İstanbul Barosu’na üye on binlerce avukat bu hafta sonu sandık başına gidecek. Sol'dan Burcu Günüşen'in haberine göre; İstanbul Barosu'nun defalarca ertelenen genel kurulu 16-17 Ekim'de Haliç Kongre Merkezi'nde yapılacak.

Çağdaş Avukatlar Grubu adayı Ata Yazıcıoğlu mevcut baro yönetiminin "siyasal iktidarın bir kopyasını Baro'da ürettiğini" belirtiyor ve "Seküler bir yaşam tarzını savunuyor olmaları Önce İlke Grubu’nu bu eleştiriden azade kılmıyor" diyor.

Mevcut baro yönetimini "hukuksuzluk, adaletsizlik ve keyfilik karşısında itiraz ve mücadele etmeyi çoktan bırakmakla" eleştiren Yazıcıoğlu "Barolar bu noktada ya bir adım daha öne çıkmaya cesaret edecektir ya da savunmanın bağımsızlığı, özgürlüğü ve avukatın saygınlığı tümüyle kaybolma tehlikesi ile karşı karşıya kalacaktır" dedi.

Avukatlık mesleğinde yaşanan eşitsiz dönüşüme de işaret eden Yazıcıoğlu "Bir yanda vergi rekortmeni olmakla övünen avukatla diğer yanda yoksulluk sınırının altında bir ücretle çalışan avukatın olduğu bir yerde avukatların 'sınıfsız ve imtiyazsız' bir bütünün parçaları olduğundan bahsedilemez" ifadesini kullandı.

Yazıcıoğlu Çağdaş Avukatlar Grubu olarak avukatın insan onuruna yaraşır yaşam sürmesi için gerekli olan asgari ücret ile çalışmasının sağlanması, telif, davayı ret haklarının güvence altına alınması, çalışma sürelerinin ve koşullarının mesleğin gereklilikleri ve niteliği göz önüne alınarak düzenlenmesi, için mücadeleyi öncelikli bir görev ve sorumluluk olarak gördüklerini söyledi.

İstanbul Barosu’nda 19 yıldır yönetimde olan Önce İlke Grubu’nun başkan adayı bir kez daha Mehmet Durakoğlu. Ülke yönetiminde olduğu gibi mevcut baro yönetiminde de “başkancı” bir sistem olduğu eleştirisini getiriyorsunuz, bunu biraz açabilir misiniz?

İstanbul Barosu’nun genel kurulu bir yılın ve üç ertelemenin ardından nihayet bu hafta sonu yapılacak. Baro’yu yönetmekte olan “Önce İlke Grubu”nun yeniden başkan adayı sayın Durakoğlu dışındaki adaylarının kimler olduğunu ise ancak yeni öğrenebildik. Önce İlke Grubu’nun adaylarını belirlenmesi yetkisinin yönetim kurulu üyeliği, başkan yardımcılığı ve 2 dönem başkanlık olmak üzere tam 17 yıldır aralıksız olarak görevde bulunan Durakoğlu’na bırakıldığını biliyoruz. 'Bu yöntem Önce İlke Grubu’nun aday belirleme tercihidir, başkalarını ilgilendirmez' denilemez. Aday olan meslektaşlarımızın seçilme iradelerini hiç itirazsız tek bir kişiye teslim edebilmiş olması ve bu iradenin tek bir kişi tarafından üstlenilmesi demokrasi iddiasındaki bir grup adına elbette kabul edilemez o ayrı. Ama bir yandan tüm yetkiyi tek elde toplayıp diğer yanda demokrasi vaat edemezsiniz. Grup içinde tek adamlık baroda da tek adamlık üretir. 

İstanbul Barosu’nda Çağdaş Avukatlar Grubu’nun yönetimde olduğu 1996-2002 yılları arasında Baro’nun merkez ve komisyonlarında görev alan avukatlar kendi yöneticilerini kendileri seçebiliyor ve geri çağırabiliyorlardı. Önce İlke Grubu’nun yönetime geldiğinde ilk icraatlarından birisi bu demokratik işleyişi ortadan kaldırmak oldu. Merkez yöneticileri artık atama yoluyla göreve geliyor. Keza Baro’nun bir “Baro Meclisi” mevcuttur. Baro Meclisi yönergesine bakıldığında bırakın yönetimdeki grubun oy vermediği bir kararı çıkartmayı, Meclis’in gündemine bir tartışma önerisi dahi alabilmek mümkün değildir. Baro Meclisi, yönetiminde temsil edilemeyen grupların ve avukatların kendisini ifade etmesinin ve karar süreçlerine katılmasının bir aracı olması gerekirken mevcut haliyle antidemokratik ve katılımcılığı dışlayan bir yapıdadır. Dolayısıyla, yönetimde olmayan grupların ve avukatların kendilerini temsil etme kanallarının kapalı olduğu bir Baro’nun ülkedeki “başkancı” sistemden farklı olduğu ileri sürülemez. İstanbul Barosu yönetimindeki Önce İlke Grubu, siyasal iktidarın bir kopyasını Baro’da üretmiştir ne yazık ki. Seküler bir yaşam tarzını savunuyor olmaları Önce İlke Grubu’nu bu eleştiriden azade kılmıyor.

MÜCADELE ALANI YALNIZCA DURUŞMA SALONLARI VE ADLİYELER DEĞİL
AKP’nin savunmanın bütünlüğüne yönelik saldırılarında İstanbul Barosu nasıl bir sınav verdi? Sizce bundan sonra nasıl bir mücadele yürütülmeli?

İstanbul Barosu’nun savunmaya ve avukata yönelik saldırılar karşısındaki duruşunun “mış gibi yapmak”, sorunları esasına girmeden usul tartışmasına boğmak, görmezden gelmek, sessizce geçiştirmek ya da sayın Durakoğlu’nun kullanmayı çok sevdiği “Biz avukatız” sloganında sembolize olduğu üzere üzerini hamasetle örtmek olarak tanımlamak yanlış olmaz. Baro yönetimi hukuksuzluk, adaletsizlik ve keyfilik karşısında itiraz ve mücadele etmeyi çoktan bıraktı. “Çoklu baro”ya karşı mücadele sürecinde de görüldüğü üzere avukatların aktif kitlesel desteğinden ısrarla uzak duruldu. Durakoğlu İstanbul Barosu’nun 50 bin üyesini çoklu baro mücadelesine katmak yerine tek başına Ankara’ya yürümeyi tercih etti. Ankara’ya ulaşıp karşısında polisi gördüğünde ise “meğer Ankara’da polis devleti varmış” diye açıklama yaptı. Oysa ülkede sokağa çıkan herkes gözaltına alınmakta, hakkında işlem başlatılmaktadır. Durakoğlu bunu bile bilemeyecek kadar hukuk ve demokrasi mücadelesinden uzaklaşmıştır.

Keyfiliğin hüküm sürdüğü bir düzende yasal mevzileri savunmak mücadelesi yalnızca “yasalcı” bir çerçeveye hapsedilemez. Hukuk dışılığa, baskıya ve zorbalığa karşı mücadele yalnızca duruşma salonları ya da adliyeler mücadele alanı olarak belirlenerek, bağımsız olmadığı tartışmadan vareste olan yargı içinde kalınarak verilemez. 

Toplumsal sorunlara duyarlılıktan ve mücadeleden uzaklaşan bir baro gücünü ve saygınlığını yitirir ve kendi sorunlarını çözmekten de uzaklaşır. Bu nedenledir ki savunmayı ve avukatın saygınlığını korumak ve savunmak için dahi olsa baroların önünde polis devletine karşı demokrasi, özgürlük ve hukuk devleti mücadelesinin öznesi olmaktan başka bir seçenek bulunmamaktadır. Barolar bu noktada ya bir adım daha öne çıkmaya cesaret edecektir ya da savunmanın bağımsızlığı, özgürlüğü ve avukatın saygınlığı tümüyle kaybolma tehlikesi ile karşı karşıya kalacaktır.

AVUKATLAR 'SINIFSIZ' BİR BÜTÜNÜN PARÇALARI DEĞİL
Avukatlar arasında eşitsizlikler derinleşirken, baro işçi avukatların çalışma koşullarının iyileşmesi ve giderek artan işsizlik ve yoksullaşmaya karşı ne yapılabilir? Çağdaş Avukatlar bu duruma nasıl bakıyorlar?

Başta sağlık ve eğitim olmak üzere kamu hizmetlerini ticarileştiren neoliberal politikalar hukuku sermayenin ihtiyaçları doğrultusunda değiştirirken avukatlık mesleğinin özünü de eşitsiz olarak dönüştürdü. Bu dönüşüm avukatlık hizmetinin üretildiği “sanayi tipi” büyük hukuk bürolarının ortaya çıkmasının yolunu açtı. Kendi bürosunu açamayan ya da kapatmak zorunda kalan avukatlar emek güçlerini bir ücret karşılığında doğrudan müvekkile değil bir hukuk bürosuna satmak zorunda kaldılar. 

Örnek olsun yaklaşık çeyrek asır önce ruhsatını alan neredeyse hiçbir avukat bir başka avukatın yanında çalışmaya ihtiyaç duymamıştı. Tek başlarına ya da büro masraflarını ortak karşılayarak avukatlık yapmaya başladılar. Ruhsatını yeni alan meslektaşlarımızın çok büyük bölümü için ise serbest avukatlık artık bir seçenek olmaktan çıktı. Yerini tüm gün fabrikada yalnızca bir vidayı sıkar gibi tüm gün yalnızca icra takibi hazırlamak ya da hacze çıkmak, yalnızca sözleşme hazırlamak ya da duruşmaya girmek gibi “üretimin” bir nevi otomasyona bağlandığı, “bacasız fabrika” denebilecek büyük hukuk bürolarında ücret karşılığında yapılan ve artı değer üreten avukatlık almaya başladı. Bir yanda vergi rekortmeni olmakla övünen avukatla diğer yanda yoksulluk sınırının altında bir ücretle çalışan avukatın olduğu bir yerde avukatların “sınıfsız ve imtiyazsız” bir bütünün parçaları olduğundan bahsedilemez. 

Çağdaş Avukatlar Grubu olarak avukatın da insan onuruna yaraşır yaşam sürmesi için gerekli olan asgari ücret ile çalışmasının sağlanması, telif, davayı ret haklarının güvence altına alınması, çalışma sürelerinin ve koşullarının mesleğin gereklilikleri ve niteliği göz önüne alınarak düzenlenmesi, ihbar önellerinin ve iş akdi feshi şartlarının Avukatlık Kanunu’ndan kaynaklanan yükümlülükler gözetilerek belirlenmesi ve tüm bunların “Avukatlık Tip Hizmet Sözleşmesi” ile yasal bir dayanağa ve güvenceye kavuşturulması için mücadeleyi öncelikli bir görev ve sorumluluk olarak görmekteyiz. 
Keza genç avukatları desteklemek için baro bünyesinde fon oluşturmak, büro açabilmeleri için uygun kredi olanakları sağlamak, büro açamayanlar için ortak büro mekânları oluşturmak, ruhsat harcı ve belli bir kıdeme kadar baro aidatı almamak, yeni iş olanakları sağlayacak girişimlerde bulunmak, akademik yeterliği olmayan hukuk fakültelerinin kapatılması ve yenilerinin açılmaması için mücadele etmek, CMK ücretlerinin avukatlık asgari ücret tarifesi düzeyine çıkarmak, tekelleşmeyi önleyici tedbirleri hayata geçirmek gibi çözüm önerilerimiz için aktif olarak mücadele edeceğiz.

'ÇOKLU BARO ÖLÜ DOĞDU'
Kamu kurumu niteliğindeki meslek örgütleri AKP’nin piyasacı, gerici ve halk düşmanı politikalarına yıllarca karşı çıkan yapılar oldu. İstanbul’da ve Ankara’da 2. baronun kurulmasını nasıl değerlendirirsiniz? 

Siyasal iktidarın avukatlara ve savunmanın kurumsallığına yönelik saldırıları yeni değil. Yeni olan kendisine kurucu bir irade de yükleyen Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sisteminin, kısaca Saray Rejimi de diyebiliriz, hukuk sistemini baştan aşağı değiştirmek ve tüm hukuk kurumlarını bu doğrultuda yeniden oluşturmak yönündeki çabasıdır. 

Dolayısıyla, “çoklu baro” olarak adlandırılan baroların bölünmesi projesi, savunma kurumunun örgütü olan baroların kurumsallığını yargıdan tamamen kaldırma, savunmayı işlevsiz ve etkisiz hale getirme projesidir.

Bununla birlikte çoklu baronun ölü doğduğunu söylemek yanlış olmayacaktır. Siyasal iktidar bu projeyi kuvözde yaşatmaya çalışıyor ancak bunda başarılı olamayacak. Yalnızca avukatlar arasında değil kamuoyu algısı da çoklu baroların siyasal iktidarın barosu olduğu yönündedir. Vesikalı muteber devlet avukatlığıdır. Kamu avukatlarına yönelik baskılara, 2. barolara üye olacak avukatlara yönelik olarak icra dosyaları ve kamulaştırma davaları gibi kamu gücüne dayanılarak yapılan rüşvetlere rağmen siyasal iktidar çoklu barodan murat ettiği sonucu elde edememiştir. Çoklu baronun ömrü de ufku gibi sınırlı olacaktır. Cumhur İttifakı iktidarı sona erdiğinde çoklu baro “yanlışı” sona erecek, savunma ve barolar yeniden tek çatı altında toplanacaktır. Bizler bu yanlış ortadan kaldırılıncaya dek bunun mücadelesini vermeye devam edeceğiz.