AKP  Sözcüsü  Ömer Çelik MYK toplantısının ardından basın mensuplarına açıklamalarda bulundu.

Saadet Partisi Temel Karamollaoğlu'nun ""Maalesef Suriye'yi karıştıran ilk adımları Türkiye attı" sözlerine tepki gösteren Çelik, "Saadet Partisi Genel Başkanının bilerek konuşması lazım. Böyle bir sorumsuzluk olabilir mi? Elinde kan olanı hedef almıyorsun, 'oraya kan girmesin' diyen sayın Cumhurbaşkanımızı hedef alıyorsun. Gerçekten çok üzüntü verici" diye konuştu...

Açıklamalardan satır başları:

İstanbul müzakere sürecinin desteklenmesi çok önemli

Bütün dünyanın kilitlendiği Ukrayna krizi devam ediyor. Maalesef Buça'dan görüntülerden sonra savaşın Donbas'ta yoğunlaşmasının ardından barış umudunun geciktiği gibisinden bir tablo ortaya çıktı. Savaşın ne kadar mantıksız, yıkım getiren olay olduğu dünyanın gözleri önünde gerçekleşiyor. Atatürk'ün 'Savaş zorunlu değilse cinayettir' sözünün nasıl doğru ve kapsayıcı olduğu bir kez daha görülmüş oldu. Burada İstanbul müzakere sürecinin desteklenmesi çok önemlidir. Nitekim Putin'le görüşen Avusturya Başbakanı 'Beni iyimser yapan tek şey Putin'in İstanbul müzakere sürecini bizzat gündeme getirmiş olmasıydı' dedi. AB'ye de seslendik. Cumhurbaşkanımız bu müzakerelere liderlik ediyor. AB'nin bu sürece güçlü destek vermeleri gerekirdi. Ama maalesef Cumhurbaşkanımız tarafından yürütülen müzakere sürecine devletlerin somut desteklerini henüz görmedik. Tabii ki sözlü olarak destek veriliyor. Netice itibariyle bir yanda savaş, bir yanda savaşa karşı koyma yönünde aktiviteler var. Burada sadece ortaya konan İstanbul müzakereleredir. Buna da güçlü destek verilmesi lazımdır.

Çok daha sıkıntılı ve can yakıcı günlerin gelebileceği ortadadır. Bu kadar kan döküldükten sonra eski günlere dönme konusunda daha büyük problemler olacaktır. Bir an evvel ateşkes ve barışın ilan edilmesi. Diğeri ise soğuk savaşın yönetilmesine dönük daha akılcı, rasyonel, pozitif mekanizmaların oluşturulacağına dair. Savaş bir gün bitse bile bunlar bir pasif barış oluşturacaktır. Daha aktif barışın oluşması için Türkiye'nin yürüttüğü müzakere süreci son derece kritik olacaktır. Gelinen nokta savaşın Donbas'ta yoğunlaşması çok daha can yakıcı tablonun ortaya çıkabileceğini gösteriyor. Burada savaşa, işgale karşı olmak esas olmak üzere ülkelerin egemenliğinin, toprak bütünlüğününa korunması, güvenlik kaygılarının ortadan kaldırılması temelinde yolun bulunması mümkündür. Cumhurbaşkanımızın ortaya koyduğu gayret herkes tarafından desteklenmelidir.

PKK/YPG unsurlarına ABD tarafından verilen destek büyük bir sorun

ABD ile ilişkilerimizde Ukrayna, Afganistan, Afrika, enerji güvenliği pekçok konuda ortaklık geliştirebileceğimiz alanlar var. Terörle mücadelenin hangi ilkelerle yürütüleceği konusunda, Suriye'deki PKK/YPG unsurlarına ABD tarafından verilen destek büyük bir sorun teşkil etmeye devam etmektedir. NATO müttefiğinin düşman olarak gördüğü, tehdit olarak gördüğü terör örgütüne hiçbir şekilde başka NATO müttefiklerinin destek vermemesi, temasta bulunmaması esas olması gerekir. Kim oraya silah verirse versin, terör örgütlerine kim destek verirse versin, şimdiye kadar birçok ülke destek verdi. Gerekçe olarak güya PKK/PYD'nin DEAŞ'la mücadele etmesi gibi gerçeklere uyuşmayan argümanı ortaya koymuşlardır. Hem ülke içerisinde Eren operasyonları hem topraklarımızın dışındaki Pençe operasyonları bunun delilidir. Bunun arkasındaki siyasetin ne olduğunu görüyoruz. Bunlar olduğu zaman daha prensipli ve ilkeli yaklaşımlar sözkonusu olduğu zaman daha çok ilerlememiz mümkündür. 31 Ekim 2021'de Cumhurbaşkanımızla sayın Biden arasında Roma'da yapılması kararlaştırılan Türkiye-ABD Stratejik Mekanizması hayata geçti. 

Herkes güvende değilse kimse güvende değildir 

Bir de F-16'lar konusu var. Milli Savunma Bakanlığımız talep mektubuyla 40 adet yeni F-16'ların alınması bizdeki 79 tanesinin o seviyeye yükseltilme talebi olmuştu. Bu çerçevede daha geniş bir talep mektubuyla Türkiye'nin güvenlik ihtiyaçlarının karşılanmasıyla ilgili mektup iletilecek. NATO müttefikleri arasında güvenlik ihtiyaçları karşılayacak kısıtlama ve koyulmamış ambargoların olması mantıksızdır. Bu düşman faaliyetlerine yol açar. Milli egeminliğini, güvenliğini sağlamak için güçlü bir şekilde veren Türkiye, en zor zamanlarda, gizli ambargoların olduğu zamanda verilmiştir. Şimdi ulaştığı milli kapasiteye sahiptir. Ama burada bir prensibin adı konulması lazım. Dayanışma yerine kısıtlama ya da birbirine karşı birtakım terör örgütlerine destek gibi tutumlar olursa bunların hiçbir şekilde sağlıklı işleyen mekanizması olmduğu kanısına varamayız. Herkes güvende değilse kimse güvende değildir. Tüm NATO müttefikleri aynı anda güvende değilse hiçbir NATO müttefiği güvende değildir. Bunun bariz örneği düne kadar 'NATO'nun beyin ölümü gerçekleşti' diyenler, Türkiye'nin NATO üyeliğini sorgulamaya kalkanlar, 'NATO'nun doğu kanadını güçlendirelim' demeye başladılar. 

Fransa'daki seçimleri yakınen takip ediyoruz

 Tabii ki kimsenin iç siyasetine karışmayız. Merkez sağda, merkez solda başka partilerde giderek İslam, göçmen, yabancı düşmanlığının bu kadar normalleşmiş olması Avrupa demokrasilerini zehirleyen bir durum. Bu merkezde siyaset yapanlar seçim zamanı geldiğinde 'Bu aşırı sağ nasıl ortaya çıktı, bu kadar radikalleşme ne zaman oldu' diyorlar. Sizin normal zamanlarda tavır almadığınız, bunlara göz yumduğunuz için ortaya çıkıyor. Demokrasilerin kırılgan zemine oturması, demokrasi temelindeki büyük birliklerin kırılgan zemine oturması bütün dünya için kötürüdür.