Sözcü yazarı Yılmaz Özdil bugünkü yazısında Biontech'le Deniz Feneri soruşturmasının yaşıt olduğunu söylerek, "Almanya bilim insanlarımıza, biz zekat hırsızlarımıza destek olduk" yorumunda bulundu.

Özdil, "2008 yılıydı. Biontech'le Deniz Feneri rezaleti yaşıttı. Din tüccarlarının Türk insanlarını dolandırılmasına engel olan Almanya, Türk bilim insanlarının kurduğu Biontech'e sahip çıkarken… Biontech'ten haberi bile olmayan Türkiye, Deniz Feneri'ne sahip çıktı. Almanya bilim insanlarımıza, biz zekât hırsızlarımıza destek olduk. 2008 yılından bu yana, Alman hükûmeti ve Alman yatırım devleri, Uğur Şahin ve Özlem Türeci'nin şirketine teşvik verirken, sermaye verirken, en önemli tıp ödüllerini verirken… Bizim insanlarımız, bizim hükûmetimiz tarafından, 'Almanya'nın bizi kıskandığına' inandırıldı. Dolayısıyla… Uğur Şahin ve Özlem Türeci'nin bulduğu aşının Koronavirüs'ü halledeceğinden eminim ama, bu memleketin bünyesine bulaştırılan 'körü körüne biat virüsü'ne çare olabilmesi imkânsız maalesef" diye yazdı.

Yılmaz Özdil'in Sözcü'deki yazısı şöyle:

Koronavirüse karşı aşı geliştirerek, dünyanın umudu haline gelen Türk bilim insanları Uğur Şahin ve Özlem Türeci, sahibi oldukları biyoteknoloji şirketi Biontech'i 2008 yılında Almanya'da kurdular.

Aynı 2008 yılında, aynı Almanya'da, Deniz Feneri'ne baskın yapıldı.

Fakir fukaraya yardım ayaklarıyla Allah'ın Kitap'ın adını vererek mütedeyyin insanlarımızdan topladıkları milyonlarca euroluk bağışları, sahte faturalarla indiragandi yaptıkları, kendilerine ait antin kuntin işlerde kullandıkları, kendilerine apartmanlar, gemiler aldıkları, sevgililerine yedirdikleri, dinibütün pozları verirken, Las Vegas'a kumar oynamaya bile gittikleri ortaya çıkmıştı.

Alman basını “asrın yolsuzluğu” manşetleri attı.

“Asrın iyilik hareketi” sloganıyla, mübarek ramazan ayında burnuna sinek konmuş Afrikalı aç çocukların fotoğraflarını kullanarak bağışlar toplamışlar, Almanya tarihinin en büyük yolsuzluğunu yapmışlardı.

Deniz Feneri'nin Almanya'daki yöneticileri Frankfurt Mahkemesi'ne kelepçeyle getirildiler, ilk duruşmada her şeyi itiraf ettiler.

Paravan şirketler kurduklarını, bağış paralarını kendi ceplerine indirdiklerini, milyonlarca euroyu kuryeler aracılığıyla Türkiye'ye gönderdiklerini, Rtük başkanı Zahid Akman'a elden teslim ettiklerini söylediler, “kriminal sisteme alet olduk” dediler, üç ila beş yıl arasında hapis cezaları aldılar.

Almanya savcılığının iddianamesinde “siyasi etki yapılmaya çalışılıyor, bilhassa Türk hükümeti tarafından tutukluluğa mani olunmaya çalışılıyor” deniliyordu.

Hürriyet gazetesi o zamanlar Aydın Doğan'a aitti, bu haberi manşet yaptı. Vay sen misin manşet yapan… Asrın liderimiz ateş püskürdü, Aydın Doğan'a bindirdi, “iftira kampanyası yapıyorlar” dedi, boykot çağrısı yaptı, “bu gazeteleri evinize sokmayın” dedi.

Son 10 senede 8 defa Türkiye vergi rekortmeni olan Aydın Doğan'ı vergi kaçakçısı ilan ettiler iyi mi… Dünya basın tarihinde görülmemiş miktarda, bir milyar liraya yakın ceza kestiler.

Türkiye'de bunlar olurken, Almanya devleti, derneğin malvarlığına el koydu, paralarını gayrimenkullerini Kızılhaç'a devretti.

Davanın hakimi “Deniz Feneri olayı sadece bir suç olayı değildir, aynı zamanda demokrasi karşıtı bir tutumdur, demokrasiye karşı bir yolsuzluktur” dedi.

Davanın savcısı ise ısrarla “bu görülmemiş yolsuzluğun asıl failleri Türkiye'de” diyordu.

Alman gazetesi Die Zeit, bu gördüğünüz illüstrasyonu yayınladı.

Bıyık figürlü bir arkadaş, kılığından kıyafetinden buram buram Anadolu insanı olduğu belli olan vatandaşımıza, bir eliyle bayrağı-minare'yi işaret ediyor, öbür eliyle, bayrağa-minare'ye bakan vatandaşımızın cebindeki paraları araklıyordu.

Hazindi ama, vaziyet tam olarak böyleydi.

Almanya'daki dava Türkiye'ye taşındı.

Rtük başkanı Zahid Akman'la Kanal 7 televizyonunun yönetim kurulu başkanı Zekeriya Karaman tutuklandı.

Cumhuriyet savcıları Nadi Türkaslan, Abdulvahap Yaren ve Mehmet Tamöz, Almanya'ya gittiler, delilleri incelediler, Almanya'daki Deniz Feneri'nin Türkiye ayağını soruşturmaya başladılar.

Vay sen misin soruşturan… Derhal görevden alındılar.

Savcılarımız hakkında “görevi kötüye kullanmaktan” dava açtılar.

Sanıkları tanık yaptılar, savcıları sanık yaptılar!

Dünya hukuk tarihinde sanıklardan önce savcıların yargılandığı ilk ve tek dava, bu dava oldu!

Savcıyken sanık olan Cumhuriyet savcısı Abdülvahap Yaren, mahkemede şu tarihi konuşmayı yaptı…

“Zekat hırsızlarını koruma altına alan bir güç var, ben bu güce ‘hırsızların imparatoru' diyorum, hem altında yeralan figüranlarını koruyor, hem de kendisine ulaşılmasını engelliyor, Anayasa'ya göre hukuki zeminde çalışması gereken tüm kurumları kontrol altında tutuyor, soruşturma savcılarını görevden aldırıyor, delilleri yok ediyor, zekat hırsızlarını kamuoyuna masum maskesiyle pompalıyor, her şey apaçık ortada, hani halk arasında tabir vardır, arife tarif gerekmez, damda gezer miyav der, bu ülkede hâlâ vicdanının sesini dinleyen yargıçlar var, gün gelecek, hırsızlar imparatoru da adil yargılanmaya, hakkaniyete ihtiyaç duyacak, o gün geldiğinde, adalet kavramı hakkında söylediklerimiz çok daha iyi anlaşılacak” dedi.

Gerçekten tarihi bir konuşmaydı.

2008 yılıydı.

Biontech'le Deniz Feneri rezaleti yaşıttı.

Din tüccarlarının Türk insanlarını dolandırılmasına engel olan Almanya, Türk bilim insanlarının kurduğu Biontech'e sahip çıkarken… Biontech'ten haberi bile olmayan Türkiye, Deniz Feneri'ne sahip çıktı.

Almanya bilim insanlarımıza, biz zekat hırsızlarımıza destek olduk.

2008 yılından bu yana, Alman hükümeti ve Alman yatırım devleri, Uğur Şahin ve Özlem Türeci'nin şirketine teşvik verirken, sermaye verirken, en önemli tıp ödüllerini verirken… Bizim insanlarımız, bizim hükümetimiz tarafından “Almanya'nın bizi kıskandığına” inandırıldı.

Dolayısıyla…

Uğur Şahin ve Özlem Türeci'nin bulduğu aşının koronavirüsü halledeceğinden eminim ama, bu memleketin bünyesine bulaştırılan “körü körüne biat virüsü”ne çare olabilmesi imkansız maalesef.