İslam Peygamberi Mısır, Bizans ve Pers krallarına birer mektup göndererek dinine davet etmişti.

İslam’ın yayılma sürecinde ise; İstanbul’un ele geçirilmesi hedefi konulmuş. ”İstanbul’u alan komutan ne güzel komutandır” dediğine inanılır.

Müslüman Arap orduları Bizans sınırlarını ve İstanbul’u zorlamaya başladıklarında; Hırıstiyan Avrupa için “Şark Meselesi” başlamıştı.

Türkler daha Müslüman olmamıştı.

Müslüman Arap orduları Pers İran’ı üzerinden Horasan’a dayandıktan sonra Türkler de İslam’la tanışmaya başladı. Birçok dövüşken Türk komutan; Emevi ve Abbasi ordularında paralı asker oldu. Daha sonra Büyük Selçuklu Devletini kuran Sultan Tuğrul, Abbasi Halifesi adına hutbe okutmakla Müslüman olduklarını ilan etti. Yaşlı halifeye kızını vererek de akrabalık kurdu.

Bundan itibaren İslam Halifeliği Devleti’nin vurucu gücü; Türkler olmaya başladı. Hırıstiyan Dünya için artık Şark Meselesi temsilcisi olarak Türkler görülmeye başlandı.

Haksız da değillerdi. Çünkü Hun İmparatoru Atilla’dan sonra Selçuklular Bizans’ın korkulu rüyası olmaya başlamıştı. İslam ile Hırıstiyanlık, iki amansız rakip olmaya başlamıştı.

Bundan önce, 1. Halife Hz. Ebubekir tarafından Şam Valilisi olarak atayarak Mekke’den uzaklaştırılan Ebu Süfyan; oğullarıyla Suriye yöneticisi oldu. Ancak oğlu Muaviye; 4. Halife olan Hz. Ali’ye isyan ederek “Hakem Olayı” ile halifeliği ele geçirdi.

Muaviye, yaşadığı süre için halife kabul edilmişti. Fakat Hz. Muhammed’i doğup büyüdüğü topraklardan Medine’ye sürgün (hicret) zorunda bırakan Süfyan Ailesi kinini unutmamıştı. İsyan ile Peygamber halifeliğini ele geçirip Ehl-i Beyt’e amansız düşmanlık yöneltmeye başladı. Şam’daki büyük kiliseyi cami yaparak biat toplamaya başladı. Medine mescidindeki Peygamber mimberini söküp taşımaya çalıştı. Önce Hz. ALİ’yi, sonra halifeliği bırakacağı Ali oğlu Hasan’ı ortadan kaldırdı. Ardından oğlu Yezit için, devletin makamlarını ve parasını ikram ederek (rüşvet vererek) biat toplamaya başladı.

Bu süreçte İstanbul muhasarası da gerçekleştirilmişti.

Abbasiler döneminde Türkler “İslam Kılıcı” olmaya başlayınca; işgal etmek üzere Bizans topraklarını ve nihayetinde İstanbul’u hedef koydular. Anadolu Selçuklu müslümanları olarak Anadolu’yu denetimine aldılar.

Ardından Osmanlı Beyliği Orhan Gazi, Yıldırım Bayezid, 1. Mehmet ve 1. Murat’tan ile beylikten devlete yükselir. Ve nihayet İstanbul surları içine sıkışmış Bizans İmparatorluğunun son parçasını da II. Mehmet (Fatih Sultan) ele geçirmeyi başarır.

Böylece hem Roma İmparatorluğu’nun son kalesini ortadan kaldıran Fatih Sultan Mehmet; çağ kapatıp çağ açtı.

Kuşatma sırasında Katolik Kilisesi karşısında Ayasofya Kilisesinde toplanmış olan Ortodoks din adamları; “Katolik başlığını kabul edeceğine İslam serpuşunu tercih ederiz” demişlerdi.

Hem tercihe ve hem de Hırıstiyan anneye saygı saygı olarak Fatih Sultan Mehmet; 530’larda İmparator Jüstinyen tarafından inşa edilmiş olan dünyanın en büyük kubbesine sahip Ayasofya Kilisesi’ni; kendisini Osmanlı ve Roma hakimi ilan ederek, yaşatmaya karar verdi. Hz. Meryem, Hz. İsa ve İmparatoriçe Zoe’nin resimleriyle süslü Ayasofya’da namaz kılarak burayı mabed (Allah’ın evi) olarak koruyacağı mesajını verdi.

(İmaratoriçe Zoe, İmparator 8. Konstantin’in kızıdır. 48 yaşına kadar evlenmemiş. Erkek çocuğu olmayan babasının ölüm yatağındaki ricası üzerine kendisinden 20 yaş büyük Romanos Argiros ile evlenir. Argiros imparator, kendisi de imparatoriçe olur. 6 yıl sonra çocuksuz ve dul kaldı. Bunun üzerine aşık olduğu için hizmetine aldığı ve kendisinden 30 yaş küçük olan yakışıklı ama cahil köylü çocuğu Mikhail ile evlendi. 7 yıl sonra Mihail imparatorluğu bırakıp keşiş oldu ve manastıra çekildi. 61 yaşındayki Zoe, Mihail’in 26 yaşındaki yeğeni Mikhail’i evlat edinerek tahta oturttu. Ancak Zoe’yi saf dışı etmeye kalktı. .Zoe’ye yakın komutanlar isyan ederek Mikhail’i tutsaklayıp gözlerine mil çekerek Sakız adasına sürgün etti. Zoe, bu kez de Konstantin Monomkos ile evlenerek tahtı doldurdu. 70 yaşında dünyadan göçtü. İlk evlendiğinde Ayasofya’da kendisi ile kocasının Hz. İsa huzurunda evlendiğini seramikle resmetmişti. Her yeni evlenince, eski kocasının yüzünü kazıtıp yenisinin suratını kazımıştı.

Kasım 1918 ile 6 Ekim 1923 yılları arasında İngiliz, Fransız, İtalya (1. Dünya savaşı galibi bağlaşıklar); İstanbul ile Ayasofya’yı işgal ettiler. Lozan’ı gerçekleştiren Mutafa Kemal Paşa, İstanbul’u ikinci kes feth etti; İşgalcileri kovdu. Böylece Ayasofya ile birlikte Yeni Cami, Sultanahmet, Süleymaniye, Fatih ve diğer camiler de kurtarıldı.

Bundan 12 yıl sonra, Fatih Mehmet anlayışıyla hareket eden Mustafa Kemal Paşa; özgüvenle dünyaya barış mesajı verdi. Ayasofya’nın iki dinin mabedi ve antik eser olarak muhafaza edilmesine; Birleşmiş Milletler’in de onayıyla karar verdi.

Türkiye Cumhuriyeti Devleti’inin kurtarıcı ve kurucu iradesine Emevi kiniyle saldıranların Lozan’ın 97. günü; Sultanahmet, Süleymaniye, Fatih vb camiler doldurulamazken, alel acale düzenlenen bir siyasi şovla Cumhuriyet’e meydan okudu. Zaten devamlı Ean okunan ve namaz kılınan Ayasofya, bütünüyle müzelikten çıkarıldı.

Ayasofya’yı cami, Çankaya’yı “Ezankaya” yapma sloganları, aslında laik Cumhuriyet’e bir meydan okuma ve rövanş alma ifadesiydi.

Aslında partili Cumhurbaşkanı, 2016’dan beri çıkarmakta olduğu kararnamelerden biriyle yapacağı işi Danıştay kararına istinat ettirerek; ince bir hesabı ortaya koymuş oldu. Diyanet’in başındakine cüret verdi.

Danıştay kararı açıklanmazdan iki günce AKP Genel Başkan Yardımcısı Numan Kurtulmuş; zaten bayram’dan önce gerçekleşeceğini beyan etmişti. Nitekim partili Cumhurbaşkanı da, kararın verildiği gün, imzalayarak Resmi Gazate’de yayınladı. Böylece 1. Meşrutiyet’in 1908’de ilan edildiği, Lozan Anlaşması’nın imzalandığı ve T.C.’nın resmen kurulduğunun tescil edildiği gün olan 24 Temmuz’da, toplu namaz kılınacağını duyurdu.

Bir gün önce veya sonra olsa sanki değer yitirecekti!

4-5 günde koca Ayasofya’yı kaplayacak halıların dokunması olanaksız iken; hazırlıkların Danıştay kararından emin şekilde önceden yapıldığını gösteriyor.

Müze cami Ayasofya’nın sadece cami olması isteğini bir yıl önce “istikamet sapması” olarak niteleyen Cumhurbaşkanı; bir yılda nasıl değiştiğini bilemeyiz. Ama Başbakan olarak AKP milletvekilleriyle 2005nyılında katıldığı AB Karma Parlamento Komisyonu’nda Fransız parlamenter Jaques Toubo’un “siz artık Sevr’i kabul edin” önerisine tepkisiz kalmış olmasını (Meriç Velidedoğlu-Cumhuriyet) anımsıyoruz..

Oysa Fatih Sultan’ın da dahil olduğu Türkler’de “devlet-i müddet ebet” anlayış hakimdir. Bu ifade; devletin ölümsüzlüğünü, kurucu yasalarının tartışılmazlığını ve kurucu babalara kalıcı saygınlığı ifade eder. Dünyada da bu böyledir (eski müftü ve Kayseri milletvekili Gani Aşık).

Zaten Mustafa Kemal Atatürk de Fatih Sultan gibi, Hac Suresi’nin 40. ayetinin bilincinde olmuştur. İkinci kez kurtardığı Ayasofya’yı, 12 yıl sonra ortak değerdeki yapı olarak ilan etmiş; gerçek barışın mesajını vermiştir.

Ama Müslüman Kardeşler kurucusu Hasan el-Banna’nın (1906-1949) 1928’de ve “Yoldaki İşaret” kitabıyla Seyyid Kutup’un önerdiği “cihat” anlayışında olanların evrensel barış gibi bir derdi olmadığı görülüyor!

İslam şeriatını getirmek için “batılı ezmek, Hakk’a zafer kazandırmak için sonuna kadar savaş” amaçlamış cihatçıların Kudüs’te Yehova Krallığı kurmak hayalperestlerinden ne farkı vardır?

El Kaide ile IŞİD ve diğerleri İhvan’ın türevleri değil midir?