğin adaleti yerine getirmek için gayret etti” diyor.

Eğer adaletin temeli olarak dini getirip oturtursanız zaten laik bir devlet olmaktan çıkarsınız. Diyanet İşleri Başkanı’nın konuşması şeriat devletindeki bir şeyhülislam konuşmasıydı. Gidiş odur ki Diyanet İşleri Başkanlığı’nı bir şeyhülislamlık merkezi olarak ortaya koymak istiyorlar. Bu gidişat herhalde ona yakışan bir halifeyle ancak tamamlanabilir. Herhalde laik cumhuriyet için mutlaka önlem alınması gereken temel nokta olsa gerek. Son uygulamayla Diyanet İşleri Başkanlığı’nın kuruluş nedenini inkâr etmiş oluyorsunuz. Çünkü anayasadaki yerini okuduğunuz zaman şimdi ortaya çıkan şeyhülislam benzeri Diyanet İşleri başkanlarının hangi düşünceyle hizmet ettiklerini anlamak mümkün.

İletişim Başkanı Fahrettin Altun, bir paylaşım yaptı, “böyle başladı, böyle sürüyor” diyerek Atatürk’’ün Birinci Meclis binası önünde dua fotoğrafını paylaştı… Aynı şey mi?

Aynı şey olur mu? Her şeyden önce TBMM’nin hangi şartlarda, hangi amaçla kurulduğunu dikkate almak lazım. Türkiye’nin bugünkü koşullarını dikkate alırsak, bir imparatorluk bakiyesinin tekrar yeniden büyük bir devlet olarak ortaya çıkmasının başlangıç noktasında bütün ihanetlere rağmen halkın o tarihteki düşünce biçimini ve onun üzerindeki zorlamalar dikkate alınırsa o açılışla, bugünkü adli yıl açılışının arasındaki farkı görmek mümkün olur.

'BUGÜN SEÇİM GÜVENLİĞİNDEN BAHSDEMEYİZ'
Şunu merak ediyorum: Siz aslında bütün eleştirilerinizi yıllardır, hem de defalarca dile getiriyorsunuz. O zamanlar da eleştirenleriniz oldu… Hak verenler arttı mı?

Keşke haklı çıkmasaydım. Keşke haklı değil de yanılmışım diyebilseydim. Ama şimdi yine endişe ediyorum. Bir erken seçim arzusu var. Muhalefetin hem hakkıdır, hem görevidir bunu istemek. Ama biz her şeyden önce şunu düşünmek zorundayız: Bu bir kader seçimi. Bu kader seçimiyle ya demokrasiye inanmış güçler anayasasında yazılı olan laik, demokratik, sosyal hukuk devleti olacak ya da tek adam rejimi altında yurttaş olmaktan kul olmaya evrileceğiz. İster zamanında, ister erken olsun, her şeyden önemli olan seçimin adil ve şeffaf yapılması gerekir.

Endişem odur ki devlet parti devleti haline getirilmiştir. Özgürlükler kısıtlanmış, kuvvetler ayrılığı yok edilmiştir. Bütün kurumların içi boşaltılmış ya da çalışamaz hale getirilmiştir. Böyle bir durumda, 2002’den bu yana anayasaya ve doğrudan kanunlara aykırı karar almayı bir âdet haline getirmiş bir Yüksek Seçim Kurulu (YSK) vardır. YSK’nin seçim biçimi ortadadır. Evvela tamamen tek adamın seçebileceği, Hâkimler, Savcılar kurulu tarafından seçilen YSK’nin önümüzdeki seçimde neler yapabileceği konusunu mutlaka düşünmek gerekir.

Bu durumda yapılacak olan seçim, maddi imkânları da tamamen iktidarın kullanabileceği esasını da dikkate alırsak seçmen kütüğünün hazırlanmasından başlayarak, UYAP ve SEPSİS sistemleriyle de takviye edilen böyle bir seçimin dürüst şekilde yapılmasını sağlamak öncelik olmalıdır. Seçim güvenliği yoksa ister zamanında, ister erken yapın sonucundan emin olamazsınız. Bugün Türkiye’de seçim güvenliğinden bahsetmek mümkün değildir.