21. Yüzyıl Türkiye’mizde açlık ve yoksulluk içerisinde yaşamaya çalışan ve 3 kuruşluk merhem parası bulamayıp acılar içerisinde kıvranan çocuklara başta Sağlık Bakanlığı olmak üzere tüm yetkililere çağrımızdır. Bu insanlar, bu çocuklar bizim çocuklarımızdır yardım edelim.

Bugün 9 Mayıs, Anneler günü: Annelik duygularını taşıyan bütün annelerin anneler günü kutlu olsun.

Yine salgın hastalıktan dolayı sözde kısıtlamalar devam ediyor. Sözde dememin sebebi ben bu kısıtlamadan bir şey anlayamadığımdan…

Neden mi?

Anlatayım;

Efendim birçok işyerine salgın hastalıkla mücadele kapsamında kapatma gelirken, birçoğu da bu kısıtlamalardan haliyle etkilenmedi. Sokaklar insan kaynıyor.

Özellikle sabah ve akşam mesai çıkış saatlerinde toplu taşıma araçları tıklım tıklım. Toplu taşımaların içerisinde balık istifi olmuş insanlar. Bu balık istifi şeklindeki toplu taşıma sistemi sürdüğü müddetçe bırakın salgın hastalıktan korunmayı, sağlıklı insanın bile hastalanmaması bir mucize olur.

Biraz önce de söylediğim gibi: Bugün 9 Mayıs, pazar Anneler günü… Aylardır doğru düzgün iş yapamayan başta çiçekçi esnafı ve on-line satış yapan birçok esnaf ekonomikte olsa biraz nefes alacağa benziyor.

DOĞANIN UYARISI 

Bulunduğum yerin yüksek olmasının avantajını kullanarak camdan Kağıthane – Cendere caddesine doğru bakınıyorum. Baharın gelip geçtiğinin pek farkında olmasakta hava sıcaklığı biraz tuhaf. Bir gün bakıyorsun 27 derece olan hava sıcaklığı ertesi gün 13 dereceye kadar düşebiliyor. Bu da doğanın bir uyarısı olsa gerek. Çünkü biz insanoğlu varken hiçbir şeyin kıymetini bilemiyoruz. Doğanın ve yeşilin de kıymetini bilmediğimiz gibi.

Çanakkale Kazdağları, Cengiz İnşaata peşkeş çekilen Rize’deki İşkencedere vadisi, yine Kağıthane’nin son gölü olan Katırcılar gölünün bir kısmının molozlarla doldurulup inşaat yapılması gibi, daha buradan yüzlerce örnekler verebilirim. Dedim ya bulunduğum yerin avantajlarını yaşıyorum diye. Allahtan sitenin bahçesindeki çınar, iğde ve çam ağaçlarıyla birlikte ardıçların verdiği tabloyu andıran bu güzelliğe kıymamışlar.

MARANGOZ GÜLTEKİN

Beton yığınlarının arasında tabloyu andıran bu yeşilliği seyrederken çalan telefonumun sesiyle büyü bozuldu. Arayan Gültekin. Bizim Marangoz Gültekin. Bir 75 boylarında hafif etine dolgun yanık tenli olan Gültekin kıvırcık saçlı ve birazda kirli sakallı orta halli bir esnaf. Semtte onu herkes yardımseverliğiyle de tanır. Telefonu açtığımda “abi çay demledim hadi gel bir çay içelim” deyince teklifini kıramayarak apar topar üzerimi giyinip Şirintepe’ye doğru yola çıktım. Şirintepe İstanbul’un Kağıthane ilçesine bağlı bir mahalledir. Seyrantepe, yeşilce, Sanayi ve Yahya Kemal mahallelerine komşudur. Aslında Şirintepe eskilerde adı gibi şirin bir yer imiş. Kağıthane’nin yeşiliyle dut ağaçları ve üzüm bağlarıyla dolu tepelerinden biriymiş. İnsanlar buralara yaz aylarında yayla niyetinde çıkarlarmış. Şimdiki gibi alabildiğine böyle beton yığınlarıyla dolu çok katlı gecekondularla dolu bir yer değilmiş.

Marangoz Gültekin’in marangozhanesine geldiğimde Deniz, Nakliyeci Osman ve Aytekin. Marangozhanedeki masanın etrafına oturmuş koyu bir tartışmanın içerisine girmişler. Muhalefet partilerinin iktidara sorduğu 128 milyar dolar nerede tartışmasından tutun, İsrail polisinin işgal altındaki Doğu Kudüs’te bulunan Mescid-i Aksa’da Filistinlilere yönelik saldırılarıyla birlikte son birkaç gündür suç örgütü lideri Sedat Peker’in youtube kanalı üzerinden yaptığı açıklamalar üzerine yaptıkları tartışmalar sürüp gidiyordu.

Tartışmalar hararetli bir şekilde sürüp giderken, Gültekin masanın üzerinde duran etrafını is kaplayarak iyice kararmış çaydanlıktan bardaklara çayları doldurmaya başladı…

Çaylarımızı içerken Gültekin “abi sana birkaç resim göstereceğim” diyerek yanıma yaklaşıp telefonundan seçtiği fotoğrafları göstermeye başladı… Bir taraftan resimleri gösterirken “bu çocuklar bizim çocuklarımız, yarasına merhem olmamız gerekmiyor mu? abi” diye de çocukların yakalandığı “kelebek” hastalığından dolayı derilerinin tel tel döküldüğünü gözleri dolarak anlatmaya başlamıştı. Çocukların fotoğraflarını görünce şaşkınlığımı gizleyemeyerek Gültekin “benim bildiğim kadarıyla 18 yaşına kadar çocukların sağlıklarıyla ilgili tüm harcamaları devlet ücretsiz karşılıyor” diye sordum.

ÇOCUKLAR ACI İÇERİSİNDE KIVRANIYOR

Gültekin, “yok abi devlet bir defaya mahsus karşılıyor. Ondan sonra aileler kendi imkanlarıyla karşılamaya çalışıyor. İmkanı olmayan ailelerin çocukları ise acılar içerisinde kıvranıyor” diyerek konuşmasını sürdürürken arada bir duraklayarak dalıp gidiyor. Dalıp giderken de yüzüne bir hüzün bir karamsarlık, bir umutsuzluk çöküp gidiyor.

Gültekin diye seslenmeme rağmen duymadı. Tekrar bir daha sesimi yükselterek hafifçe de masaya vurarak bir daha “Gültekin” diye seslendim. Ardından kendine gelerek “buyur abi” diye döndü ardından “ben çayları tazeleyim” derken buğulanan gözlerini, gözlerimden kaçırmak için gözlerini kaçırmaya çalıştı.

Çocukların yara bere içerisindeki fotoğraflarını görünce ne söyleyeceğimi şaşırmıştım. 21. Yüzyılda bir ülke nasıl olur da yurttaşını sağlık sorunlarıyla baş başa kendi kaderine terk eder. Devlet böyle durumda yurttaşına bakmayacakta ne zaman bakacak diye de sormadan kendini alamıyor. Ne tuhaf değil mi? Bir tarafta devletin parası yandaşa, eşe dosta peşkeş çekilirken bir tarafta 3 kuruşluk ilaç bulamayıp acılar içerisinde kıvranan ufacık bedenler.

Gültekin çayları tazeledikten sonra “abi çocukların ihtiyacı olan ilaçlar, Fito krem, madecassol, bepanthol ve urgo sargı bezi” diye söyledi.

İNSANLARIN YATACAK YERLERİ YOK 
Ardından da “abi sadece bu çocukların hastalığı mı? Bir de şu fotoğraflara bak. İnsanların yatacak yerleri yok. Açlık sefalet içerisinde kuru bir ekmek bile bulamıyorlar bak bak abi” diye elindeki telefondan bu seferde başka fotoğraflar göstermeye başladı. Ardından da yine anlatmaya devam etti: “abi ben imkanlarım doğrultusunda etrafımdaki iş insanlarının, esnafların, arkadaşlarımın yardımıyla yetişebildiğim kadarıyla yetişmeye çalışıyorum. Bazen öyle bir zaman oluyor ki işyeri kiramı bile bu insanlara vermek zorunda kalıyorum. İnsanların çaresizlikleri karşısında vicdanım elvermiyor elimden başka bir şey gelmiyor” diye sözlerini sürdürürken de: “yardıma ihtiyacı olan bu insanlara ulaşmak isteyen, hayırsever insanlar şu vereceğim 0542 395 35 98 nolu telefondan bana ulaşırlarsa ihtiyaç sahipleriyle iletişime geçmelerini sağlarım” diyerek konuşmasını şöyle sürdürüyor “bize ulaştırılan yardımları biz tek tek kendi imkanlarımızla ihtiyaç sahiplerine ulaştırıyoruz”

Bizde buradan devlet yetkililerine, yerel yönetimlerle birlikte STK’lara ve hayırsever insanlara, yardıma ihtiyacı olan bu insanlara yardım etmeleri için çağrıda bulunuyoruz.