Umut Taştan

Tekirdağ F Tipi Hapishanesi’nde bulanan 64 yaşındaki ağır hasta tutsak Ali Osman Köse, Halkın Hukuk Bürosu avukatlarına yazdığı mektupta hapishanede yaşadığı hak ihlalleri ve sağlık durumuna ilişkin açıklamalarda bulundu.

Ali Osman Köse, 37 yıldır tutsak ve çeşitli sağlık problemleri yaşıyor. Tutsak kaldığı sürenin 21 yılını tek başına hücrede geçiren Köse, son bir yıl içinde önce nörolojik sorunlar, ardından dolaşım sistemi hastalıkları meydana gelmiş, sevk edildiği hastanede de Covid-19’a yakalanmıştı. Tek başına hapishanede yaşamını sürdüremeyen Köse’nin ayrıca hipertansiyon, işitme kaybı, miyop gibi sağlık sorunları da bulunmakta.

2021 yılı Şubat ayında, tedavi için götürüldüğü hastanede COVID-19’a yakalanan Ali Osman Köse için, 18 Mart’ta götürüldüğü Şehir Hastanesi’nde ameliyatla acilen kanserli böbreğinin alınması gerektiği söylenerek, ameliyat için Edirne’ye sevk edildi, oradan da acil ameliyat olması gerektiği söylenerek Trakya Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi’ne sevk edildi. Ancak hastanenin yoğunluğu gerekçesi ile, ameliyat günü dahi verilmeden, hapishaneye geri gönderildi.

Tedavi maksadıyla infazının ertelenerek serbest bırakılması yönündeki talep doğrultusunda gönderildiği Adli Tıp Kurumu ise, Ali Osman Köse için hapishanede kalabilir raporu vererek, yaşam hakkına yönelik tehdidin daha da ağırlaşmasına neden oldu.

Avukatının ısrarlı girişimleri sonucunda, Trakya Üniversitesi Hastanesi’nde 31 Mayıs 2021 günü ameliyat edilen Köse’nin sol böbreğinin tamamı ve böbrek üstü bezi alınmış, pankreas ve dalağından da patoloji için örnek alındı. Köse, geçirdiği ağır ameliyatın ardından yatağa kelepçelendi. Kendisinin ve refakatçisinin itirazlarına rağmen kelepçe çıkarılmadı.

Ali Osman Köse, ameliyatının ardından rutin hastanede kalması gereken süre dahi sona ermeden 8 Haziran’da yeniden hapishaneye sevk edildi.

Köse’nin avukatları, hapishane koşullarında Köse’nin sağlık hakkına erişmediği gerekçesiyle Anayasa Mahkemesi’ne başvurdu. AYM Köse’nin cezaevinde sağlık hakkına erişebildiği gerekçesiyle ihlal kararı vermedi.

Ağır hasta tutsak yaşanan bu sürece ve sağlık durumuna ilişkin Halkın Hukuk Bürosu avukatlarına yazdığı mektupta şu ifadelere yer verdi:

Sizi umudumuzun ve direnişimizin coşkusuyla, Ebruların sıcaklığıyla, olanca sevgimizle, özlemimizle sımsıkı kucaklıyor, selamlarımızı gönderiyoruz. Size bu mektubumda hem yeni yaşadıklarımı hem de sağlık durumumla ilgili genel durumumu yazmaya çalışacağım

Bu mektubumda sağlık durumumu ve bu noktaya nasıl geldiğini yazmaya çalışacağım;

Daha önce yazdığım mektup ve fakslarda sağlığımla ilgili bilgileri gelişmeleri aktarmaya çalışmıştım. Bunların arasında kimi hastanelerin (Devlet Hastanesi, Üniversite Hastanesi gibi ) "RAPOR" ları da vardı. En son aktardığım tarafıma 24 Eylül 2021 tarihinde getirilen 11. 08. 2021 tarihli rapordu. Rapor'un "kusur" bölümü şöyleydi: "Halen haliyle adı geçenin hastalığı nedeniyle cezanın infazının geri bıraktırılması gerekmez. Ceza infaz kurumu koşullarında hayatını yalnız idame ettirir . Sol böbrek tümöründen opere olup halen metastaz saplanmamıştır. Üç ay sonra kontrol görüntüleme için onkoloji bölümünce polikinlik kontrolü uygundur."

Avukatımın kanser hastası olduğum için infazımın durdurulması ve tedavimin dışarda yapılması talebi üzerine (14.07.2021 tarihli, götürüldüğüm Tekirdağ Şehir Hastanesi Sağlık Kurulu, yukarda aktardığım kararı alıyor. Tekirdağ 2. İnfaz Hakimliği de 16.09.2021 tarihli kararı ile avukatımın talebi reddediliyor.

Hastaneler, kurullar böylesi raporları, kararları öylesine "rahatlıkla" alabiliyorlar ki ve infaz hakimleri de bu raporları, kararları gerekçe göstererek siz avukatlarımın taleplerini reddedebiliyorlar.

Aslında hastane sağlık kurulları ve infaz hakimlikleri aktardığım kararları almasalar ne olacak ki ?... Ağırlaştırılmış hükümlülerle ilgili infaz yasaları açık...

İstanbul Adli Tıp Kurumu da farklı davranmadı. Onlar daha ileri giderek savcılık iddianamesine benzer karar oluşturdular. Adalet Bakanlığı Adli Tıp Kurumu Başkanlığı 3. İhtisas Kurulunun 05.02.2021 tarihli kararında şöyle denmekteydi; "Hükümlünün ağırlaştırılmış müebbet hükümlüsü olduğu 5275 sayılı yasanın 25. maddesinde yer alan hükümlünün infazına hiç bir suretle ara verilemez. (...) "

Peki ağırlaştırılmış müebbet hükümlüsü olmama rağmen hastane sağlık kurulları neden "hapishanede kalabilir " vb. raporların verilmesini neden istiyorlar? Bunun nedeni, ancak ve ancak mevcut sistemlerinin teşhir olmasını engellemek olabilir.

Doktorlar da bilmektedir ve hapishanelerde çeşitli hastalıklardan ölümler de gösterdi ki başta kanser hastaları olmak üzere, kronik hastalıkları ilerlemiş olan tutukluların hapishane koşullarında tedavileri- iyileşmeleri mümkün değildir. Bunu en iyi bilen de başta Adalet Bakanlığı olmak üzere tüm devlet kurumları ve doktorlardır…

Örneğin; 1994 yılında gözaltına alındığımda Ankara Emniyet müdürlüğünde (DAL) "Devrimci Sol Timinin" yaptığı işkenceler, özellikle de böbreğimin sürekli ve güçlü şekilde sıkılması ve buza yatırılmam-sarılmam nedeniyle böbreğimden rahatsızlandım. Çünkü işkencelerde, böbreğimde oluşturdukları tahribat nedeniyle "Altı ay içerisinde öleceksin." demişlerdi defalarca. Tutuklanmamla birlikte böbreğimden rahatsızlandım. Böbrek krizleri yaşadım, ilaç kullandım. Sözüm ona tedavi oldum. Hastalık ve kullandığım ilaç sayısı artınca böbrek için ilaç da kullanmadım. Sonuç: Kanser. Sol böbreğimin tamamen alınması.

Bir başka örnek: 1997 yılında Bartın Özel Tip Hapishanesine sevk edildim. Koğuştaki sağlıkçı arkadaşımızın tansiyonumu ölçmesiyle yüksek tansiyonlu olduğum anlaşıldı. Bunun üzerine revir doktorunca da belli bir süre ölçüm yapıldı ve ilaç kullanmaya başladım. 19- 22 Aralık 2000 yılında gerçekleştirilen biz devrimci tutsakları teslim alma saldırısı sonrasında Edirne F Tipi Hapishanesi'ne götürüldüm. Saldırılar çok yönlü sürüyordu ve ölüm orucuyla, feda eylemleriyle, destek açlık grevleriyle direniyorduk. Açlık grevinde olmadığımız dönemlerde revire çıkıp yüksek tansiyon ilacı talebimi söylediğimde birkaç tane vermekle yetiniyorlardı ya da hiç vermeyerek. Oysa düzenli kullanmam gerekiyordu. Hastalığımı da sindirme-teslim almada araç olarak kullanıyorlardı, şimdi de kullanıyorlar. Böylesi bir süreçte 2002 yılı olmalı, on gün içinde sekiz gece uykuda yüksek tansiyon krizi geçirdim. Kriz baş bölgesinden, kulak, çene, alın, dudak vb. elektirik verildiğinde yaşanan şiddetli acı ve şimşek çakması gibi aydınlanmalar (12 Eylül faşist cuntası günlerinde 1981'de Bursa 1. Şubede yapılan ve sık uygulanan işkence yöntemlerinden biriydi) şeklinde yaşadım. Oluşan acı işkencede yaşadığım acıdan kat kat fazlaydı. Bu krizlerle birlikte kulak çınlaması ve baş dönmesi başladı, çok sonraları hastaneye gidebildiğimde doktorlar Bu şekilde yaşamaya devam edeceksin tedavisi-çözümü yok." Dediler. Revire çıktığımda, yine tansiyon ilacım verilmedi.

2004'te burnum kanamaya başladı. Dinlenerek başıma ıslak bez koyarak ateşimi düşürerek, burnuma tampon koyarak üç gün idare edebildim. Dördüncü gün tampon da işe yaramayınca hafta sonu olmasına rağmen revire çıkmak zorunda kaldım. Nöbetçi doktor hemen tansiyonumu ölçüp "dil altı" verdi. Bir süre sonra tekrar ölçtü. Yüksek tansiyonumu 22'ye düşürebildiğini işittim. Acil hastaneye kaldırdı. Üç gün de Edirne Tıp'ta kaldım. Kanama bitince hapishaneye geri getirdiler. Doktor, burnumun kanaması sigorta işlevi görmüş, yoksa ya felç olursun ya da ölürsün demişti. O gün tansiyon ilacı yazdı ve nihayet ilaç kullanmaya başlayabildim. Daha sonra ek tansiyon ilaçları da verildi.

19-22 Aralık Katliamı sonrası getirildiğim Edirne F Tipi Hapishanesi'nde 2006 Kasımına kadar hücrede tek tutuldum. 2006 Kasımında iki kişilik havalandırması olan tek kişilik hücrede kalmaya başladım. Diğer bir ifadeyle 2006 Kasımına kadar kimse ile konuşma-görme koşulum da yoktu. Ağırlaştırılmış müebbet hükmü ise 2017 Temmuzunda uygulanmaya başladı, müebbet hükmüm

2004 yılında baş dönmesi , diz üstünde yanma, uyuşma çok ilerlemişti. Revire çıktığımda doktor madde 399 için başvurmamı istedi. Ölüm orucu direnişçisi veya gazisi olmadığım için kabul etmedim. Diz üstündeki yanmalar, acılar ve uyuşmanın açlık grevleri ve ölüm oruçlarının sonuçlarından biri olan doku kaybından kaynaklı olduğu ve tedavisinin mümkün olmadığını B1 vitamini yazabileceğini söyledi ve B12 vitamini kullanmaya başladım. Ama pek işe yaramadı.

Mide rahatsızlıkları ve hemoroid 12 Eylül yıllarındaki tutsaklığımda başladı. 2000 yılı sonrası bunlara varis, prostat da eklendi. Kullandığım ilaç sayısı artınca böbrek ve mide ilaçlarını kullanmayı bıraktım.

2020 yılı Haziran ayı başında, 2019 yılında başlayan ve ölüm orucuna dönüşen direnişe destek vermek için arkadaşlarımla birlikte bir aylık açlık grevine başladım. Altıncı-yedinci günden sonra şeker, çay, limon, B12 vb. alamadım, aldığımda istifra ediyordum. Açlık grevinin son haftasında iyice kötülemişim. Açlık grevi sonrası normalleşmem gerekirken komalık olmuşum. Temmuzun ilk haftası hastaneye götürülmüşüm ve karantinaya alınmışım.

O günleri hatırlamıyorum. O günlerde birlikte kaldığım arkadaşım Barış Aras o günleri daha sonra "Özellikle ilk iki gün başucunda öleceksin diye ağladım." diye aktardı.

Yürüme yeteneğimi tamamen yitirmiştim, belleksiz günlerim sonrasında avukatlarımın infazımın durdurulması ve tedavimin dışarda yapılabilmesi için başvurmaları üzerine önce Tekirdağ Devlet Hastanesine götürüp getirdiler. Sağlık Kurulu Raporu hazırlamışlar. Daha sonra Tekirdağ Üniversite Hastanesi gel-gitleri ve Sağlık Kurulu Raporu ve sonunda İstanbul Adli Tıp Kurumu'na gönderilmemiz geldi. Bu arada tarih de 03 Şubat 2021 olmuştu.

Ve tabi ki tüm hastane sağlık kurullarıyla birlikte Adli Tıp Kurumu da "sağlığı iyidir" anlamına gelen "hapishanede kalabilir" raporları vermişken Adli Tıp Kurumu "Ağırlaştırılmışların ancak ölüsü hapishaneden çıkabilir. " ifadesini bulan kararını açıklamıştı. Bu arada yedi ay geçmişti. 16 Şubat'ta korona testim pozitif çıktı. Tabi ki yine "sağlığım iyi" diye avukatlarımın infazın durdurulması talebi reddedildi.

Peş peşe verilen "sağlığı iyidir, hapishanede kalabilir" raporları ve kararlarının ardından 10 Mart 2021'de Tekirdağ Namık Kemal Üniversitesi üroloji- cerrahi bölümü sol böbreğimde 9 (dokuz) cm'lik kist olduğunu ve acil ameliyat gerektiğini söyledi.

19 Mart 2021'de götürüldüğüm Tekirdağ Şehir Hastanesi üroloji bölümü doktoru sol böbreğimin kanser nedeniyle tamamının, acilen alınması gerektiğini belirtti.

Ben "acil ameliyat" beklerken 26 Mart 2021 tarihinde Trakya Üniversitesi Tıp Fakültesine sevk edileceğim bilgisi verildi. 31 Mart'ta Edirneye götürüldüm. 5 Nisan'da tekrar Edirneye götürüldüm ve sol böbreğimin tamamının alınacağı "acil ameliyat" gerektiği söylendi. Fakat, ancak Mayıs ayında ameliyat yapabileceklerini, gün veremeyeceklerini belirttiler. Ameliyat günü verilmesi, başka hastaneye götürülmem için Sağlık Bakanlığına, Adalet Bakanlığına yazdık, bir cevap gelmedi. Ve Mayısın son günü 31 Mayıs'ta ameliyat edebildiler.

Kısacası 2020 Temmuzunun başından Adli Tıp Kurumunun Sağlam, hapishanede kalabilir." rapor ve kararının alındığı güne kadar yani Mart ayına kadar kanser teşhisi konulmadı. Aradan tam dokuz ay gecmiş oldu. Doktorlardan bu boyutta bir kitlenin 2-4 yıl arasında oluşabileceğini öğrendim sonradan. 11 ay sonra da ameliyat edebildiler. İşte tutsaklık koşullarında yaşanan bir gerçeklik.

Bugün sağlık durumum nasıl?

Sol böbreğimin tamamı kanser nedeniyle alındı. Üç ay aralıklarla kontrollerim devam edecekmiş. Ama ne belge verildi ne de doktor ya da sağlıkçı tarafından söylendi. Daha ötesi 03 Ağustos 2021de Edirnede çekilen kemik MR'ı ile ilgili de bilgi de verilmedi.

02 Kasım 2021 'de Valilik İnsan Hakları Komisyonu'ndan geldiklerini söyleyen iki avukata da belirttiğim gibi, başta yargı olmak üzere tüm devlet kurumları emir - talimatlarla işlemler yapılmakta, kararlar almaktadır. Aksini düşünen de yok zaten. Pratikte yaşananlar ortada. Öylesine üst boyutta ve açık yaşanıyor ki AYM başkanının bile bunu kabul ettiğini de söyledim. Yine devletin kontrgerilla faaliyetlerinde de kullandığı, çıkar çatışması nedeniyle kimi şeyleri açığa çıkaran Sedat Peker'in bile Adli Tıp Kurumu kararlarını İçişleri Bakanı S. Soylu'nun talimatıyla verdiğini itiraf ettiğini de söyledim.

Yine Adalet Bakanlığının ve İçişleri Bakanlığının hakkımda nasıl bir dosya oluşturduğunu bilmesem de yargılandığım dava (eski adalet bakanı Mehmet Topaçın cezalandırılması) ve ağırlaştırılmış müebbet hükümlüsü olmam nedeniyle, doktorların, sağlık kurullarının hakkımda "hapishanede kalamaz" raporu vermelerinin talimatla engellendiğini ve yine mevcut belgeler de dahi sahtekarlık yapabileceklerini düşündüğümü de belirttim. Yine tüm bu vb. nedenlerle doktorların hazırladıkları raporlara güvenmediğimi de ekledim.

Evet kanser hastasıyım öncelikle.

1997'de yüksek tansiyon teşhisinin konulmasından bugüne pekçok kez tansiyon krizi yaşadım. Yüksek tansiyon hastalığım da devam etmektedir.

Yüksek tansiyon krizinden kaynaklı başlayan kulak çınlaması ve baş dönmesi 2020 Temmuzunda ölümün kıyısından döndüğüm süreçle birlikte ilerledi. Özellikle baş dönmesi nedeniyle yürüyememekteyim. Tutunmam gerekiyor. Kısa mesafede bile.

Sol kulağım geçmişten itibaren işitmiyordu. Buna kulak çınlaması da eklendi. Özellikle kimi zamanlar kulak çınlaması çok şiddetleniyor. Böylesi dönemlerde günlük yaşamımı etkilemekte, özelikle de işitmede çok zorlanıyorum.

2003 -2004te başlayan ve giderek ilerleyen ama özellikle de 2020 Temmuzunda yaşadığım o ölümün kıyısından döndüğüm günlerden sonra diz üstündeki yanma-acı verme otururken de etkilemektedir. Ancak özellikle geceleri uykusuz bırakıyor. Önlem olarak sebzelikten ranzaya çardak oluşturuyoruz . Böylece battaniye vb. örtünün dizimin üstüyle temasını engellemeye çalışıyoruz. Ancak buna rağmen pek çok gece ne sırt üstü ne de yüz üstü yatamadığım için uykusuz kalıyorum.

Prostat rahatsızlığım hastalığım uzun süredir devam ediyor. İlaç kullanmama rağmen ilerlemiş durumda.

Varis hastalığı vardı ve ilaç kullanıyordum. Ancak 2020 Temmuzu sonrasında oldukça kötüleşti. Revir doktoru kılcal damar çatlaması nedeniyle acil ameliyat gerekiyor demişti. Ama riskleri var diye de eklemişti. 23 Kasım 2021de ultrason çekimi yapıldı. Kalp-damar hastalıkları doktoru ek ilaç yazdı ve altı ayda bir kontrol edilmem gerektiğini raporuna eklediğini belirtti.

Hemoroit 12 Eylül yıllarında başlamıştı. İyice ilerlemiş durumda. Ameliyat da gerekiyor olabilir. Ama şimdilik ciddi sorun yaratmıyor.

Şeker hastalığı riski taşıdığımı ve kontrol altında tutulmam gerektiği için kanser ameliyatı sonrası Edirnede üroloji bölümü başkanı söylemişti. O günden bugüne kadar kimse bir şey söylemedi. 23 Kasım 2021de Tekirdağ Şehir Hastanesine götürüldüğümde hatırlattım. Kan ve idrar tahlili gerekiyormuş, benim söylememle yaptılar, şu ana kadar herhangi bir bilgi verilmedi.

Yine 31 Mayıs 2021'de yapılan kanser ameliyatı sonrası üroloji bölümü başkanı "En sağlam kaslarını kesmek zorunda kaldık. Bel fıtığı olma ihtimalin yüksek." demişti. Bu gerçek haline gelmeye başlamış olmalı. Çünkü yaşamımda kendini hissettirmeye başladı.

Karaciğerimde kist olduğu da 31 Mayıs 2021de yapılan ameliyat sonrasında tespit edilmişti. Ancak "nötr" olduğu belirtilmiş, ameliyata gerek yok denmişti. 27 Ekim 2021de yapılan MR çekiminde söz konusu karaciğerdeki kist ile ilgili ayrıntılı çekim gerektiğini dışardaki uzman doktorun belirttiğini avukatım söyledi. Yine kolesterolün yüksek olduğunu ve D vitamini eksikliğinin belirgin halde olduğunu avukatım söylemişti. Ben de avukatım da PET çekimi yapılması için başvuru yaptık, bir sonuç yok.

Sağlığımla ilgili gelişmeleri aktarmaya çalıştım, umarım anlaşılır olmuştur. Epeyce uzun da oldu kusuruma bakmayın; ama kendim üzerinden hasta tutsakların yaşadıklarını da anlatabilmek istedim. İnfaz ertelemesi bir hak olmasına rağmen bu hakkın kullandırılmaması için hasta tutsaklara iyisin, iyisin diyorlar. Ben de kanser olmasına rağmen defalarca iyisin denilmiş biri olarak tahliye edilmeyen hasta tutsakların durumunu göstermek istedim.