İstanbul Ümraniye'de 8 Ocak 1996 yılında cezaevinde öldürülen siyasi tutuklular Orhan Özen ve Rıza Boybaş’ın cenaze törenlerini “Mutlaka ben izlemeliyim” diyerek gittiği haberde gözaltına alındıktan sonra dövülerek öldürülen Evrensel Gazetesi Muhabiri Metin Göktepe’nin katledilmesinin üzerinden 24 yıl geçti. Bin kişi ile birlikte tutulduğu Eyüp Kapalı Spor Salonu'nda dövülerek öldürülen Göktepe cinayeti o dönem Türkiye’de çok büyük bir yankı uyandırdı.
 
CİNAYET KABUL EDİLMEK ZORUNDA KALINDI
MA'nın haberine göre; Göktepe’nin öldürülmesinden hemen sonra dönemin İçişleri Bakanı Teoman Ünüsan 11 Ocak 1996 gününde bir televizyon programında “Konuyla ilgili tam bilgim yok. Ancak son gelen bilgiler Metin Göktepe'nin duvardan düşerek öldüğü şeklindedir!” şeklinde açıklama yaptı. Ancak kısa bir süre sonra "Duvardan düştü” denilen Göktepe’nin ölümü kabul edilmek zorunda kalındı. Göktepe’nin öldürülmesinden sonra açılan davalar ilden ile taşınarak 4 yıl sürdü. Şubat 1999 yılında karara bağlanan davada mahkeme 11 memurdan altısına 7 yıl 6 ay hapis cezası vermiş, ancak usül yönünden dava bozulmuş ve 5 Mayıs 1999 tarihinde Yargıtay tarafından, ceza alan altı memurdan beşinin cezası onanmış, sanık emniyet amirine verilen ceza ise esastan bozulmuştu. Kamuoyunda Rahşan affı diye bilinen afla şartlı tahliyeden yararlanan polisler toplam 1 yıl 8 ay cezaevinde kalır.  
 
‘YOĞUN BASKILARIN OLDUĞU BİR DÖNEMDİ’
 Metin Göktepe’nin öldürüldüğü dönemde de gazeteciler üzerinde yoğun baskıların olduğunu söyleyen Evrensel Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Fatih Polat, 1990’lı yılların başında Kürt sorunu ile bağlantılı olarak Kürt basınında çalışan gazetecilerin art arda öldürüldüğü bir dönem olduğunu söyledi. Hüseyin Deniz, Ferhat Tepe, Musa Anter gibi isimlerin katledildiği bir sürecin yaşandığını dile getiren Polat, sadece Kürt basını değil bölgede çalışan muhalif gazetecilerin de hedef alındığını, Gerçek Dergisi Diyarbakır temsilcisi Mahmut Tarancı'nın da katledilen gazeteciler içinde olduğunu söyledi. Bölgede Kürt basınında çalışan gazetecilerin öldürülmesinin, batıda da gazetecilere dönük baskıların hat safhada olduğunu dile getiren Polat, “Ülkede demokrasinin baskılandığı bir ortamda, hak arama mücadelelerini izleyen gazetecilerin farklı biçimlerde polis şiddetine maruz kalıyorlardı. Metin’in öldürülmesi de böyle bir olaydır” dedi.
 
‘MUTLAKA BEN İZLEMELİYİM’
 Göktepe’nin Ümraniye Cezaevi'nde iki siyasi tutuklunun öldürülmesinden sonra yapılan cenaze törenini “Mutlaka ben izlemeliyim” diyerek habere gittiğini aktaran Polat, şöyle devam etti: “Bu cümle bir kararlılık ifadesidir. Uzun yıllar hafızalardan silinmeyen bir cümle oldu. Metin öldürüldükten sonra dönemin yetkilileri, bakanları, savcıları önce gözaltına alındığını inkar ettiler, daha sonra duvardan düşerek öldüğünü öne sürdüler. Ancak güçlü bir mücadele oldu, Metin’e indirilen copları o dönem genç gazeteciler kendilerine indirilmiş olarak kabul ettiler ve Türkiye’nin pek çok yerinde basın meslek örgütlerinin önlerinde eylemler oldu. Meslektaşların ve basın meslek örgütlerinin çok ciddi sahiplenmesi oldu. Metin’in haberini yaptığı kesimler, yoğun bir şekilde sahip çıktılar ve bu mücadelenin ardından Metin’in gözaltına alınarak, dövülerek öldürüldüğü kabul edildi.”
 
‘BUGÜN GAZETECİLİK ÖLDÜRÜLMEK İSTENİYOR’
 Göktepe davasının kamu görevlilerinin bir gazeteci cinayetinden yargılanıp ceza aldıkları dava olduğunu ifade eden Polat, Göktepe’nin öldürülmesinden sonra da gazeteci cinayetlerinin son bulmadığını söyledi. En son Agos Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Hrant Dink, yine Adana’da öldürülen Özgür Gündem Gazetesi dağıtımcısı Kadri Bağdu cinayetlerini hatırlatan Polat, en son 15 Temmuz darbe girişiminden sonra çıkartılan Kanun Hükmünde Kararnameler (KHK) ile TV’lerin, gazetelerin ve onlarca yayın organının kapatıldığını, muhalif basının sürekli kıskaç altına alındığını belirtti. Ülkede yüzün üzerinde gazetecinin cezaevinde olduğunu ve her gün gazetecilerin davalarının görüldüğünü sözlerine ekleyen Polat, “Dönemi dönemle kıyaslamak zor, belki bunun gibi bir dönemin yaşanmadığı şeklinde değerlendirmeler de yapılıyor bu dönem açısından ama daha önceki 90’lı yıllar Metin’in öldürüldüğü dönem, gazeteci cinayetleriyle tanımlayabileceğimiz bir dönemdi bugün, gazeteciliğin belki öldürülmek istendiği bir dönemden bahsedebiliriz” diye konuştu.
 
‘TÜM BASKILARA RAĞMEN…’
 Tüm baskılara rağmen, gazeteciliğe sahip çıkmak adına önemli mücadelelerin de yürütüldüğünü kaydeden Polat, “Metin Göktepe’nin kararlılığının pek çok gazetecide aslında bugün devam ettiğini söyleyebiliriz. Yüzün üzerinde gazetecinin tutuklu olduğu gerçeği de aslında Türkiye’de iktidarın karşısında gerçekleri şu ya da bu biçimde yazmak konusundaki gazeteci tutumunun bir fotoğrafını gösteriyor. Evrensel, Yeni Yaşam,  Birgün, muhalif haber siteleri var dolayısıyla bütün iktidar hegemonyasına rağmen, bu cenah güç oluşturuyor. Türkiye’de Cumhuriyet tarihi boyunca basın üzerinde baskılar devam etti. Ancak bu alanı bitirmek için çok şey yapıldı ama bitirilemedi. Toplumsal mücadeleler devam ettikçe o mücadeleye ses olan yayın organları da olmaya devam edecektir. Türkiye aynı zamanda gazetecilerin mücadele ettiği bir ülke dolayısıyla boyun eğmeyen bir gazetecilik damarının hala diri olduğunu görebiliyoruz” ifadelerini kullandı.
 
‘O DAMAR HALA ÇOK GÜÇLÜ’
 Yaşanan büyük acılara rağmen gazetecilik damarının hala çok güçlü olduğunu dile getiren Polat son olarak şunları söyledi: “Hiçbir zaman ümitsiz olmamak lazım. Metin Göktepe davası sahip çıkan gazeteciler içinde belki, bütün diğer genç gazeteciler adına da, hepsi adına dönemin Türkiye Gazeteciler Cemiyeti (TGC) başkanı Nail Güreli’yi de saygıyla anmak isterim. Geçmişte kaybettiğimiz meslektaşlarımızın ayaklarının izine basarak yürüyoruz ve onların gerçeğe sahip çıkmak konusunda ortaya koydukları cesaret bize büyük bir sorumluluk yüklüyor. Ben bundan sonra da gazetecilerin çeşitli baskı süreçlerine rağmen dik durmaya devam edeceğini düşünüyorum.”