103 emekli amiralin 4 Nisan’da yayınladıkları bir bildiri ortalığı karıştırdı. Bildiri, son günlerde iktidarın tartışmaya açtığı Montrö Boğazlar Sözleşmesinin önemi ve tarikat cüppeli amiral meselesinden duydukları üzüntüleri üzerineydi. İktidarın yeni bir mağduriyet yaratmak, “demokrasi ve milli iradeyi” ne kadar çok önemsediklerini (!) sert şekilde vurgulamak için ayaklarına gelen bu harika pası gole çevirmemesi düşünülemezdi elbet. Bu bildiriden azami siyasal faydayı sağlamaya derhal başladılar.

“Bana her şey seni hatırlatıyor” şarkısında olduğu gibi, iktidar gündemdeki her konuyu bir şekilde Kanal İstanbul’a bağlıyor. Çevre ve Şehircilik Bakanı Murat Kurum bildiriye karşı yaptığı açıklamada (bağlantı pek anlaşılamasa da) “Kanal İstanbul’u yapacağız. Şimdi her zamankinden daha çok inanıyoruz” dedi.

Cumhurbaşkanı Erdoğan da bildiriye yanıtında Kanal İstanbul’a değinmeden geçemedi. "Türkiye, Kanal İstanbul sayesinde Montrö'deki sınırlamalarının dışında tamamen kendi egemenliğinde bir alternatife kavuşmuş olacaktır. Bu bizim egemenlik mücadelemizdir." dedi.

Ülkede yokluk, yoksulluk, işsizlik, hukuk, demokrasi, pandemi, vb. sorunlar yok, varsa yoksa Kanal İstanbul! Her gelişme, kanal İstanbul ısrarının haklı dayanağı olarak sunuluyor, her fırsatta "Onlara rağmen inadına Kanal İstanbul’u da yapacağız" diyorlar. Üstelik bu akıl ve bilim dışı projenin hiçbir rasyonel ihtiyaca dayanmadığı gibi ülkenin hiçbir sorununu çözmeyeceği de iyi biliniyor.

Bu konuda üç yıldır yazılar yazan birisi olarak önce son gelişmeleri kısaca anımsatmaya, sonra bu ısrarın sebeplerini açıklamaya çalışacağım.

Projenin Rant Yönü Açıktan Öne Çıkartıldı
Son günlerde projede yapılan değişiklikler, bu konudaki ısrarın tamamen rant yaratma amacından kaynaklandığını bir kez daha kanıtladı. Çevre ve Şehircilik Bakanlığı Kanal İstanbul Çevre Düzeni Planı’nda değişiklik yapıldığını duyurdu. Kanalın kuzey girişinin doğusunda yer alan üniversite-özel sektör işbirliğini artırmak için önerilen lojistik ve teknoloji geliştirme bölgeleri plandan çıkarıldı. Ayrıca havalimanı komşuluğunda yer alan turizm bölgesinde yapılması planlanan kongre ve fuar merkezlerinden vazgeçildi. Bunların hepsinin yerine yeni konut alanları konuldu.

Projeyi uygulamaya kararlı olanlar iktidarın emrindeki bürokrasi, kontrolündeki yargı tüm olmazları bir şekilde olur hale getirmeye çalışıyor. Konu ile ilgili İBB’nin, meslek odalarının ve sivil toplumun yasal itiraz süreçleri devam ediyor. Ancak iktidar her alandaki gücü ile bu karşı mücadeleyi engellemeye kararlı görülüyor. Açılan karşı davalarda mahkemelerin atadığı bilirkişiler açıktan iktidar yanlısı tutum alan akademisyenlerden seçiliyor. Temel amacı sıradan rant yaratmak olan bu girişim “devlet projesi” kılıfına sokulunca, itiraz edenlere de “devlete karşı gelenler” muamelesi yapılıyor.

Adrese Teslim Devlet Garantili Rantlar
İktidar yaptığı mega projelerle çok gurur duyuyor. Ancak bu projelerin hiç birisi özel girişimlerin olası ticari riskleri göze alarak yapmış oldukları yatırımlar değil. Yap işlet devret veya kamu özel işbirliği yöntemiyle yapılan tüm büyük projeler zararına çalışıyor. Ekonomik rasyonalitelere dayanmayan bu akıl dışı mega projelerin bedellerini bizler gibi gelecek kuşaklar da ödemeye devam edecekler.

Çevresel zararları bir yana, Kanal İstanbul’un ekonomik yatırım olarak asla rasyonel olmadığı, bu sebeple iç-dış yatırımcı bulunamayacağı gerçeği, projeye karşı olanların en büyük umuduydu. Hiçbir yatırımcı böyle akıldışı ekonomik bir riske girmeyeceğine göre geriye hangi seçenek kalıyor? Maalesef korktuğumuz başa geliyor, Kanal İstanbul da diğer mega projeler gibi devlet garantisi ile yapılacak!

Cumhurbaşkanlığının 20 Mart gecesi Resmi Gazete’de yayınladığı bir kararname ile Ulaştırma ve Altyapı Bakanlığı’na çok geniş şekilde hazine garantisi verme yetkisi tanımlandı. ‘Yap-İşlet-Devret’ diye bilenen kanuna geçici bir madde eklenerek, Kanal İstanbul projesine devlet garantisinin önü açılmış oldu.

Proje Öngörüleri Sürekli Değişiyor
Bu proje ile ilgili öngörülen maliyet, süre ve gelir hesaplarının hepsi hayali ve farazi. Doğa rantının nakde çevrilmesi, arazi spekülasyonu ile yakın ve yandaşların zengin edilmesi, ekonomi çarklarının bir süreliğine döndürülmesi amaçlanıyor. İkincil, üçüncül kazanımlar olsa da temel ve öncelikli amaçları bu.

10 yıldır gündemde olan bu proje ile ilgili yapılan açıklamalardan hiçbirisi, bir önceki açıklamaları ile uyuşmuyor. Nasıl olduğunu kısaca hatırlatayım:

*Kim Yapacak: Düne kadar ”projeyi devlet olarak biz yapacağız” diyorlardı ki bu hiç mümkün değildi. Sonra “yap-işlet-devret modeli ile yapılacak” dediler. Şimdi ise devlet garantisi finansmanı yöntemiyle yapılacağı anlaşılıyor. Başka da çareleri yok; çünkü proje rantabl değil, akla ve ekonomik rasyonalitelere hiç uymuyor.

                * Maliyet ve Kâr Beklentisi: Önceki Ulaştırma ve Altyapı Bakanı Cahit Turhan Ocak 2020’de yaptığı açıklamada özetle,“kanal toplam maliyeti 15 milyar dolar, geçecek gemilerden alacağımız para asgari yıllık net 1 milyar dolar civarında olacak” demişti. Bu gelir beklentisi fazlaca iyimser bulunsa da, en iyi ihtimalle maliyet 15 senede karşılanacaktı. Çevre ve Şehircilik Bakanı Murat Kurum ise son (emekli amiraller kapsamındaki) açıklamasında Kanal maliyetinin (nasıl olacaksa) birkaç yılda karşılanacağını söyledi. Bu açıklamalarda akıl, mantık ve matematik var mı? Öte tarafta ücretsiz geçişe hazır İstanbul boğazı dururken Kanal birkaç yılda 15 milyar doları nasıl kazanacakmış, açıklanamıyor.

*Süre: Önceleri 2018’de başlayıp 2023’de bitiririz dediler. Sonra, 2025’de bitecek dediler. Şimdi ise başladıktan sonra 7 yıl sürecek diyorlar. En iyimser tahminle seneye başlasa 2030’u bulacak bitmesi. Zaten iktidar için projenin başlaması yeterli, bitmese de olur. O zamana kadar yerlerinde duramayacaklarını da biliyorlardır illa ki.

* Ebatları: 2011’de proje ilk ortaya atıldığında üst genişliği 400 metre idi, 2018’de 275 metreye düştü. 2019’da ise (maliyet düşsün diye) üst genişlik üçte bire, yani 150 metreye kadar indirildi.

Son Can Simidi; Kanal İstanbul
İstikrarlı kalkınma için öncelikle bilimsel eğitime, araştırma ve geliştirmeye (AR-GE), sanayiye, teknolojik altyapıya, tarıma, hayvancılığa vb. yatırımlar yapılması gerekiyordu. Toplumun topyekûn kalkınması ve kalıcı ekonomik refah uzun, sıkıntılı ve siyasal riskler barındıran bir süreç olduğundan, bu yolu hiç tercih etmediler. Tüm planlarını hep en yakın seçimi kazanmak üzerinden kurguladılar.

Kalıcılıkları gitgide daha da zorlaştığından, kısa dönemli planlardan uzun dönemli kalkınma modeline dönmeleri bu saatten sonra zaten beklenemez. Bu yüzden kısa dönemde toplumda göreceli refah yaratan inşaata, betona, mega projelere devam etmek zorunda hissediyorlar.

Niyetleri önümüzdeki onlarca yıl sonra bu projeden beklenen gelirler değil, üstelik öyle bir gelirin olmayacağını da iyi biliyorlar. Tek meseleleri; bugünü ve yakın geleceği kurtarmak. Ekonominin iyice tıkandığı son dönemde bu işi (devlet garantisi ile de olsa) yapmak zorunda hissediyorlar.

Çözüm; Kuzey-Batı İstanbul Rantı
Bu proje ile (bugün su havzası, tarım ve orman alanı olan) kuzey-batı İstanbul’u tamamen imara açacaklar. Burada kurulması planlanan 2-3 milyonluk yeni şehir projesi ele alınmadan Kanal İstanbul’da ısrarın sebebi anlaşılamaz.

2023 vizyonu kapsamında İstanbul’un Avrupa yakasının kuzeyinde kurulması planlanan yeni şehrin üç sacayağından ikisi tamamlandı: Yavuz Sultan Selim Köprüsü (birlikte Kuzey Marmara Otoyolu) ve Yeni İstanbul Havalimanı yapılırken Kanal İstanbul zaten sırasını bekliyordu. Kanal projesinden vazgeçerlerse, (sürekli zarar eden) ilk iki mega yatırımdan beklenen faydayı (rantı) elde edemeyecekler. Kanal yapılmazsa bu bölge için tasarladıkları asıl büyük proje atıl ve yarım kalmış olacak.

Neoliberal ekonomi politikaları kent ve doğa rantının nakde çevrilmesiyle elde edilecek kaynaklara çok ihtiyaç duyar. AKP de üretimden sağlayamadığı kaynakları (onlara göre) durduğu yerde para etmeyen doğadan sağlama kolaycılığına kaçıyor.

Buradaki inşaat çalışmaları süresince dışarıdan gelecek yatırım sermayesinin piyasalara ve istihdama bir süreliğine hareket sağlayacağını hesaplıyorlar. Ekonominin biraz canlanması ile sağlanacak göreli bir refah ortamında (erken veya zamanında) seçime giderek iktidar sürelerini bir beş yıl daha ötelemek istiyorlar.

Kanal Israrında ABD Menfaatleri Ne Kadar Etkili
Karadeniz’de kıyısı olamayan ülkelerin savaş gemilerinin Marmara ve Karadeniz’e girmesi ve buralarda kalma süresi konularında Montrö sözleşmesinin getirdiği çeşitli kısıtlamalar var. İktidarın asıl olarak ABD menfaatleri için bu kanalda ısrarcı olduğunu iddia eden görüşler de var.

Kişisel olarak görüşüm, projede ısrarın temel sebebinin yukarda ele aldığım acil ekonomik gerekçeler olduğu yönündedir. Ancak her konuda bir taşla birçok kuş vurmak azminde olan iktidarın Kanal ısrarında ABD menfaatleri gibi ikincil bir motivasyonu olabileceği de düşünülebilir.

Sıkışmışlık ve mecburiyetler akla, bilime, doğaya, ülkeye, bugünkü ve gelecek kuşakların menfaatlerine ve kayıplarına aldırmıyor. Proje için uydurulan tutarsız gerekçeler bilim çevrelerinde ve kamuoyunda karşılık bulmuyor. Yapılan tüm makul itirazlara karşı bu yüzden umursamaz kalmak zorundalar. Akıl ve bilimle izah edilemeyen bu işi “inat” gibi çocukça ve duygusal bir bahaneye bağlayıp ilk kazmayı vuracak noktaya geldiler.