Enes Kara’nın cemaat yurdunda gelecek kaygısı ve kaldığı cemaat yurdunda yaşadığı baskıları dile getirerek yaşamına son vermesiyle ilgili konuştuğumuz Çukurova Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Adnan Gümüş, cemaat yurtlarının bir devlet politikası olarak destek görmesinin büyük bir sıkıntı olduğunu belirterek “Devlet bu tür cemaatlerin, kesinlikle yurt yapması ve çocukları buraları kapatmasına müsaade etmemeli” dedi.

Toplamda 20 bine yakın Kur’an kursu olduğunu belirten Gümüş; “Bunların bir kısmı da açık ya da örtülü bir şekilde yatılı bulunuyor. Camilerin dışındakini söylüyorum. Öğretime açık 16 bin122, öğretime ara verilmiş 3 bin 181 ve toplam 19 bin 503 Kur’an kursu var. Bu İlim Yayma Cemiyetinden Nurcular’a bağlı Işık Evinden tutun da Süleymancılara bağlı her ilçede oluşmuş yurtlara kadar. Bunun yaygınlığını tahmin edebilirsiniz” dedi.

'ÇOCUĞUN BİREYSEL YAŞAMI OLMUYOR'

Cemaat yurtlarında gençlerin bir barınma ve beslenme imkanı bulduğunu ifade eden Gümüş şunları söyledi:

Ama buralarda sanat, bilim, felsefe, mühendislik gibi şeyler hiç yok dense yeridir. Cemaatin öncelik verdiği çocukların okul kitapları ve yardımcı kitaplar dışında ufukları dünya ile kesilmek isteniyor. Burada gençler sabah namazına, zorlamayla mı diyelim gönüllü mü diyelim kaldırılıyor. Namaz kılıyor, sohbetlere katılmak zorunda kalıyorlar. Farklı ziyaretler yapılacaksa onlar yapılıyor. Toplu bir şekilde. Çocuğun bireysel bir yaşamı olmuyor bu tür yurtlarda. Tüm kimliğini günlük yaşamının döngüsünü oraya teslim etmiş oluyor.

'BİR DEVLET POLİTİKASI OLMUŞ'
Cemaat yurtlarının bir devlet politikası olarak destek görmesinin büyük bir sıkıntı olduğunun altını çizen Gümüş, “Ki zaten bunu İmam Hatip Mezunları Derneği de, TÜGVA da inkar etmiyor, dernek kuruluş tüzüklerinde bunları yazıyorlar. 18 yaş altı için böyle yerlerin olması çocuk hakları sözleşmesi, Anayasa insan hakları ve bütün bu mevzuatla çelişiyor. Çocuğun, gencin gelişimi açısından hareket hakkını, özgür düşünme hakkını, özgür araştırma hakkını, öğrenme hakkını, öğrenim görme hakkını, paylaşma hakkını tüm bunları total kurumlar kendi denetimleri altına alıyor. Çocuğa bir görüşü, bir inancı doğrudan veya dolaylı zorla aşılamaktır. Bir çocuğu kaçırıp bir köy yurdunda tutsak etmek bu yasalar altında en ağır suçtur. Bu yurtlarda maalesef ailelerin de biçimsel olarak onayı gözükmekle beraber çocukların onayının, özgür iradesinin olmadığı bir alıkoyma kapatma biçimi yaşanıyor. Bu dünyaya kapatıyorsun çocukları. Devlet bu tür cemaatlerin, kesinlikle yurt yapmasına ve çocukları buraları kapatmasına müsaade etmemeli. Bu bir devlet politikası olmuş” dedi.

18 yaş üstü gençlerin aile ve iktisadi zorluklar yüzünden cemaat yurtlarına gitmesinin tüm kimliğinin, kişiliğinin günlük yaşamının takip edilmesi anlamında geldiğini vurgulayan Gümüş şunları söyledi:

Çünkü çocukları doğrudan ve dolaylı izletiyorlar. Doğrudan bu oluşumların amacı kişiyi, çocuğu erken yaştan itibaren kendi sistematiği ve kendi ideolojisi mezhebi doğrultusunda toptan biçimlendirmek ve kendisine doğrudan bağlı yetiştirmek, kullaştırmak, köleleştirmek istiyor. Amacı bu. Kalıcı bir çevre oluşturuyor.

'CEMAAT YURTLARININ TOPLAMA KAMPINDAN FARKI YOK'
Gençlerin cemaat yurtlarında kalmasının, gelişim aşamasındaki zihinlerinin o tarikata, cemaate teslim edilmesi anlamına geldiğini söyleyen Gümüş; “Böyle bir şey ne doğal ne insani ne de duygusal gelişimine uygun değil. Çocuk bir şekilde baskılanmaları kabul edecek duruma gelmemişse onun oralarda yaşama şansı mümkün değil. Birçok çocuk halüsinasyon görüyor. Ruh sağlıkları bozuluyor. Gece uykuları bozuluyor. Toplama kampından bunun ne farkı var. Sadece karnının doyma farkı var. Bu yurtların toplama kampından farkı yok. Bu durumu kabullemeyip başka çaresi de olmayan çocuklar maalesef ya çok ağır psişik sorunlarla hayatını sürdürüyorlar ya da hiç beklemediğimiz kendini yok etme noktasına gidiyor bu da maalesef hiçbir şekilde çare değil. Bunun sorumlusu bunu bu hale getiren sosyal politikalardır. Bunu denetlemeyen kurumlardır. Bu süreçten hakim olan kim varsa hepimiz bu gençlerin bu çocukların bu hale gelmesinden sorumluyuz. Bir kişinin inancını, dinini, vicdanını ele geçirmeye çalışmak en büyük insan hakları ihlalidir” dedi.