DİSK, KESK, TMMOB, TDB ve TTB temsilcilerinin katılımıyla bugün İstanbul Tabip Odası'nda “6331 sayılı İş Sağlığı ve Güvenliği Yasası'ndan sonra 17 bin 900 işçi iş cinayetlerinde öldü” başlıklı toplantı düzenlendi.

Toplantının açış konuşmasını yapan İstanbul Tabip Odası Başkanı Nergis Erdoğan, sağlığın her alanında olumsuzlukların sürdüğünü söyledi. Erdoğan, “Bunlardan bir tanesi de iş sağlığı ve iş güvenliği konusu. 6331 sayılı Yasa, 10 yıl önce çıkmış olmasına rağmen bugün halen iş cinayetleri devam etmekte. İşçi sağlığı ve meslek hastalıkları halen tanımlanamamakta. Bu nedenle kamuoyunu bilgilendirme gereği doğmuştur” dedi.

GÜNEŞ: BU YASANIN İŞLEVLİ HALE GETİRİLMESİ KONUSUNDA ÇABA SARF EDİYORUZ
DİSK adına konuşan Tevfik Güneş de yasanın önemli olduğunu, ancak uygulanamadığını vurguladı. Güneş, şunları söyledi:

“Sonuç itibarıyla geldiğimiz noktada, İş Sağlığı ve Güvenliği Yasası’nın hiçbir şekilde işlemediğini görüyoruz. Hele bir de bu kriz ortamında bakıldığında; uzun bir dönemdir iş sağlığı, iş güvenliği alanındaki uygulamaların tamamen unutuldu, özellikle Covid döneminde bakanlık devre dışı bırakıldı. İçişleri Bakanlığı ve Sanayi Bakanlığı’nın inanılmaz derecede ve saçmalık denilebilecek birtakım uygulamaları ile iş yerleri karşı karşıya kalmış durumda. Bu yasanın işlevli hale getirilmesi konusunda çabamızı sarf ediyoruz.”

ARISAL: TÜRKİYE’DEKİ HER OLAĞAN ŞEY GİBİ BU DA GELİP GEÇİYOR
TDB adına konuşan Hikmet Arısal, “Bizim diş hekimlerinde toplu çalışma pek yok. Herkes tek tek muayenehanelerde çalışıyor. Bizim için hiçbir şey ifade etmiyor. En ucuzu kimdeyse onunla çalışıyor herkes. O yüzden de kimse dert etmiyor. Öyle gelip gidiyor. Türkiye’deki her olağan şey gibi bu da böyle gelip geçiyor” dedi.

MESTÇİOĞLU: ORTAK SAĞLIK GÜVENLİK BİRİMLERİ KALDIRILMALIDIR
TTB adına konuşan Celal Mestçioğlu, “Bu yasanın amacı neydi? İş kazaları azalacaktı. Her bir ismin nerede, nasıl öldüğü kayıtlı olan İş Sağlığı Güvenliği Meclisi’nin 2013 rakamlarına göre bin 235 işçi hayatını kaybetmiş. 2010-2020 yılında 2 bin 170 işçi, iş kazaları nedeniyle hayatını kaybetmiş, iş cinayetine maruz kalmış” bilgilerini paylaştı. Mestçioğlu, sözlerini şöyle sürdürdü:

“Geldiğimiz noktada, Türkiye’de meslek hastalığı neredeyse kalmamıştır. Meslek hastalıkları tanınmamaktadır. Bu, rezaletten başka bir anlam ifade etmemektedir. 6331 sayılı Yasa peki ne yaptı? Ortak sağlık güvenlik birimlerini hayata geçirdi. Ortak sağlık güvenlik birimlerinin yaptığı ise çalışanların emeklerine el koymaktan başka bir anlam ifade etmemektedir. Biz alanın profesyonellerini taşeronlaştırarak işverenlerin emirlerine amade kılmaktan başka bir ifade kazanmamıştır. Çalışanlarımızın, meslektaşlarımızın SGK’ları tam ödenmemekte, emekliliklerinden çalınmakta, maaşları tam ödenmemekte, ailelerinin huzurlarından çalınmakta ve sonuç itibarıyla 6331 sayılı Yasa ile oluşan OSGB’ler, ortak sağlık güvenlik birimleri, kamudan çalarak kamunun haklarına da el koymakta, işçinin iş yerlerindeki sorunlarına dair bir şey ifade etmemektedir. Özetlersek bu yasa, kamusal bir anlayışla değiştirilmeli. Alanın profesyonellerinin, meslek örgütlerinin, sendikaların, akademinin ve bakanlığın ortaklaşa olarak alana müdahale edebilecekleri, denetleyebilecekleri bir hale getirilmeli, ortak sağlık güvenlik birimleri de kaldırılmalıdır.”

AVCI: MEVCUT YASA, SERMAYE SAHİPLERİNİ GÜVENCE ALTINA ALMIŞTIR
TMMOB’u temsilen konuşan Seyfetin Avcı, “Biz de TMMOB olarak bu elim tabloda birkaç noktanın yeniden altını çizmek istiyoruz" diyerek şunları kaydetti:

"6331 sayılı İş Sağlığı ve Güvenliği Yasası’nın 10’uncu yılında, iş cinayetlerine ‘dur’ denilememiş, aksine her yıl hayatını kaybeden emekçilerin sayısı artmıştır. Yasanın yürürlüğe girdiği günden bugüne yaklaşık 28 bin 577 iş cinayeti yaşanmıştır. Mevcut yasa, sermaye sahiplerini güvence altına alırken tüm sorumluluğu ve yükü, iş güvenliği ve iş yeri hekimlerine yıkmaktadır. Mevcut yasa, denetim eksikleriyle birlikte emekçilerin sağlığı ve yaşam hakkını korumaktansa patronların sorumluluktan kaçınma ve daha fazla kâr etme koşullarının güvencesi hâline gelmektedir. Yasanın denetimden yoksun bırakılması en önemli sorunlardan biri olarak önümüzde durmaktadır.”

KOÇAK: SENDİKALAŞMANIN ÖNÜ TAMAMEN AÇILMALI
KESK temsilcisi Ayfer Koçak, işçi sağlığı ve güvenliğinde görevli kişilerin durumuna dikkat çekti. Koçak, şöyle konuştu:

“Türkiye Cumhuriyeti’nde maalesef bu yasayla beraber iş sağlığı ve güvenliğinde sorumlu olacak olan arkadaşlarımız, bir kere bağımlı olarak o şirketin anlaşmaları, yani sözleşmesi doğrultusunda o şirkette görev alıyorlar. Dolayısıyla gittikleri yerde, iş sağlığına uygun olup olmaması meselesinden ziyade, emekçilerin durumlarının buna uygun olup olmaması meselesinden ziyade aslında işverenin işine gelen raporlara imza atmak durumunda kalıyorlar. Şimdi bu şartlarda gerçek anlamda bir iş güvenliğinden, iş sağlığından bahsetmek mümkün olabilir mi ya da bununla ilgili görevli kişinin bu konuya dair bir çalışma yapmasından bahsedilebilir mi? Zaten kendisi taşeron olarak çalışıyor. Zaten kendisinin iş güvencesi yok. Zaten kendisi esnek çalışmak zorunda kalıyor. Şimdi esnek çalışan, iş güvencesi olmayan, o şirkete ve işletmeye bağımlı çalışmak zorunda kalan, ücretini oradan almak durumunda kalan, dolaylı da olsa ücretini oradan almak durumunda kalan bir kişinin orada iş sağlığıyla ilgili işletmeye rağmen, işletme sahibine rağmen bir karar alması, bir rapor çıkartması çok da mümkün değil. Dolayısıyla şu anda yaşadığımız sorunların, iş cinayetlerinde, iş hastalıklarındaki azalmanın olmayışının ya da bu tür tedbirlerin gerçek bir tedbir olmayışının kökeninde aslında bu çalışma biçimi yatıyor. Dolayısıyla öncelikli olarak biz, bir sendika olarak şunu ifade etmek zorundayız. Bir kere sendikalaşmanın önü tamamen açılmalı. İkincisi; bağımsız, denetlenebilir bir sürecin yürütülmesi gerekir ve bunu yapabilmenin şartı da bir kere burada çalışacak olan kesimlerin de bağımsız olarak kamu tarafından istihdam edilmesiyle mümkün olabilir.”

İşçi konfederasyonları ve meslek örgütleri adına hazırlanan ortak açıklamayı da İTO Denetleme Kurulu Üyesi Dr. Nazmi Algan okudu. Açıklamada şu görüşler paylaşıldı:

AKP İKTİDARI, İŞ KAZALARININ EN AZA İNDİRİLECEĞİNİ İDDİA EDİYORDU: 6331 sayılı İş Sağlığı Güvenliği Yasası 20 Haziran 2012 tarihinde kabul edildi, 30 Haziran 2012 tarihinde Resmi Gazete’de yayımlandı ve 1 Ocak 2013 tarihinde yürürlüğe girdi. AKP iktidarı, yasanın hazırlanış sürecinde işçi sağlığı ile ilgili bütünlüklü, temel bir yasa hazırladıklarını, yasanın ayrımsız tüm çalışanları kapsayacağını ve bu yasa ile iş kazalarının en aza indirileceğini ve meslek hastalıklarının görünür kılınacağını iddia ediyordu. Hazırlanacak yasayla ilgili TTB, TMMOB, TDB, DİSK, KESK başta olmak üzere emek ve meslek örgütlerinin, alandan birçok bilim insanının uyarı ve önerilerini dikkate almadan, tartışmalar sürerken AKP iktidarı, AB çerçeve direktifini esas alarak 6331 sayılı Yasa’yı çıkarttı. Yasanın kabulünün üzerinden tam 10 yıl geçti. Bu sürede iş kazaları da iş kazaları sonucu ölümler de azalmadı. Meslek hastalıkları şimdi de tespit edilemiyor, kamu işyerlerinde yasanın birçok hükmü uygulanmıyor. Geçen bu süre içinde yasanın iktidarın iddialarını yerine getirmediği tüm toplum kesimleri tarafından görülmektedir.

AKP İKTİDARI YASANIN ARKASINDA DURMADI VE DENETLEMEDİ: 30 Haziran 2012 tarihinde yayımlanan 6331 sayılı Yasa’nın hükümlerinin, yayın tarihini izleyen 6 ay ile 2 yıl içinde yürürlüğe girmesi öngörülmüştü. Aradan geçen 10 yıla rağmen 6331 sayılı Yasa ve uygulamaları henüz oturmamıştır. Sürekli değişiklikler ve ertelemeler yapılmaktadır. Kabulü sırasında bile kimi maddelerinde kademeli geçiş öngörülen yasa hükümleri, sonrasında birçok kez yine kademeli şekilde ötelendi ve değişikliğe uğradı. AKP iktidarı, hazırlamış olduğu yasanın arkasında durmadı ve denetlemedi. 6331’de yapılan değişikliklerin yasanın uygulamasını geciktirme, etkisini azaltma gibi olumsuz etkilerinin yanında bir diğer boyutu da yasa yapma tekniği ile ilgilidir. Bu kadar kısa sürede çalışma hayatı ile ilgili temel bir yasada çok sayıda değişiklik yapılması, ‘yasama kalitesi’ ilkesiyle, bir diğer ifadeyle öngörülebilirlik, izlenebilirlik ve şeffaflık ilkeleriyle de çelişmektedir.

‘TAŞERONLAŞTIRMA YASASI’ OLARAK TANIMLAMAK DAHA DOĞRU: Öte yandan 6331 sayılı Yasa’yı, ‘İş Sağlığı ve Güvenliği Yasası’ diye tanımlamak yerine, ‘İşçi Sağlığı ve Güvenliğini Taşeronlaştırma Yasası’ olarak tanımlamak daha doğru olacaktır. Yasa ile işçi sağlığı ve güvenliği alanı taşeronlaştırılmış, piyasa koşullarına terk edilmiş, işçi cinayetleri artarak devam etmiş, meslek hastalıkları görünmez bir kader olmaya devam etmiştir. 6331 sayılı Yasa ile işçi sağlığı ve güvenliği alanı, OSGB adıyla pıtrak gibi kurulmuş irili ufaklı şirketlere bırakılmıştır. İşçi sağlığı ve güvenliği alanından kamu tamamen çekilmiş, denetleme görevini bile yürütememiş, caydırıcı cezalar uygulanmamıştır. Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı’nın işçi sağlığı ve iş güvenliğine ilgisi, alana ilişkin dijital evrak ve sözleşmelerin takibini yapmakla sınırlı kalmıştır. Emekçiler iş cinayetlerinde hayatını kaybederken ölümlerden sorumlu tutulmayan sermaye kesimi, işçi sağlığı ve iş güvenliğini sağlamak, korumaktan ve bu alana harcama yapmaktan tamamen vazgeçmiştir. Yasa ve ikincil düzenlemeler, kolluk kuvvetleri, yargı makamları, bilirkişiler nezdinde ‘taşeronlaştırma yasası’ adlandırmasına uygun olarak yorumlanmış, işverenler koruma altına alınmış, iş güvenliği uzmanları hukuk önünde ‘olağan şüpheli’ olarak değerlendirilmiştir. İşyeri hekimleri, iş güvenliği uzmanları, iş kazalarının asli sorumluları olarak yargılanmakta ve cezalandırılmaktadır.

İŞ GÜVENLİK UZMANLARI OSGB’LERDE KİRALIK İŞÇİ KONUMUNA GELDİLER: 6331 sayılı Yasa ile piyasalaştırılan işçi sağlığı hizmetleri ortamında işyeri hekimleri ve iş güvenliği uzmanları, OSGB’lerde kiralık işçi konumuna geldiler ve özlük hakları, mesleki bağımsızlıkları ortadan kaldırıldı. İş yerlerinin piyasa koşullarına uygun olarak en ucuz hizmet verme teklifinde bulunan OSGB’ler ile anlaşmaları ve işverenlerin, OSGB’ler, iş güvenliği uzmanları, işyeri hekimlerinden uygun bilgilendirme yerine ‘masraf çıkartmama’yı beklemeleri, iş yeri hekimlerini ve iş güvenliği uzmanlarını yaptıkları işe yabancılaştırmıştır, dokümantasyon uzmanlarına dönüşmüşlerdir. OSGB çalışanlarının, çalışma koşulları, aşırı iş yükü, özlük hakları, ücretlerinin yetersizliği, iş güvencelerinin olmayışı, tam ödenmeyen maaşları ve SGK primleri başta olmak üzere önemli sorunları bulunmaktadır. Tam ödenmeyen SGK primleri ve elden ödeme yöntemleri ile OSGB’ler kamuya da zarar vermektedirler. OSGB’ler, neo-liberal politikaların işçi sağlığı alanındaki temel uygulama biçimidir. Hizmet satın alma modeliyle işçi sağlığı hizmetlerini üretim alanlarının dışına taşımıştır. OSGB’ler, oluşturdukları piyasa üzerinden, emek sömürüsünün yoğunlaştırılmasının da aracı haline getirilmiştir.

YASA, SENDİKALARIN GÜCÜNÜ KIRMAK İÇİN ARAÇSALLAŞTIRILMIŞTIR: 6331 sayılı Yasa, iş yeri hekimlerinin, iş güvenliği uzmanlarının meslek örgütleriyle bağlarını keserek sermayenin karşısında yalnız bırakmaya çalışmış, bağımsız mesleki faaliyetlerini yürütecek zemini ortadan kaldırmayı hedeflemiştir. İş yeri hekimleri ve iş güvenliği uzmanları, taşeron işçisinden öteye kiralık işçi tanımlamasını yapacağımız bir çalışma ilişkisi içerisinde birkaç patronlu bir çalışma yürütmektedirler. OSGB çalışanlarının bugün gündemleri, çalışma koşulları, özlük hakları, ücretlerinin yetersizliği, iş güvenceleri vb. konulardır. Tüm bunlarla birlikte yasa, sendikaların ve meslek örgütlerinin alandaki gücünü kırmak için araçsallaştırılmıştır.

İŞ CİNAYETLERİ HIZ KESMEDEN DEVAM EDİYOR: Aradan 10 yıl geçti, işçi cinayetleri hız kesmeden devam ediyor. Meslek hastalıkları yine görünmezliğini sürdürüyor. 6331 sayılı Yasa, iş kazası ve meslek hastalıklarını önleyemediği gibi artmasına da engel olamamıştır. 2013 yılında İSİG Meclisi’nin kayıtlarına göre bin 235 işçimizi işçi cinayetlerinde kaybettik. Yıllar içinde işçi cinayetleri artamaya devam etti ve 2021 yılında 2 bin 170 işçimizi işçi cinayetlerinde kaybettik. 6331 sayılı Yasa, Soma’da, Ermenek’te, Torunlar A.Ş.’de, Kozlu başta olmak üzere toplu katliamları da önleyemediği gibi, bu katliamların yargılamalarında da sadece yakınlarını kaybeden işçi ailelerinin değil, kamu vicdanını da rahatlatabilecek bir yargılama zemini oluşturamamıştır. 6331 sayılı Yasa’nın çıktığı 2012 yılından bu yana, mahkemeler yoluyla kayda geçenleri bir yana bırakırsak SGK kayıtlarına geçen meslek hastalığı tanısı sayılarında değişiklik yoktur. Hatırlanacağı gibi Covid-19 nedeniyle yitirdiğimiz 556 sağlık çalışanın ölüm nedeninin ‘meslek hastalığı’ olarak kayıtlara geçmesinin önündeki engeller, 6331 sayılı Yasa’nın meslek hastalıklarının tanısının konulmasını nasıl engellendiğini göstermesi açısından çok önemlidir.

SENDİKALAŞMANIN ÖNÜNDEKİ TÜM ENGELLER KALDIRILMALIDIR: 10’uncu yılına gelindiğinde bu yasanın kamu yararına olmadığı, işçinin sağlığını ve güvenliğini sağlayamadığı artık bütün yönleriyle ortaya çıkmıştır. 6331 sayılı Yasa’dan vazgeçilmeli, işçi sağlığı alanını taşeronlaştırarak piyasaya açan OSGB’ler kapatılmalıdır. İş yeri hekimleri, iş güvenliği uzmanları ve diğer sağlık çalışanlarının özlük hakları, ücretleri, iş güvenceleri kamu tarafından güvence ve koruma altına alınmalıdır. Sendikalaşmanın ve sendikal hakların kullanımının önündeki tüm engeller kaldırılmalıdır. Sendikaların örgütlü olduğu alanların dışında da işçi sağlığı ve güvenliği alanında çalışmaları takip edebilecek, inceleme yapabilmesinin yasal düzenlemesi yapılmalıdır.

YENİDEN DÜZENLENMELİDİR: İşçilerin sağlığı ve güvenliği, kamusal bir sorumluktur. Emek ve meslek örgütleri, üniversitelerin katılımı ile idari ve mali yönden bağımsız, ulusal bir işçi sağlığı güvenliği enstitüsü oluşturulmalıdır. Enstitü, politikaların oluşturulması, kararların alınması ve iş yerlerinde denetim görevlerini yerine getirmelidir. Esnek ve kuralsız çalışmayı, geçici iş ilişkisini, taşeronlaştırmayı yasal hale getiren, kıdem tazminatlarını, sendikal hak ve yetkileri budayan işçi sağlığı ve iş güvenliğini işveren yükümlülüğü olarak görmeyen, örgütlülük önüne engeller koyan yasa ve diğer düzenlemeler iptal edilmelidir. İşçi Sağlığı ve İş Güvenliği Enstitüsü’nün oluşumundan sonra konunun taraflarının katılımı ile İş Yasası ile İş Sağlığı ve Güvenliği Yasası başta olmak üzere, tüm mevzuat ve denetim mekanizması insanı eksen alan anlayışla yeniden düzenlenmelidir.”